Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 28 Mayıs’ta üçüncü dönemini garantilemesi ve muhalefeti kesin bir yenilgiye uğratmasının yarattığı şok, yerini büyük ölçüde Erdoğan’ın yeni döneminin özellikle dış politikada ne anlama geleceğine dair sorulara bıraktı.
Erdoğan’ın şu anda iki önceliği var: Türkiye’nin geleneksel Batı çıpası ABD’nin politika ayrıcalıklarına bağlı olmayan, küresel olarak daha iddialı bir varlık göstermesini sağlamak ve ilk hedefine hizmet etmek için Ankara’nın NATO ve Avrupa Birliği gibi Batı kurumları içindeki konumundan yararlanmak.
Her ikisini de başarmak için öncelikle Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Rusya’sı ile giderek derinleşen bağlarını vurgulamaya devam edecek.
Erdoğan, Ankara’nın Ukrayna’da Rusya’nın kontrol altına alınmasında oynadığı hayati rolün altını çizerek, özellikle de silah satışları yoluyla Türkiye’nin Batı için temel önemini vurgulayacak. Çatışmanın başlangıcından bu yana Ankara Kiev’e Türk yapımı TB2 insansız hava araçları sattı. Ayrıca Rusya ile bir tahıl sevkiyatı anlaşmasına aracılık ederek Ukrayna tahılının dünya pazarlarına satışını kolaylaştırdı, ve muhtemel bir dünya gıda krizini önledi.
Dahası, Kosova’da Sırp saldırganlığının yeniden başlamasıyla Balkanlar’da artan gerilim, Ankara’nın istikrarı güçlendirmede kilit rol oynama isteğini şimdiden ortaya koymasına da neden oldu.
Erdoğan ayrıca Avrupa Birliği’ne Türkiye’nin Avrupa’ya yönelik göç ve mülteci akınlarına karşı bir siper olmaya devam edeceğini vurgulamaya da devam edecek.
Karşılığında ise Avrupa’dan, Türkiye’nin Avrupa pazarlarına mevcut erişiminin iyileştirilmesi, Türkiye vatandaşlarının Schengen bölgesine vizesiz seyahat edebilmeleri için fırsatların araştırılmasını isteyecek ve Türkiye’nin demokratik yönetişim eksikliğinin eleştirilmemesine saygı gösterilmesini talep edecektir.
Erdoğan’ın işi uzattığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Avrupa Erdoğan’ın devamlılığına hazır, ve büyük ölçüde de minnettar. Avrupa Birliği seçim zaferinin ardından Erdoğan’a övgüler yağdırdı, ve Avrupa’nın merkezine mülteci göçünü engellemek uğruna Erdoğan’ı memnun etme fırsatı karşısında ağzı sulanıyor.
Washington’daki tablo da hemen hemen aynı. Biden yönetimi de Ankara ile samimi bir ilişki sürdürmeye hevesli. Türkiye, kullanım süresi açısından aşınmış hava kuvvetleri için yeni F-16 savaş uçakları almak istiyor. Ancak talepleri temelde bu kadarla sınırlı ve Ankara Washington’la köklü bağlar kurmakla ilgilenmiyor,
Başkan Joe Biden iki nedenden ötürü Erdoğan’ı razı etmeye çalışıyor:
Erdoğan İsveç’in NATO’ya katılımını onaylamayı kabul ederse, bu Biden yönetimi ve NATO için bir kazanç olarak görülecek.
Ayrıca Beyaz Saray Türkiye’nin tamamen Putin’in etkisi altına girmesini de istemiyor. Türkiye bir yerden jet almak zorunda; bu Batı olabilir.
Şimdi gözler, ittifakın Temmuz ayında Litvanya’nın Vilnius kentinde yapılacak zirvesinde İsveç’in NATO üyeliğine yeşil ışık yakıp yakmayacağını görmek için, Erdoğan’ın üzerinde. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Türkiye’nin onayını almak için Erdoğan’ın yemin törenine katıldı.
Biden ve ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Stoltenberg’den önce Erdoğan’ı seçim zaferinden dolayı tebrik ederken, üyeliğin bir an önce onaylanması için Erdoğan’a yüksek sesle çağrıda bulundular.
Ancak Erdoğan’ın bunu daha da ileri götürebileceğine dair endişeler de devam ediyor. Türkiye kısa bir süre önce İsveç hükümetinden Erdoğan’ın yeniden seçilmesini İsveç parlamento binasına PKK bayrağı yansıtarak protesto eden Kürt göstericilere karşı harekete geçmesini talep etti.
Ancak, nihayetinde Türkiye’nin İsveç’in üyeliğini onaylaması muhtemel, çünkü Ankara’nın Washington’daki kongre üre üyelerine F-16 satışını onaylatabilmesinin tek yolu bu.
Tüm bu hesaplamalarda hem Brüksel hem de Washington bir dizi bireysel politika hedefine ulaşmaya çalışıyor.
Ancak net olarak oyunun kazananı, Erdoğan.
Batı ile ilişkilerin tonunu, rengini ve gündemi o belirliyor. İlişkilerin temelden sıfırlanmasını ya da yeniden tasarlanmasını istemiyor.
Batı’yı hayal kırıklığına uğratacak şekilde, Erdoğan bölgesel nüfuzunu arttırmaya devam edecek.
Fakat bunu yapabilmesi büyük ölçüde Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığına son verme ve bölgesel güçlerle bağlarını yeniden inşa etme ölçüsüne bağlı olacak.
İkinci durumda (şıkta) Erdoğan; Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve İsrail ile – hepsi 2022’de olmak üzere – bir yakınlaşma başlattı bile. Türkiye’nin nakit sıkıntısı çeken Merkez Bankası’na para yatırmaya devam etmek ve Türkiye ekonomisine yatırım yapmak için bu güçlere güvenmek zorunda kalacağı için, bu ilişkileri geliştirmesi gerekecek.
Erdoğan, ülkesinin ekonomisini istikrara kavuşturmak için Uluslararası Para Fonu’nun kapısını çalmayacak. Bunu yapması, yolsuzluklarla dolu olduğu için, devlet harcamalarının defterini açması anlamına gelir. Ancak bölgesel güçlere yaklaşabilir ve onları Türkiye’ye yatırım yapmaya ikna edebilir, özellikle de Türkiye’nin varlık fonunun önemli varlıklarını satarak.
Suriye’de Erdoğan’ın Putin’e yaslanması gerekecek. Fakat Erdoğan’ın on yıl boyunca devirmeye çalıştığı Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Erdoğan’ı memnun edecek bir hali yok. Esad ise Suriye’deki iç savaşın sona ermesini isteyen Putin’e borçlu.
Erdoğan, ülkesindeki seçmenlere bir kazanım olarak satabileceği önemli sayıda Suriyeli mülteciyi ülkelerine geri göndermeye hevesli olsa da Esad bunun karşılığında ne isteyecek? Şu: Tüm Türk askerlerinin Suriye’den çıkması.
Erdoğan’ın yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın faydalı olabileceği alanlardan biri de bu. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) eski başkanı Fidan, 2022’de Suriye hükümetiyle ilişkileri normalleştirmeyi amaçlayan tüm üst düzey toplantılara katılmıştı. Bununla birlikte Fidan hakkında nispeten az şey biliyoruz. Kariyeri boyunca kamuya açık hiçbir röportaj vermedi ve Erdoğan’a hizmet ederken her zaman düşük bir profil çizdi.
Fidan 2010’ların başında PKK ile barış görüşmelerinin yürütülmesinde önemli bir rol oynadı, ve Türkiye’yi yeniden Batı’ya sıkı sıkıya bağlamakla pek ilgilenmiyor. Daha önce MİT’e atanması İsrail’in o dönemki savunma bakanı Ehud Barak tarafından eleştirilmiş ve Barak Fidan’ı İran’la yakın ilişkiler içinde olmakla suçlamıştı.
Bu suçlama doğrulanmamış olsa da Fidan’ın dışişleri bakanı olarak atanması, Türkiye’nin ilişkilerini güçlendirmeye çalıştığı İsrail hükümeti tarafından olumsuz yorumlanabilir.
Dünya görüşü ne olursa olsun, Fidan muhtemelen Erdoğan’ın önceliklerini paylaşıyor ve iyi bir asker. Selefi Mevlüt Cavuşoğlu’na kıyasla Fidan ölçülü ve amaca odaklı.
Yine de Erdoğan Türkiye’nin dış politikasını kendi uygun gördüğü şekilde yürütmeye devam edecek. Erdoğan 2017’den bu yana gücü ve karar alma mekanizmasını, 1920’lerde Atatürk tarafından ilan edilen parlamenter sistemi bir kenara iten yeni bir cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde merkezileştirdi.
Ortada bir kabine olmasına rağmen, İçişleri ve Dışişleri bakanı gibi geleneksel pozisyonları işgal eden bakanların kararlar üzerinde siyasi sorumluluğu bulunmuyor. Seçilmiş bir cumhurbaşkanının seçilmemiş atamaları olarak, büyük ölçüde Erdoğan’ın kararlarını uygulamak için oradalar.
Basitçe söylemek gerekirse, Erdoğan ne isterse yardakçıları onu yapar. Fidan’ın mesajını daha iyi satabileceği bir durum da söz konusu olabilir.
Bu yazı FDD‘den kısaltılarak aktarıldı.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.