“İyi olan kazansın” temennisinin, 62 küsur milyon insanın kendi kaderi hakkında karar verdiği seçimde bir karşılığı yok. Çıkarları, umutları, beklentileri uzlaştırarak en yüksek sayıya ulaşan seçimi kazanıyor. Hele bizdeki gibi % 50+1’i alanın her şeyi kazandığı düzende siyaset basit bir hesap kitap, toplama çıkarma işine dönüyor. Bize özgü değil, günümüz demokrasilerinin tamamında aynı mantık işliyor.
Seçime giren siyasî partiler arasında açık ara kaybeden sadece AKP var. Diğer partiler üç aşağı beş yukarı oylarını muhafaza ederken bu parti % 42’den % 35’e gerileyerek % 7 oy kaybetti. 14 Mayıs için kafa yorulması gereken temel sorun seçimin kaybedeni olan bu partinin genel başkanının % 49 küsur oy alması. Siyasetin kurumları, yani partiler ile liderler arasındaki uçurum çok büyük. Ancak yine de bir paradoks var: Erdoğan, MHP ile ve diğer bileşenlerin ilave ettiği oylarla % 49’un üzerine çıkmış. Demek ki partiler ve siyasî gelenekler halâ devrede.
Bu tablo içine iktidar partisinin devlet imkânlarını ve reklâm araçlarını seferber ederek yürüttüğü kampanyanın getirilerini koyamazsınız. Erdoğan’ın aldığı oy, tabandaki dinamiklerin değil, şemsiyesi altına aldığı partilerin bileşiminin eseri. En fazla da MHP’nin başarısı.
İktidar cephesinde durum bu kadar durmuş oturmuş bir netlikte gözüküyor. Muhalefet cephesi ise çok farklı dinamiklere teslim olmuş durumda.
MHP, İYİ Parti, BBP ve Sinan Oğan’ın kendisini aday gösteren ATA İttifakını ikiye katlayan oylarını dikkate alınca siyasî yelpazeye % 26 civarında Ülkücü seçmenin yerleştiği görülüyor. 1970’lerden bu yana Ülkücülüğün temel istikameti gündeme gelen sorunlara karşı tutum takınmaktır. Gençliğimizde biz buna “reaksiyoner tavır” derdik. Bugünün reaksiyoner tavrı uzun zamandır PKK’ya, bugün ise Suriyeli mültecilere yönelmiş durumda. Sinan Oğan tek başına ikinci sorunun sözcülüğünü üstlenmiş görünüyor. Reaksiyon her zaman duyguyu realitenin önüne koyar, çünkü tepkiler öncelikle duygusaldır, mantık sonradan devreye girer.
“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin kurumlaştırdığı otokrasinin, yani % 50+1’i alan kişinin her şeyi kazandığı sistemin yol açtığı kutuplaşma bu reaksiyoner tavırları yumuşatamıyor. Ülkücü oylar neredeyse ortadan ikiye bölünerek karşıt cephelere ayrılmış olsa da, bulundukları yere yerleşip kök salmış değiller. Geri kalanını siyasetin aday faktörü, geleneksel ilişkiler, lider-parti istikameti ve memleketin ekonomik sorunları başta olmak üzere sistem krizleri gibi diğer parametreleri belirliyor.
İkinci turda Millet İttifakı’nın aradaki Sinan Oğan oylarına odaklanacağı belli. Ülkücülerin ve ülkücülüğün merkeze yerleştiği bir söylem seçim atmosferine egemen olacak. Bu konuda iki tarafın şartları ve irtifaları eşit. Yaratıcı siyaset örnekleri beklemeliyiz.
Sonuca etki edecek asıl önemli dinamik Cumhur İttifakının iç çelişkisinin yol açtığı zaaflar. Cumhur İttifakının, doğrudan başkanlık sisteminin eseri olan örgütsel zaafları çok güçlü bir şekilde devreye girebilir ve Erdoğan oylarını aşağıya çekebilir.
Ne gibi?
Başkanlık sisteminde yasama yetkisinin yürütmeye geçmesi Meclis’i, dolayısıyla milletvekillerini, daha ötesi milletvekilleri ile halk arasında aracılık yapan parti teşkilatlarını anlamsız ve önemsiz hale getirdi. Bu durum iktidar cenahında bilhassa AKP için geçerli. Parlamenter sistemde hacet kapısı olan Meclis ve iktidar partisi teşkilatları bütünüyle devre dışı kaldı. AKP oylarındaki trajik düşüş, bu durumun eseri. İkinci turda kendi işlerini bitirmiş, alacağı oyu almış milletvekillerini, yapacağını yapmış parti teşkilatlarını tekrar sahaya sürmek ve etkili bir kampanyanın taşıyıcı unsuru haline getirmek çok zor. Nitekim basına yansıyan haberler AKP merkezinde bu soruna çözüm arandığını gösteriyor.
İkinci tur Erdoğan için çantada keklik değil. AKP’nin zaafları ve muhalefetin yaratıcılığı sonucu değiştirebilir. Vatandaşın oyu kimsenin cebinde durmuyor. Hatırlayın: 2015’te tekrarlanan seçim kısa zamanda siyasî tercihlerde radikal değişiklikler olabileceğini kanıtlamıştı.
Siyasetin risk almaya dayanan bir kumarbazlık tarafı her zaman vardır. Şimdi söz konusu olan kartların yeniden dağıtılması değil, yeniden karılması.
Roma çağında “Carthago delenda est” (Kartaca yıkılmalıdır) sözü uzun süre sadece edebiyatı yapılan bir temenniden ibaret kaldı. Kartacayı yıkan ise genç bir Romalı komutanın inanılmaz cüreti oldu.
Yukarıda ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.