Birçok uluslararası gözlemci Türk dış politikasında yeni bir ılımlılık umuyor olsa da, yatırımcılar Erdoğan hükümetinin ekonomi politikasında “ortodoksluğa dönüş” konusunda ne kadar ciddi olduğunu anlamaya çalışıyorsa da, çok az kişi hükümetin ülke içindeki baskısından geri adım atacağına dair umut beslemekte.
Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala gibi önde gelen muhalif siyasetçiler ve sivil toplum liderleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) serbest bırakılmalarını talep eden kararlarına rağmen cezaevinde tutulmaya devam ediyor.
Aslında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden seçilmesinden bu yana geçen haftalarda, sivil toplum ve gazetecilere yönelik baskılar daha da artmış durumda.
Türkiye hükümeti, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı kampanyasının bir parçası olarak vurguladığı “LGBT karşıtı” mesajların altını çizmek için Onur Ayı (Pride) kutlamalarından yararlandı. Hükümet ve ortakları, ABD de dahil olmak üzere yurtdışından ödünç aldıkları benzetme ve mesajları kullanarak, LGBT haklarını uluslararası bir çetenin Türkiye’nin ulusal değerlerinin altını oyma çabası olarak gösterdiler. Onur Ayı kutlamaları ve yürüyüşleri yasaklandı ve iktidar yanlısı basının kutlaması eşliğinde, baskı uygulamasının parçası olarak, yüzlerce kişi gözaltına alındı.
Onur Ayı kutlamalarına yönelik baskı, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) Mart 2024’te yapılması planlanan yerel seçimlerde başta İstanbul olmak üzere büyükşehir belediyelerinin kontrolünü yeniden ele geçirme kampanyasının ilk salvolarından biriyse, bu kampanyanın bir diğer ayağı da İstanbul’un popüler ve karizmatik belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yargılanmasına devam edilmesi.
İmamoğlu kendisini iktidara taşıyan 2019 yerel seçimlerini iptal etme girişimi nedeniyle Yüksek Seçim Kurulu’nu (YSK) eleştiren yorumları nedeniyle suçlu bulundu ve siyasi yasakla birlikte iki yıl hapis cezasına çarptırıldı. Kendisi şu anda, temyiz kararı öncesinde, serbest.
İmamoğlu’nu — ironik bir şekilde iktidar partisinin ince bir sanat haline getirdiği türden — bir yolsuzlukla suçlayan yeni bir dizi suçlama geçen ay geldi, ve kamu ihalelerinin verilmesinde usulsüzlük yapıldığı iddia edildi.
Türkiye hükümeti seçimlerden bu yana bağımsız gazetecilik üzerindeki baskısını da arttırdı. Seçimden sonraki haftalarda Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), AKP’yi eleştiren yayınlar yapan bir avuç bağımsız yayın kuruluşuna para cezaları kesti.
Saygın bir gazeteci ve televizyoncu olan Merdan Yanardağ, canlı yayında Türkiye’nin hapisteki Kürdistan İşçi Partisi (PKK) lideri Abdullah Öcalan’a yönelik muamelesini eleştiren yorumlar yaptıktan bir gün sonra “suç işlemeyi övmek” suçlamasıyla gözaltına alındı.
Türkiye’nin medya üzerindeki kontrolünü sıkılaştırmasının bir başka yönü de haber yasaklarının düzenli olarak kullanılması ve aleyhte yayın yapan internet sitelerinin engellenmesi.
Son olarak hükümet, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal’in adının karıştığı bir yolsuzluk davasıyla ilgili ABD-İsveç ortak soruşturması hakkında Reuters’ın yaptığı habere tepki gösterdi.
Sadece Reuters’in kendi haberi değil, bu haberden bahseden çok sayıda haber, tweet ve YouTube videosu da engellendi ve konuyla ilgili her türlü habere (her ne kadar kimi Türk haber kanalları haberi Türkiye’nin ulusal onurunu lekelemeye yönelik bir girişim olarak lanetlemek için önemli bir zaman ayırmış olsa da) geniş bir haber yasağı getirildi. Belli ki bu vaka özellikle iktidar partisinin sinirlerine dokunmuştu.
Türkiye’nin seçim sonrası dış politika ve ekonomi politikasındaki sözde ‘reset’inin nasıl gelişeceğini göreceğiz. Ancak, hükümetin içeride muhalefeti kriminalize etme yaklaşımının aynı kalacağı son derece açık.
Bu yazı MEI sitesinden kısaltılarak çevrildi.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.