2017’de bir dikta rejimi inşa edildi, ama işlemedi. 14 Mayıs’ta bu rejimin tasfiye edilmesi kesin görünüyor.
Hangi sebepten?
Dört sebep, bu tasfiyeyi kaçınılmaz kılıyor.
Birincisi uluslararası konjonktür. Rejim, ABD-AB ekseni, yani demokrasilerle doku uyuşmazlığı yaşadı. Avrasyacılığa yani Rus otokrasisine ve Putin’e mahkûm oldu. Şimdi onunla birlikte tasfiye ediliyor.
İkinci sebep yönetimle alâkalı. 2017 düzeni çok partili-parlamenter mekanizmaların yerine merkez ve taşra bürokrasisini ikame etti. Ortaya çıkan denetimsiz bürokrasi, kendi çıkarına odaklandığı için halkı dışarda bıraktı. Baksanıza rejimin bir Kızılay başkanını bile değiştiremeye gücü yetmiyor. Parti teşkilatları ve parlamenter temsil devre dışı kaldı; cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı verilen bürokratik otokrasi toplumdan gelen talepleri işleyip kamu hizmetine dönüştüremedi. Kısaca sistem çalışmadı.
Üçüncüsü: Sistem yerleşik siyasî gelenekleri, ideolojik kimlikleri yerle bir etti. Dağınık ve birbirine zıt muhalefeti tek cephede birleştirdi. MHP ile HÜDA PAR’ı bir safa, İyi Parti ile HDP’yi karşı safa yerleştiren “Başkan seçimi”, kendiliğinden siyasî farklılıkları ve geleneksel karşıtlıkları törpülemiş oluyor. İki cepheli siyaset 2017 rejiminin eseri ve şimdi kendi kendisini yok ediyor.
Sonuncusu rejimin düşman üretme kapasitesiyle alâkalı. Otokrasi eski düşmanlarla veya icat ettiği yenileriyle inandırıcı bir savaş yürütemiyor. İki cepheli kutuplaşmada siyasî rekabetin, daha doğrusu siyaset savaşının tozu toprağı arasında “terör” gibi düşmanlar bile silikleşiyor, anlamını kaybediyor.
Son on yılda ülkeye egemen olan “düşman siyaseti”nin iflası anlamına geliyor bu durum. Otokrasiler varlığını sürdürebilmek için ekmek gibi su gibi düşmana muhtaçtır. Çünkü düşman üretmek etkili bir iktidar sürdürme tekniğidir. Altını çizelim: Düşmanlarla savaşmak için değil, denetimsiz ve kontrolsüz bir güce sahip olmak için. Gerçekte düşmanlarla en iyi savaşan rejimler demokrasilerdir. Antik Yunan Medeniyeti amansız düşmanlarıyla demokrasi içinde kalarak savaştı, II. Dünya Savaşı’nda demokrasiler galip geldi; koskoca Türk Milleti, yedi düvele karşı en imkânsız savaşını Ankara’da kurduğu bir demokrasi ile vererek istiklalini kazandı. Bu yüzden her ne zaman “düşmanlar” diye söze başlayan biriyle karşılaşırsanız, bilin ki denetimsiz bir gücün ve iktidarı peşindedir.
Siyaseti düşman tanımına, oradan hukukun üstüne çıkıp istisnai duruma karar vermeye dayandıran Carl Schmitt’e 2017 rejiminin teorisyeni olarak müracaat edebilirsiniz. Kısaca bu bakış açısına göre siyasetin özü düşmanın kim olduğunu belirlemekten ibarettir. Düşmanlarınız ortadan kaybolursa sizin de bir anlamınız kalmaz, buharlaşıp yok olursunuz.
Düşmanlarınız çoksa demokrasiniz ve hukukunuz azalır. Şehrin etrafı düşmanla çevrili iken, özgürlükler askıya alınır, sokaklarda zaptiye dolaşır. Bu yüzden, otokratlar, yani dediğim dedik muktedirler habire düşman üretir. Hayalî düşmanlar üretmek ve bu düşmanlarla süreli savaş halinde olmak otokrasilerde rutin bir iktidar tekniğine dönüşür. Maaşını devletten alan vaizler minberlerde “düşmanlarımızı kahret, devletimizi muzaffer kıl” diye dualar ederken “hak-hukuk-adalet-özgürlük-insan onuru” kendini gerçekleştirecek bir ifade alanı bulamaz.
Olacak olanları, olmuş olanlardan çıkartabilirsiniz. Seçime girerken iktidar sınırlarımız dışında iki düşmanı görünür hale getirmek ve onlarla bir savaşa tutuşmak için çok esaslı çaba harcadı. Biri Yunanistan, İkincisi de Kuzey-Doğu Suriye idi. Seçime iki hafta kaldı ve ikisi de bugüne kadar kendilerine verilen role yanaşmadı veya uluslararası aktörler bu tezgâha izin vermedi.
Seçim sonucunu öngörmek için anketlerden çok iktidarın düşman üretme çabalarının karşılıklarını takip etmenizi öneririm. Muhalefetin olağanüstü yapıcı ve uzlaşmacı dilinin seçim atmosferine egemen olması sonucu kesin bir dille haber veriyor. Hatırlatmakta yarar var. Kişiler ölümlü, kurumlar kalıcı. Bu seçim kerameti kendinde menkul bir bürokratik otokrasi ile uzlaşmacı- hukuka dayanan ve denetime açık anayasal parlamenter demokrasi arasında geçiyor.
Otokrasi düşmanlarını kaybetti, demek ki iktidarını da kaybediyor.
Yukarıda ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.