Parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden seçilmesiyle sonuçlandı. Cumhurbaşkanı’nın para politikası konusundaki görüşleri sıklıkla “alışılmışın dışında” olarak nitelendirilmekte. Erdoğan çift haneli enflasyonla faiz oranlarını yükselterek mücadele etmek yerine, Merkez Bankası’nın faiz oranlarını düşürmesini ve böylece enflasyonu körüklemesini savundu ve uyguladı.
Seçimler öncesinde Erdoğan, kamu sektörü çalışanlarının ücretlerini ve emekli maaşlarını yükselterek bütçe harcamalarını artırdı. Yeniden seçilmesi ardından Türk lirası dolar karşısında rekor düşük seviyeye geriledi.
Türkiye’deki zor ekonomik durum ve Avrupa tek pazarının Ankara için önemi göz önüne alındığında, Erdoğan hükümeti ekonomi politikasının gidişatını değiştirecek mi?
AB ve ABD, Türkiye’nin AB’ye ve genel olarak Batı’ya olan ekonomik bağımlılığını kullanarak Ankara’dan Rusya’ya karşı AB ve NATO yaptırımlarının delinmesini sınırlayacak adımlar atmasını talep edecek mi? Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi Ağı (CATS) ve diğer kurumlardan uzmanlar soruları yanıtladı.
Ana Palacio, İspanya Eski Dışişleri Bakanı, Madrid:
Türkiye ekonomisinin bir düşüş sarmalına girdiğini söylemek abartılı olmaz: Bu durum, sürekli enflasyon, sürekli cari açık, karmakarışık bir para politikası ve başkanı Erdoğan tarafından seçilen Merkez Bankası başta olmak üzere kilit kurumların inandırıcılığını ve bu kurumlara olan güveni tamamen yitirmesi ile kendini göstermekte.
Bu nedenle soru meşrudur. Ancak, Erdoğan seçimleri kazandı. Ve şimdi bunu pekala “açık çek” verilmiş olarak yorumlayabilir – gerçek ve mecazi anlamda. Bu bağlamda Erdoğan’ın ülkenin ekonomi politikasını değiştirip değiştirmeyeceğini ya da nasıl değiştireceğini tartışmak sadece spekülasyondan ibaret.
Türkiye’nin geniş anlamda “Batı”ya olan ekonomik bağımlılığı, ekonominin başka tüm hususların ölçüsü olduğu bir dönemde artık olmadığımız gerçeği ışığında değerlendirilmeli. Jeopolitik gerçekler ABD için farklı olsa da, bugün AB’nin herhangi bir hesaplamada (örneğin göç, Türkiye’nin NATO üyeliği veya Ukrayna’daki savaş) yer alacak önemli stratejik zayıflıkları ve çıkarları var.
Türkiye NATO’nun “ikircikli” bir üyesi olabilir ve demokrasisi – özellikle hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı açısından – gerilemekte olabilir, ancak Akdeniz, Orta Doğu ve Karadeniz’in son derece değişken bağlantılarında Türkiye hesaba katılması gereken bir güç.
__________________
Selim Yenel, Global İlişkiler Forumu, İstanbul:
Mevcut hükümet iktidarda kalmaya devam edeceğinden, faiz oranlarını düşürme politikası muhtemelen devam edecekt. Son aylarda ekonomik istikrarı korumak için özellikle bankacılık sisteminde kullanılan çeşitli sıkı önlemleri daha da radikal önlemler izleyebilir.
Bu politikalar yüksek enflasyonun düşürülmesini zorlaştırmakta ve liranın daha fazla değer kaybetmesi beklenmekte. Hem cari açık hem de bütçe açığı negatif rekorlar kırıyor. Dahası, demokratik reformların gerilemesi Batı’dan gelen doğrudan yabancı yatırımları caydırmakta ve Orta Doğu’dan gelen akışlara bağımlılığı artırmakta.
Rusya’ya olan enerji bağımlılığı, Türkiye’nin Ukrayna’daki savaşa karşı hareket alanını sınırlamakta. Türkiye Rusya’ya yaptırım uygulamamış olsa da yaptırımların delinmesini engellemeye başladı.
Türkiye denge oyununu sürdürmeye çalışacak, ancak belirleyici faktör büyük olasılıkla ekonomi olacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürekli olarak belirttiği gibi (Türkiye) IMF’ye gitmeyecek. Bu durum onun hareketlerini kısıtlayacak ve onu Batı dışındaki ülkelere giderek daha bağımlı hale getirebilecek.
Yine de Erdoğan’ın U dönüşleriyle ünlü olduğunu unutmamak gerekir. Eğer Türk ekonomisinde dramatik bir kötüleşme olursa, gerekli değişiklikleri yapmakta tereddüt etmeyecektir. Yine de muhtemelen merkez bankası ve diğer kurumlar üzerindeki kontrolünü sürdürmeye devam edecek.
_________________
Jens Bastian, Uygulamalı Türkiye Çalışmaları Merkezi (CATS), Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü (SWP), Berlin:
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden seçilen Türk hükümeti için her zamanki gibi iş yapmak bir politika seçeneği olamaz. Ülkenin karşı karşıya olduğu ekonomik zorlukların büyüklüğü ve depremden etkilenen iller için kapsamlı bir yeniden inşa planının uygulanması için gereken mali kaynaklar, bir rota değişikliğini ve uluslararası kuruluşlarla kapsamlı bir işbirliğini gerektirmekte. Aksi takdirde, yurt içindeki ve uluslararası sermaye piyasalarındaki mali koşullar hükümetin elini zorlayacak.
Enflasyon çift haneli rakamlarda seyrederken düşük faiz oranlarından vazgeçilmesi, Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini yenilemesi ve maliye politikasının son yıllardaki sıkılaştırma patikasından uzaklaşması gibi önemli politika ayarlamalarına ihtiyaç var.
Ayrıca, Türkiye’nin Avrupalı çok taraflı kredi kuruluşlarına başvurması halinde, AB, Avrupa Yatırım Bankası (EIB) ve Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) tarafından deprem sonrası yeniden yapılanma için sağlanacak fonlar, inşaat sektöründe yerleşik yolsuzlukla mücadele ve ihale prosedürlerinin şeffaf bir şekilde gözden geçirilmesi gibi koşullara tabi olacak.
İç politika düzenlemeleri ve dış koşulluluğun birleşimi Ankara’daki politika yapıcılar için hem bir zorluk hem de bir fırsat sunmaktadır. Zorluk, yerel kaynaklardan özel krediyi ve Avrupalı kredi kuruluşlarından finansmanı harekete geçirmektir.
Avrupa Yatırım Bankası, uzun yıllar süren bir aradan sonra yeniden yapılanma çabalarını desteklemek üzere Türkiye ile yeniden ilişki kurmayı değerlendiriyor. Bu durum, seçim sonrası dönemde AB-Türkiye işbirliğinin genişletilmesi için önümüzdeki aylarda akıllıca kullanılması gereken potansiyel bir fırsat penceresi yaratmakta.
_______________
Evren Balta, Özyeğin Üniversitesi, İstanbul:
Ekonomik zorunluluk, Türkiye’nin gelecekteki dış politika yönü üzerinde önemli bir etkiye sahip olacak. Ancak, Türkiye’nin dış politikasında önemli değişiklikler pek olası değil. Esnek ve çeşitli ittifaklarla karakterize edilen mevcut stratejik özerklik yaklaşımı, Türkiye’nin dış politika davranışını şekillendirmeye devam edecek. AKP hükümeti, değişen bölgesel ittifaklara bir yanıt olarak, özellikle Orta Doğu’da normalleşme stratejisini sürdürecek.
Aynı ekonomik zorunluluk Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerini de şekillendirmeye devam edecek. Türkiye’nin enerji kaynakları konusunda Rusya’ya olan orantısız bağımlılığı değişmedi; yakın vadede değişmesi de beklenmemekte. Dahası, Akkuyu nükleer santrali gibi girişimler bu bağımlılığı pekiştirdi. Türkiye ile Rusya arasındaki ticaret, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından önemli bir büyüme kaydetti. Devam etmekte olan ekonomik kriz göz önüne alındığında, Rusya ile ticaret seviyelerinde gelecekte bir düşüş öngörmek gerçekçi olmaz.
Türkiye’nin özellikle Suriye konusunda Rusya ile koordinasyonu sürdürmesi gerekecek. Türkiye-Rusya ilişkilerindeki önemli değişiklikler, bölgesel zorlukların ele alınmasında Batı ittifakının ortak bir dış politika duruşu sergilemesini de gerektirecek.
Ekonomik gereklilik göz önünde bulundurulduğunda, AB ile daha yakın bağlara doğru bir eğilim beklemek mümkün. Ancak, mevcut yönetim ile Batı ittifakı arasında son on yılda yaşanan derin güvensizlik göz önüne alındığında, ilişkilerde radikal bir değişim yaşanması mümkün görünmemekte. İlişkilerin düzelmesi için ABD ve Türkiye’nin yeni bir diyalog ve uzlaşma sürecine girmesi gerekecek, ki bu da özellikle Suriye bağlamında şu anda pek olası değil.
Ayrıca, AB’nin Türkiye ile ekonomik bağlarını güçlendirmesi için en olası seçenek Gümrük Birliği’nin modernizasyonu gibi girişimler olacak, ancak bu da yakın gelecekte pek mümkün görünmemekte.
Alan Makovsky, Center for American Progress, Washington:
Çelişkili sinyaller var. Döviz ve altın rezervlerinin dibe vurduğu, yatırımcıların kaçtığı ve yerel seçimlere bir yıldan az bir süre kaldığı bir ortamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın alışılmışın dışındaki politikalarını sonsuza kadar sürdürmesi zor.
Mehmet Şimşek’in atanması bunun farkına vardığını ve bir an önce rotayı değiştirmeye hazır olduğunu gösteriyor. Erdoğan’ın sık sık dile getirdiği daha düşük faiz oranları taahhüdünden geri adım atması siyasi açıdan utanç verici olacak. Ancak bunu yapmazsa, Şimşek muhtemelen kendisinin sakıncalı bulduğu politikalara kılıf sağlamak için etrafta durmayacak.
Genel olarak ABD, Türkiye’nin Rusya’ya yaptırım uygulamayı reddetmesinden hoşnut olmasa da, bunu tolere etmeye istekli. Sonuçta Türkiye’nin yaklaşımı, BM tarafından dayatılmayan tüm yaptırımları reddeden geleneksel Türk politikasıyla uyumlu.
Ancak ABD, Rusya ile normal ticaret ile yaptırımları delerek Rusya’ya yardım etmek arasında ayrım yapıyor. Türkiye’nin, her ne kadar Mart ayında ABD tarafından sunulan bir listeye dayanarak Batı’nın yaptırım uyguladığı malların Rusya’ya geçişini engellemeye başladığı söylense de, Türkiye’nin ikinci şıkkı uyguladığından ABD’nin hala endişe duyduğu anlaşılıyor.
Seçimlerin sona ermesiyle birlikte, ABD’nin Türkiye’ye ihlallere karşı yaptırımlar konusunda daha fazla baskı yapması muhtemel görünüyor. Son yıllarda Türkiye’nin en önemli ihracat pazarlarından biri haline gelen ABD’nin elindeki önemli kozları kullanması beklenir. Ankara, Trump yönetimi sırasında ABD’nin, haksız yere tutuklandığını düşündüğü bir ABD vatandaşının serbest bırakılması için; daha sonra da kuzeydoğu Suriye’deki işgalini durdurması için Türkiye’ye daha fazla baskı uygularken, Türk alüminyum ve çeliğine uygulanan gümrük vergilerini güçlü bir şekilde artırdığını hatırlıyordur.