Seçimler yaklaşırken, gözler giderek, karmaşık dünyada fazla dikkat çekmeyen Türkiye’ye dönmekte. Cumhuriyetin 100’üncü kuruluş yıldönümü yanı sıra, 12 ili sarsan deprem felaketi, derinleşen ekonomik kriz ve dış politikada yaşanan fiili tecrit hali, seçimleri tüm dünya açısından kritik kılıyor.
Washington’daki önde gelen düşünce kuruluşu Council on Foreign Relations’un (CFR) kdemli araştırma görevlisi Steven Cook, Ortadoğu uzmanı olarak Türkiye’yi en yakından izleyen uzmanlardan biri.
Cook, seçimler öncesinde FTP’ye verdiği ilk mülakatta, Yavuz Baydar’ın sorularını yanıtladı.
Seçimlerde nasıl bir sonuç bekliyorsunuz? Tünelin ucunda ışık var mı? Rahatlama mı, yoksa daha zor zamanlar mı öngörüyorsunuz, ve neden?
Bence bu harika bir soru, çünkü bütün bu kış boyunca ve ilkbahar başlarında Türkiye’de neler olacağına dair çok fazla yorum yapıldı. Benim tecrübem, Türkiye’de bir seçimin gerçekleşmesine üç ay kala söylenenlerin çoğu zaman doğru çıkmadığı, ve olayları iki üç hafta öncesinde görmemiz gerektiği yönünde.
Birkaç hafta önce benim burada birçok muhatabım Millet İttifakı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ve Altılı Masa’da varılan mutabakat konusunda çok heyecanlıydı. Sanırım zaman geçtikçe insanlar Kılıçdaroğlu’nun şansı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni bir zafer elde etmek için neleri göze alabileceği konusunda çok daha karamsar hale geldiler Zira Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yıldönümünde Cumhurbaşkanı olarak bir kez daha seçilmek Erdoğan’ın başlıca hedefi.
Bu nedenle 14 Mayıs’a kadar çok zorlu bir seçim kampanyası olacağını ve çok zorlandığımı söylemekten başka bir tahminde bulunmaktan kaçınacağım. Bu uzun zamandır söylediğim bir şey: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görevini özgürce ve isteyerek bırakacağını hayal etmekte çok zorlanıyorum.
Elimizde bir dizi vak’a var: Görevde kalmaya çalışan Trump, görevde kalmaya çalışan Bolsanaro ve bir de insanların görevde kalmaya çalışacağından şüphelendiği Erdoğan. Bu üç isim arasında Erdoğan’ın bunu gerçekleştirmek için elinde çok daha fazla kaynak var. İnsanların çok endişeli olması ve bunun farkında olması gerekiyor.
Bir an için diyelim ki muhalefet kazandı, ve Kemal Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı oldu: Gökkuşağı koalisyonuydu, demokrasiye dönüştü, refah ve NATO’ya uyumdu.. argümanlarına inanmıyorum. Kemal Kılıçdaroğlu’nun işinin çok ama çok daha zor olacağı kanaatindeyim.
AKP’nin Türkiye’nin kurumlarını nasıl eğip büktüğünü, iyi niyetli insanların bile bunu geri almasının ne kadar zor olacağını ve ülkeyi demokrasiye döndürme konusunda büyük bir anlaşma yapmış olsalar bile siyasetçilerin bu kurumların gerçekten kendi çıkarlarına hizmet ettiğini görüp görmeyeceklerini merak ediyorum.
Dolayısıyla ben her zamanki gibi hangi senaryo olursa olsun son derece kötümserim.
Şüpheci diyelim…
Kemal Kılıçdaroğlu ve sonrasında ne olacağına dair düşüncelerle ilgili bir dizi süslü yazı yazıldı. Bence bunların hepsi gerçek en iyi durum senaryoları. Ve hepimizin bildiği gibi, en iyi senaryolar nadiren gerçekleşir.
Özellikle neyle ilgili endişeleriniz var? Seçimlere hile karıştırılması mı, yoksa mevcut yapının iktidarı bırakmak istemeyip eldeki tüm enstrümanları serbest bırakması mı?
Evet, en çok endişelendiğim konu bu. Örnek olarak 2019 yerel seçimlerini alırsanız, Erdoğan İstanbul’da bunu yapmaya çalıştı ve başaramadı. İyi haber şu ki, Türkler onlarca yıldır oy kullanmayı gerçekten içselleştirdiler.
Bunun çok ama çok önemli olduğuna inanıyorlar.
Bence Erdoğan’ın kaybetmesi, ancak liderliği terketmeyi reddetmesi ve Trump gibi aslında nasıl kazandığına dair bazı davalar açması tamamen mümkün.
Daha önce de söylediğim gibi, Trump ya da Bolsonaro’dan daha fazla kaynağa sahip (Erdoğan). Türkiye’nin siyasi kurumlarına çok daha fazla zarar verdi ve daha fazla insanın gücü, etkisi ve serveti Erdoğan’ın AKP’deki iktidarının devamına bağlı, bu da bana bunu başarabileceğini söylüyor.
Bu yüzden endişe listemin en başında, kaybetse bile Erdoğan’ın iktidarda kalmaya çalışması var. Endişe listemin ikinci sırasında ise, eğer Kemal Kılıçdaroğlu gerçekten kazanır ve Erdoğan giderse, yine şüpheyle yaklaştığım bir senaryo olarak, muhalefetin, amigolarının ve genel olarak insanların Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve muhalefetin ne yapacağına dair beklentilerinin karşılık bulamayacağı, yapabileceklerinin uyuşmayacağı ve istikrarsızlık yaratacağı var. Tabii o sırada AKP içinde de intikamcı ve siyaseten hayli usta bir muhalefet olacak. İleriye dönük olarak beni endişelendiren iki ana şey bunlar.
Uzun vadede kaos olmasa bile uzun bir istikrarsızlık dönemi mi?
Kaos kelimesini kullanmaktan nefret ediyorum, ama bu seçimlerin bir sonucu olarak Türkiye’de istikrarsızlık olasılığını kesinlikle görüyorum. Bir süredir Biden yönetiminden kişilerle, Kongre üyeleriyle ve diğerleriyle yaptığım görüşmelerde bu konuyu masaya yatırıyor ve şunu söylüyorum: Bakın, bu tür şeylere dikkat etmelisiniz. Bu seçimlerde bir dizi olası sonuç var.
Ve en iyi senaryo, yine – insanlar odaklanmış durumda – Altılı Masa içindeki çatlağı onardıktan ve bir uzlaşmaya varınca insanlar bundan gerçekten enerji aldı.
Bence Washington’da bu konuda sağlam bir şüphecilikle yaklaşılmadan,; burada bir dizi olası sonuç yattığı ve bizim – olaylara kendimizi kaptırdığımız için – bariz gibi görünmeyen sonuçlara dikkat etmemiz gerektiği doğru dürüst kabul edilmeden, çok fazla konuşuldu.
Ayrıca, muhalefetin demokratik kimliği konusunda da tam olarak ikna olmuş değilim. Belki Kemal Kılıçdaroğlu gerçekten demokrattır. Olabilir.
Ama ben de başkaları gibi tam olarak ikna olmuş değilim.
Bunun nedeni muhalefetin çok parçalı olması mı?
Bence tek bir kişiye, dayalı olarak bir araya gelen bu muhalefet koalisyonları zaman içinde parçalanma eğilimi gösteriyor. Eğer bu platformu ulusal hatlardan okursanız, herkes için bir sürü şey olduğunu görürsünüz. Ama gelecek için tutarlı bir vizyon yok: Sadece şu parti ne istiyorsa o, bu parti ne istiyorsa o. Tutarlı değil.
Korkutan bir şeyden kurtulduğunuzda her şey giderek iç kavgaya dönüşüyor. Bunu İsrail’de gördük. Türkiye neden farklı olsun ki?
Bir de şu soru var: Muhalefet bu farklılıkların üstesinden nasıl gelebilir? Bunu yapacaklarını hayal etmek çok, ama çok zor.
Moskova’nın seçimlere olası bir müdahalesini öngörüyor musunuz, yoksa bundan kuşku mu duyuyorsunuz?
Rusların müdahale etmek istemesi kesinlikle mantıklı. Türkiye’yi germekte ve NATO içinde gerilim yaratacak şekilde çelmelemekte çok başarılı oldular. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yatırım yapmış gibi göründükleri için, Erdoğan’ın kazandığını görmek istiyorlar.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’yi NATO ve Batı içinde tutmaya kararlı olduğunu söylediğini duydum. Ancak, şu var: Türkiye’de “AKP’li olmayan partiler” iş başındayken bile Türkiye ile NATO arasında her zaman zor bir ilişki vardı.
Yine de Rusya açısından bakıldığında, ki ben Rusya konusunda uzman değilim, sadece gözlem yapıyorum, Başkan Putin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iyi bir çalışma ilişkisi kurduklarını düşünüyorum. Moskova neden bunu baltalamak istesin ki? Kısacası, müdahale tamamen akla yatkın görünüyor.
Az önce Washington’da yaklaşan seçimlerle ilgili halet-i ruhiyenin ne olduğuna dair bazı ipuçları verdiniz. Bunu biraz daha açabilir misiniz?
Bence Biden yönetimi, çok ama çok sessiz kaldı. Kimseye seçim avantajı için kullanabilecekleri bir şey vermek istemediler. Kongre üyeleri… Özellikle Süleymaniye’deki havaalanına bir Türk insansız hava aracının saldırdığı ve görünüşe göre SDG’den General Mazlum Kobane’yi öldürme girişiminde bulunulduğu ve bu saldırıda Amerikalıların da bulunduğu son olaylardan sonra, Kongre ile Türkiye arasında çok fazla gerilim yaratacaktır. Bu konuda çok fazla tartışma göreceksiniz, ve bu seçimlere de yansıyacak.
Kongre uzun bir süredir Adalet ve Kalkınma Partisi’ne karşı cezalandırıcı bir tutum içinde. Beni endişelendiren şey, özellikle Kongre’de Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’nın kazanması halinde her şeyin eski haline döneceği görüşünün hakim olması.
Aslında “eskiye dönmek” diye bir şey yok çünkü eskisi hiçbir zaman var olmadı! Türkiye hiçbir zaman konsolide bir demokrasi olmadı. Hiçbir zaman insanların hayal ettiği şekilde müreffeh olmadı. Hiçbir zaman insanların iddia ettiği gibi NATO ile uyumlu olmadı.
Yönetim muhtemelen olup bitenler konusunda çok daha sağduyulu bir bakış açısına sahip olsa gerek, bu yüzden bu kadar sessiz ve herhangi birinin kendi seçim avantajı için kullanabileceği herhangi bir şey yapmaktan kaçınmak istiyor.
Türkiye ile ABD arasındaki F-16’lar gibi meseleler ve ayrıca İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girme çabalarının yarattığı baş ağrıları. Finlandiya kısmı çözüldü, ama İsveç çözülmedi, sürüncemede kalacak gibi görünüyor. Başka bir düzeyde, Türk dış politikasında da bazı hamleler görüyoruz; Mısır ile ilişkileri yumuşatma girişimleri, özellikle deprem sonrası dönemde Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerde yumuşama var gibi görünüyor. Ege’de uçuşlarla ilgili aylar sürecek bir moratoryumdan bahsediliyor, Ermenistan’la ilişkilerde yumuşama işaretleri var vs. Bunları nasıl okumalıyız? Bunlar olumlu işaretler değil mi? Öyle olsalar da, ne anlama geliyorlar? Ne kadar ciddiye alınmalılar?
Bu, Ankara’nın Doğu Akdeniz’de, Orta Doğu’da ve Kafkaslarda gereksiz yere agresif bir dış politika izlemesi sonucunda kendisini içine soktuğu bölgesel tecritten kurtulma çabasının bir parçası. Aslında bunlar gerçekten de Türkiye için çok az getirisi olan bir yatırımlardı.
Bunun üzerine bir de Türkiye’nin süregelen ekonomik krizi eklendi. İlk olarak, Türkler zengin Körfez ülkelerinin kendilerine yatırım yapmalarına, döviz takası yapmalarına, yatırımcı olabilecek Körfez ortaklarından tecrite son vermelerine ihtiyaç duyduklarını anladılar. Ardından, İsrail ve Türkiye arasındaki ilişkileri ısıtmaya ihtiyaç duyuldu.
Bence buradaki hesap çok açıktı: İsrail ile ilişkiler düzelirse, Ankara ile Washington arasındaki ilişkiler de düzelecekti. Ben bunun gerçekten de böyle olduğunu düşünmüyorum. Durum yanlış okunuyor. Maalesef Yahudileri Washington’da politika üreten çevrelerde gerçekte oldupundan daha etkili gören bir dünya görüşünden kaynaklanan bir yanlış okuma…
İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkiler ısınmış olsa da, ABDile hala sorunlarınız var. Ve tabii ki Mısır’a uzanan el, aslında Mısır ile Yunanistan ve Mısır ile Kıbrıs arasında farklılıklar yaratma çabası. Ama bu ilişkiler gelişti ve Mısırlılar (Ankara’nın) bazı taleplerini yerine getirmediler.
Ancak Türkiye’nin bölgedeki durumunda iyileşmeler de oldu. Bu herkesin yararına. Ama , tam bu noktada Mayıs ortasında ne olacağının çok da önemli olduğunu düşünmüyorum. Politika kendi mecrasında ilerledi.
Ve bir noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan sonlandırmaya karar verdi: Bu gereksiz saldırganlıkta dış politika konusunda kimi dinlediyse, ya da kendi tavsiyelerine uyduysa bile, bunun gerçekten Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmediği görülüyor.
Yine de bu hikayenin bir başka kısmı, gelişmekte olan hikaye, Suriye Demokratik Güçleri komutanı Mazlum Kobane’nin ABD subaylarının da bulunduğu bir konvoyda saldırıya uğradığının doğrulanması. Bu, Kobane’nin ikinci kez maruz kaldığı suikast girişimi. Olay ABD’nin en üst düzey komutanı ve aynı zamanda CENTCOM komutanı Mike Milley’in ziyaretinden kısa bir süre sonra gerçekleşti. Bundan ne anlamalıyız? Erdoğan hükümetinin Suriye’yi seçimlere alet etmek için yumuşak nokta olarak seçtiği söylenebilir mi?
General Mazlum’u öldürmenin ya da öldürmeye çalışmanın seçim açısından çok olumsuz bir etkisi olmaz. Ayrıca Türkiye’deki seçim siyaseti açısından, Amerikalıların yollarına müdahalesinin ve bu süreçte potansiyel olarak yaralanmalarının, hatta ölmelerinin de çok olumsuz etkisi olmaz.
Türkiye’de derin bir Amerikan karşıtlığı var, özellikle de Amerika’nın SDG ya da YPG, yani Halk Savunma Birlikleri ile olan ilişkisiyle ilgili. Türkler bunu çok ama çok güçlü bir şekilde hissediyor. Ve bu, AKP tarafından üretilen şeylerden biri değil.
Suriye’nin, “yumuşak karın” olduğunu düşünüyorum. Deprem olmasaydı Ege’de gerginliğin arttığını görecektiniz. Seçim öncesinde Yunanistan, Kıbrıs ve Suriye’nin hedef olacağı belliydi.
Ancak deprem oldu ve Yunanlıların Türkiye’ye sunduğu kapsamlı yardım göz önüne alındığında, Türkler geri adım attı.
Dolayısıyla şimdi Suriye’ye odaklanıldı. (ABD) yönetimi şu ana kadar olanlar konusunda çok, ama çok sessiz kaldı. Ama dediğim gibi, Paskalya bittiğine göre, Kongre’nin güçlü üyeleri bu konuda bir şeyler söyleyeceklerdir.
Kongre ile daha fazla sorun yaşamanın, F-16 satışlarına daha fazla engel çıkarmanın, F-35 programına geri dönmeye daha fazla engel çıkarmanın uzun vadeli acısına karşı Türk hükümeti için potansiyel olarak kısa vadeli kazançlardan biri, ki son altı ayda Washington’a gelen her Türk yetkili bunun adil olmadığını söyledi: “Ceza ile suç orantısız. F-35 programına geri dönmemiz gerekiyor”.
Tüm bunlar, Kongre ile Türkiye arasındaki ilişkileri gerçekten geriletti. Türkiye’de yaklaşan bir seçim olmasaydı, yönetimin olanlarla ilgili çok güçlü bir şekilde söyleyecek bir şeyleri olacağından şüpheleniyorum. Ancak yine de yönetimin, oldukça doğru bir şekilde, söyleyecekleri her şeyin şu ya da bu partinin seçim avantajı için kullanılabileceğine karar verdiğini düşünüyorum. Bu yüzden sessiz kalmak en iyisi.
Bir ay kadar sonra, Gezi protestolarının 10. yıldönümü olacak, elbette bu önemli bir olay ve o zamandan bu yana on yıl geçti. Aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin de kuruluş yıldönümü. Sizce Türkiye yüzüncü yılında nasıl tökezledi ve bu büyük krizin içine nasıl yuvarlandı?
Türkiye’nin bu otokrasi ya da seçilmiş otoriterlik krizine çeşitli karmaşık nedenlerden dolayı düştüğü kanaatindeyim. Bence Türk siyasetinin bazı temel dramları hiçbir zaman çözülemedi.
AKP’nin ilk dönemlerine gittiğinizde, Türk müesses nizamının Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ülkeyi yönetmesini nasıl engellemeye çalıştığını görürsünüz. Bu, Türk gözlemciler arasında muazzam bir tartışma kaynağı. Başından beri plan bu muydu, Erdoğan hiçbir zaman demokrat olmadı, bunu hep yapacaktı ve bence bu görüşü savunanların bu argümanı destekleyecek pek çok kanıtı var.
Benim gibi bakıp tarihin fazla koşullu olduğunu ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ciddi reformlar yaptığını, reformları tamamlamadıklarını, ama Avrupa Birliği’ne girmek için müzakerelere başlamak için yeterince şey yaptıklarını gören başkaları da var.
Sonra bir dizi olay oldu: Ergenekon, kapatma davası, eşi başörtülü olduğu için Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını engelleme girişimi. Bence bu Erdoğan’ı ve AKP içindeki diğerlerini, Türkiye’deki geleneksel elitin asla yönetmelerine izin vermeyeceğine ikna etti; buna verilen cevap güç ve baskı uygulamak, devlet kurumlarını AKP’nin lehine eğip bükmek ve içini boşaltmak oldu.
Sonuçta, elinizdeki şey aslında prosedürel seçimlere sahip otoriter bir devlet.
Hiçbir zaman çözülemeyen siyasi ve toplumsal sorunlar ve kutuplaştırma, böl ve yönet politikası izleyen Erdoğan, 100. yıldönümüne birkaç ay kala Türkiye’yi bu hale getirdi.
Seçimlerle ilgili en olası senaryonuz nedir? Ne bekliyorsunuz?
Erdoğan’ı asla göz ardı etmem. Erdoğan’ı asla hafife almayın. Kazanabilir. Bence toparlanmaları ve bir zafer kazanmaları tamamen mümkün. Yeterince hile yapabilirler, ya da bence kaybettiğinin açık olması ve gitmemesi; bir zafer iddia etmesi olasılığı. Bence bu iki şey de gayet mümkün. Temiz bir Kılıçdaroğlu muhalefeti zaferi, bana göre en az olası senaryo.
_______
Steven Cook, Dış İlişkiler Konseyi’nde Orta Doğu ve Afrika Çalışmaları Kıdemli Araştırmacısı. Aralarında “Fall Stone: protest, democracy and violence in the Middle East” ve “Ruling but not governing the military and political development in Egypt, Algeria, and Turkey”in de bulunduğu birçok kitabın yazarıdır.