Böyle bir sorunun seçim denklemine dahil olması, bu soruya verilecek muhtemel cevaplardan daha önemli.
Çünkü cevap son derece basit: “Arkalarına bakmadan giderler.”
Hatta Ahmet Kaya’nın şarkısındaki gibi “yakıp yıkarak”, “kafalarına sıkarak” değil, “tıpış tıpış” giderler.
Değişmez kural her devir için geçerli: “Mahkeme kadıya mülk değil.”
İnsanlar gibi iktidarlar da ölümlü. Gitmeyip de ne yapacaklar?
Mesele bu sorunun geç kalmış Mayıs güneşi gibi seçim gündeminde yükselmesi ve Cumhur İttifakı oylarını eritmesi. İçinde kof bir tehdidin yer aldığı bu sorunun telaffuz edilmesi ve tartışılması iktidar için ciddi bir zaaf belirtisi ve yükselen muhalefetin yelkenlerini dolduran kuvvetli bir rüzgâr gibi. İstanbul’da tekrarlanan belediye başkanlığı seçiminde ilave 800 bin oyun gerekçesini hatırlayın.
İktidar “giderler mi?” sorusunun yaktığı kazana “darbe” laflarıyla odun taşıyarak kendi aleyhine çalışıyor, muhalefet tedirginliğini ifşa ederek bastığı zemini tesviye ediyor.
İkisi de irade dışı görünüyor.
Peki bu soru neden soruluyor?
İlk sebep “bilme” ile “inanma” arasındaki derin farktan kaynaklanıyor. Hepimiz öleceğimizi biliyoruz, ama hiç kimse öleceğine inanmıyor.
Demokrasi sayılar rejimi. İktidarı tepetaklak edecek sayı birikmiş durumda, biliyoruz ki gidecekler. 21 yıllık alışkanlıklara, süren şaşaalı saltanata, bütün görgüsüzlüğü ile gözümüze sokulan iktidar kibrine bakarak gideceklerine inanamıyoruz.
Gideceklerini biliyoruz, ama inanmıyoruz.
İkinci sebep yaklaşık 35 yıl önce Cezayir’de İslâmî Selamet Cephesi (FIS)’in ezici çoğunlukla seçim kazanmasıyla tartışılmaya başlanan demokrasi paradoksunun 14 Mayıs’taki karşılığı: “Demokratik yoldan iktidara gelen İslâmcı partiler, demokratik yoldan gitmeyi kabul etmezlerse ne olur?”
1990’da Batı demokrasileri bu paradoksu İslâmcı iktidara karşı dikta yönetimlerine destek vererek çözmüşlerdi. Türkiye’de aynı paradoks güya fiilen 14 Mayıs’ta karşılığını bulacak.
Gönlünüz ferah olsun, bizim böyle bir açmazımız yok. Demokrasi tecrübemiz, iktidarı sandıkla göndermek için yeterli. Daha ötesi mevcut iktidarın “İslâmcı” vasfı bile kalmadı. O kadar kişisel bir iktidar mimarisi oluştu ki, ideolojiler eklektik bir dizilim içinde bile bu mimaride kendine yer bulamıyor.
Baksanıza ilkel bir ulus devlet tek tipçiliği ile kadınlar üzerinde iktidar hakkı talep eden kaba bir maçoluk, şekilci-geleneksel Muaviye dindarlığı “ne olsa gider” diye birbiriyle harman oluyor.
Ayrıca kendilerini “halka ve sandığa rağmen” iktidarda tutacak polis gibi asker gibi bir silahlı güce sahip değiller. O kadar efsaneye rağmen paramiliter bir örgütlenmenin sesi de duyulmuyor.
Son olarak: Korku her zaman dağların tepesinde bekler; yükseklerde yaşayanların korkusu da amansız olur. Sandığa rağmen iktidarda kalacak yürek kimde var?
21 yıllık AK Parti iktidarı 2015 seçimlerinde doğal ömrünü tamamlamış ve sandıkta seçimi kaybetmişti. Yapabildikleri 7 Haziran ile 1 Kasım arasında bu ülkenin başına gelenler oldu.
O gün sandığın hükmüne uyulsaydı, Türkiye son sekiz yılını, büyük ve ağır bedeller ödeyerek, sağa-sola savrularak geçirmezdi. Şu ekonomik kriz hiç yaşanmazdı. Bugün halktan gelen tepkilere bakılırsa deniz tükenmiş, dersler fazlasıyla çıkartılmış görünüyor. Aksine tek bir işaret yok.
Dikkat ederseniz 14 Mayıs için siyasî ferasete bütünüyle aykırı “darbe” lafı, sadece iktidarın bürokratik kanadından, bakanlarından ve danışmanlarından geliyor. AK Parti temsilcileri, partili sıfatı ile iş görenler siyasî içgüdüleri ile bu söylemin uzağında duruyorlar ve sandığın hükmüne uyacaklarını vurguluyorlar.
Neden?
Bürokrat amirdir, emir verir. Politikacı halkın peşine takılır. AK Partili bürokratlar, dişlerini gösterecek kadar bile tebessüm etmemeye kararlı, emir vermeye alışmış, birbirinin tıpkısıyla kopyası yüzlerle halktan oy isterken gücün en sevimsiz halini seçim meydanlarına, televizyon ekranlarına taşıyorlar.
21 yıllık iktidarın siyasi birikimi ve aklı değil, dar çıkar şebekelerinin bürokratik kafası iktidarı temsil ediyor. Lider kültü örgütlü inisiyatifleri, akılcı ve koordineli bir stratejiyi imkânsız kılıyor. 21 yılın metal yorgunluğu ve hizmet yerine sürekli kriz üreten siyasal sistem kaçacak saklanacak ve bu seçimi de atlatacak alan bırakmıyor.
“Giderler mi?” sorusu, bir siyasî partinin iktidardan düşüşünü değil, bir çıkar şebekesinin her şeyini kaybetmeye hazır olup olmadığını gündemde tuttuğu için Muhalefetin bastığı zemini ağır bir silindir gibi üzerinden geçerek sağlamlaştırıyor.
Bu yüzden tek doğru cevabı bilerek sormaya devam edebilirsiniz: Giderler mi?
Yukarıda ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.