Türkiye son yirmi yılın en önemli seçimiyle karşı karşıyayken, bir yıl önce bile istikrarlı görünen bölgesel statüko artık tartışmalara iyice açık görünüyor.
İktidardaki AKP’nin hakim olduğu kurumlar, muhalefetin olası zaferinden birkaç hafta sonra, yerleşik patronaj sistemlerinin çözülmesi ihtimaliyle karşı karşıya.
AKP seçimden zaferle de çıksa, veya Erdoğan’ı iktidarda tutmak için idari gücünü kullanarak sonuçları tahrif de etse, hükümet ve muhalefet içindeki rakip gruplar istikrarsızlığın süreceği bir siyasi sistemde avantaj elde etmek için manevra yaptıkça, yerleşik iktidar yapılarının görünür kırılganlığı kargaşa yaratacak.
Safları sıkılaştırmış bir muhalefet ve Türkiye devletinin karşı karşıya olduğu muazzam zorluklar karşısında AKP’nin yürüttüğü kampanyanın kayıtsızlığı, Erdoğan’ın iktidar yapısı içindeki “stratejik amaç eksikliğine” işaret etmekte.
Şubat 2023 depreminin yıkıcı şoku, yaygın enflasyon, PKK tehditlerinin kontrol altına alınması ve Kuzey Suriye’deki askeri pozisyonun sürdürülmesi, Türkiye devleti için önümüzdeki yıllarda hükümetlerinin manevra alanını kısıtlayacak stratejik ikilemleri temsil ediyor.
Bu zorlukların ezici doğası muhalefet koalisyonu içinde de gerginliklere yol açıyor. Meral Akşener’in, CHP’nin Kemal Kılıçdaroğlu’nu seçmesi üzerine muhalefetin “Altılı Masa” ittifakından çekilmesi ardından, İyi Parti’nin muhalefetin stratejisi üzerinde daha fazla etki kazanmasına yol açacak şekilde, birkaç gün sonra tersine döndü.
Bu durum, AKP sonrası hükümetin bu kadar geniş bir ideoloji yelpazesi içinde, açıkça ihtiras dolu kişiliklerle birleşik bir koalisyonu sürdürmesinin ne kadar zor olacağını gösteriyor.
HDP’nin kendi cumhurbaşkanı adayını çıkarmama konusundaki istekliliği Kılıçdaroğlu’na yardımcı olacak. Bununla birlikte, CHP’nin HDP’nin ve Kürt seçmenlerinin taleplerini İyi Parti’nin temsil ettiği vahşi Türk milliyetçiliği ile dengelemekte karşılaşacağı zorluk, herhangi bir iktidar koalisyonu içinde, Kılıçdaroğlu başkanlığındaki bir partinin hukukun üstünlüğünü yeniden tesis etmek ve Türk ekonomisini onarmak için gereken reformları uygulama kabiliyetini kaçınılmaz olarak felce uğratabilecek gerilimler yaratacaktır.
AKP’nin seçim yenilgisi veya iktidar yapılarının istikrarsızlaşması ihtimali, AB’yi Türkiye’ye dair stratejik yaklaşımının altındaki çelişkilerle yüzhyüze getirecektir.
Türkiye’nin AB’ye tam üyelik başvurusunu kapsayan katılım süreci yürürlükte kalmış, ama Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP ile ilişkiler son on yılda kötüleşmişti. Gümrük Birliği gibi AB-Türkiye ilişkilerinin mevcut temelleri durgunlaşırken bile katılım sürecinin nominal olarak aktif kaldığı hassas bir denge, Türk ve AB liderleri arasındaki şüphenin yeniden canlanmasından kaynaklanmıştı.
Müzakerelerin başladığı 2005 yılından bu yana Fransa ve diğer AB ülkelerinde çoğunluğu Müslüman olan bir devletin tam entegrasyonuna karşı duyulan derin isteksizlik katılım sürecini yavaşlatmıştı.
AB içindeki yaygın yabancı düşmanlığı, AKP ve MHP saflarında, baştab Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, Türkiye yönetiminin ülkenin büyük güç olma hedeflerine doğrudan bir tehdit olarak ilan ettiği Batılı etkilere yönelik düşmanlıkta da karşılığını bulmakta.
Türkiye ve AB ülkelerinin iç politikalarının birbirleriyle iç içe geçmişliği, bu gerilimleri daha çok besledi. AKP, MHP ve HDP’nin Türk ve Kürt diasporalarının desteğini harekete geçirme çabaları, AB içinde bu tür göçmen toplulukların anavatan siyasetine odaklanmasının AB üye devletleri üzerinde yaratabileceği yıkıcı etkiye ilişkin endişeleri de arttırdı.
Türkiye’de seçimler yaklaşırken, SPD Genel Sekreteri Lars Klingbeil’in Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı son görüşmeler gibi girişimlerle AB’deki iktidar partileri tarafından Türkiye’deki muhalefete verilen açık destek, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Türkiye’de rejim değişikliğini teşvik etmek üzere tasarlanmış düşmanca eylemler olarak yorumlandı.
Brüksel ve Ankara’daki liderler AB-Türkiye ilişkilerinin kötüleşmesinden duydukları üzüntüyü dile getirirken, Türkiye’nin AB sistemine entegrasyonunun dondurulması, her iki tarafın da işine geldi.
Batı etkisine şüpheyle yaklaşan seçmenlerin desteğini harekete geçirmenin yanı sıra, Yunanistan ile deniz sınırı anlaşmazlığı veya diaspora toplulukları arasındaki çatışmalar gibi konularda AB ile gerilimi tırmandırma çabaları, devlet üzerindeki hakimiyetini sağlamlaştırmaya odaklanan Erdoğan’ın, AB katılım sürecinin merkezinde yer alan, hukukun üstünlüğünü güçlendirmeye yönelik tedbirler konusunda aksi yöne gitmesini de sağladı.
Türkiye’nin üyeliği konusunda bölünmüş olan AB kurumları için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batı’ya yönelik düşmanlığı, ilişkilerde on yıldır süren çıkmazdan AKP’yi sorumlu tutmayı kolaylaştırdı. Türkiye’nin AB ile uzun vadeli ilişkisinin ne olması gerektiği konusunda arama amaçlı bir tartışmayı da engelledi.
Prensipte Batı’ya daha az düşman olan Türk muhalefet partilerinin seçimlerde iktidara gelme şansını taşıması, AB’nin Türkiye’ye yönelik stratejisini yeniden değerlendirmeyi süresiz olarak ertelemesini çok kolaylaştıran durağanlığını kırmaya başlıyor.
Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki bir CHP koalisyon hükümeti, Türkiye’nin ekonomisini ve güvenliğini istikrara kavuşturmak için kilit bir adım olarak AB ve üye devletlerle – Yunanistan ve Kıbrıs dahil – ilişkileri geliştirmeye çalışacaktır.
AB ile daha yakın ilişkiler kurmaya yönelik böyle bir hamlenin, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi de dahil olmak üzere, Avrupa entegrasyon sürecinin sunabileceği yatırım, ekonomik büyüme ve vizesiz seyahate erişim yoluyla Türk seçmenlere fayda sağlamak amacıyla katılım müzakerelerini canlandırma çabasını da içermesi muhtemel.
Brüksel, daha derin ticari ve düzenleyici entegrasyonun bölgesel gerilimlerdeki azaltma etkisini memnuniyetle karşılayacak olsa da, Türkiye’nin üyelik perspektifinin canlanması ve Türk vatandaşlarının Avrupa işgücü piyasalarına daha kolay erişimi, aşırı sağ popülist AB partilerinin Müslüman karşıtı önyargıları körüklemek için bir kez daha kötüye kullanabileceği, “Türkiye’nin AB sistemindeki konumu” tartışmalarını yeniden canlandıracaktır.
Bir yanda Türkiye’nin AB pazarına entegrasyonun temelleri atılırken, öte yanda aşırı sağ partiler tarafından yönlendirilen potansiyel bir popülist tepkiye karşı koyma arasında bir denge bulmak, Türkiye’nin AB sistemine entegrasyonunun ne kadar ileri gitmesi gerektiği konusunda hala net bir fikir birliği sağlayamamış olan AB kurumları için hayli çetin bir mücadele olacaktır.
Dahası, Türk muhalefeti bir sonraki seçimleri kazansa bile AB ile Türkiye arasındaki ilişkilerde gerilim noktaları olmaya devam edecek. Muhalefet koalisyonunun zafer kazanabilmesi için Meral Akşener ve diğer İyi Parti liderlerinin, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Kıbrıs’ı rahatsız etmeye devam edecek toprak taleplerini destekleyen milliyetçi seçmenlerin oylarını çekmesi gerekiyor.
Ülkelerindeki iç savaştan kaçan Suriyelilere yönelik Türkiye içindeki yaygın düşmanlık da CHP ve İyi Parti’deki bazı isimlerin mültecilerin toplu olarak Suriye’ye sınır dışı edilmesini önermesine yol açtı, ki bu da muhtemelen ülkedeki pek çok kişiyi AB’ye kaçmaya teşvik edecek.
Kürtlerin siyasi veya kültürel isteklerine yönelik herhangi bir tavize karşı İyi Parti’nin içgüdüsel düşmanlığı, Kürt yanlısı AB hükümetlerinin yanı sıra yeni bir Türk hükümet koalisyonunun diğer parçalarıyla da gerginlik yaratabilir.
Muhalefet 14 Mayıs’ta kazansa da, AKP seçim sürecini manipüle ederek ayakta kalmayı başarsa da, AB ile Türkiye arasındaki ilişkiler bir kez daha gergin bir dinamizm dönemine girmeye başlıyor.
Tartışmalı bir seçim sonucu ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın destekçileri ve muhalifleri arasındaki çatışmanın tırmanması, Türkiye içinde sınır, ticaret ve diaspora bağlantıları yoluyla AB’yi hızlı bir şekilde etkileyecek bir istikrarsızlık yaratabilir.
Muhalefetin açık bir zaferi, AB’yi, Türkiye’nin Avrupa entegrasyonundaki yeri konusunda, AB hükümetlerinin on yılı aşkın bir süredir kaçınmaya çalıştığı köklü tercihlerle karşı karşıya bırakacaktır.
Türkiye’yi dönüştürebilecek seçimlere sadece birkaç hafta kala, AB genelindeki politika üreticilerinin Ankara – Brüksel ilişkilerinin hangi yönde ilerlemesi gerektiğine dair tartışmalara daha aktif bir şekilde katılmaları gerekmekte.
Tüm gerilim noktalarına rağmen, Tek Pazar’a entegrasyon yolunda başarılı olunması, Türkiye’de iktidara gelmesi olası yeni koalisyonun hukukun üstünlüğünü güçlendirecek reformlar yapmasını teşvik edebilir.
Türkiye’deki ilişkiler konusunda halihazırda bir politika mutabakatı bulunmadığı takdirde AB, stratejik açıdan son derece önemli bir komşu ülkedeki değişimin hızına yeterince hızlı tepki verememe riski ile karşı karşıya.
AB tek başına Türkiye’nin gelecekteki rotasını belirleyemez. 14 Mayıs’ta nasıl bir ‘Yeni Türkiye’ye sahip olacaklarına karar verecek olanlar Türk seçmenler ve kurumlarıdır.
Yine de, daha kucaklayıcı bir AB, daha demokratik bir Türkiye’nin yeniden inşasına yardımcı olmak için çok şey yapabilir: Risksiz olmasa da, böylesi bir stratejik cömertliğin muazzam ödülleri daha güçlü bir Türkiye ve daha dirençli bir AB olacaktır.
———
Yukarıda ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve Free Turkish Press’in görüşlerini yansıtmamaktadır.