18 Haziran tarihli “Erdoğan, Hulusi Akar’ı Neden Oyun Dışı Bıraktı?” başlıklı yazımda Erdoğan’ın Hulusi Akar’ı Millî Savunma Bakanlığından almasının aslında siyasal açıdan çok önemli bir gelişme olduğunu ancak Türkiye’deki okur-yazarların bu konuya hak ettiği önemi vermediğini yazmıştım.
Akar’ın bu şekilde tasfiye edilmesinin çok önemli imalar taşıdığını hâlâ düşünüyorum.
Çünkü Akar, başlangıcını 15 Temmuz’un işaretlediği, kendine özgü bir siyasal denklemler kümesinin kilit taşlarından biriydi ve onun “ıskartaya çıkartılması” Erdoğan’ın şahsında temsil olunan siyasal aklın gelecek kurgusuyla ilgili ipuçları barındırıyordu.
O ipin ucu, bir “anlam”a varmalıydı.
Gerçekten, gayet uyum içinde çalışan bir Milli Savunma Bakanı olarak Akar, neden azledilmiş olabilirdi ki?
Bunun anlamı ne olabilirdi?
Akar, iyi bir asker olmanın ötesinde yan yana gerilmiş birden çok siyasal hattın/ipin üzerinde ustalıkla yürüyen ve gerektiği zamanlarda ve gereğince sağdan sola ustalıkla sekebilen bir cambaz görüntüsü sergilemişti hep.
Öyle olmasaydı, 1978’de Fehmi Koru ve Abdullah Gül ile İngiltere’de fotoğraf verebilen bir üsteğmen Akar’ın 28 Şubat döneminde Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın özel kalem müdürü albay Akar olmasını, veya emsalleri Balyoz ve Ergenekon davalarından Hasdal ve Silivri’ye götürülürken, tereyağından kıl çeker gibi Harp Okulu Komutanlığından Harp Akademileri Komutanlığına, Lojistik Komutanlığından Genelkurmay İkinci Başkanlığına şen adımlarla tırmanmasını başka nasıl açıklayabilirdik ki?
Akar’ın bu netameli ve tuhaf işbirliklerine açık olduğu anlaşılan kariyer öyküsü geçtiğimiz ay, Yaşar Güler’in Bakan yapılması ile sona erdi.
İpin başında bekleyen kişi, elindeki makasla ipi kesmiş ve Akar iple birlikte düşmüştü.
Bu sona erişten bazı ilginç gelişmeler oldu ve bu ilginç gelişmeler, Akar’ın azlinin ne anlama geldiğini büyük ölçüde açıklar nitelikte idi.
Aşağıda sayacağım olayların hepsi de geçtiğimiz on gün içinde, adeta zamanca sıkıştırılmış bir biçimde ve hatta biraz da “hayatın olağan akışına aykırı” biçimde oldu.
Ve bunların her biri Akar’a yönelmiş salvolar niteliğindeydi.
Örneğin 15 Temmuz darbe davasının tutuklu sanıklarından eski tuğgeneral Gökhan Sönmezateş kendisinin darbeci olduğunu, bunu kabul ettiğini, emirleri hiyerarşik düzen içinde Hulusi Akar’dan aldığını, mahkemeler başlamadan önce herkese sus emri ile “Hulusi Akar hakkında hiç kimse konuşmayacak” emri verildiğini söyledi.
Bu, hem 15 Temmuz’dan bu yana hem de bakanlıktan ayrıldıktan sonra Akar’a açılan ilk ciddi salvoydu.
Akar bunu yorumlayadursun, ikinci salvo, 15 Temmuz’un önemli isimlerinden, dönemin Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı’nın 15 Temmuz akşamı prime-time’da Habertürk’te bir yayına katılmasıyla geldi.
Akar tarafından önce kızağa çekilen ve ardından da emekli edilen ve yıllardır sesi çıkmayan Aksakallı, Akar ismini doğrudan zikretmese de Akar yönetimindeki TSK’dan duyduğu endişeyi açıkça dile getiriyordu.
Akar’a üçüncü salvo ise, beklenmedik bir yerden, Akar’ın kendisinden geldi! 15 Temmuz akşamı görece ikincil bir TV kanalında 15 Temmuz darbesi konulu bir yayına katılan Hulusi Akar’ın vücut dili, gülümsemeye çalışırken bile gerginliğini alamadığı yüz ifadesi, mimikleri ve ürkekliğini bastırmaya çalıştıkça ürkekliği iyiden iyiye artan ses tonu, kendine ateş ediyordu.
Dördüncü salvo, Akar’ın Fethullah Gülen’e darbeden önce bir mektup yazdığı iddiası idi. 17 Temmuz’da Barış Terkoğlu Cumhuriyet’teki köşesinde, bu mektupta Akar’ın Gülen’e “bizim önümüzde durmayın, biz bir şey yapacağız” diye yazdığını gündeme getiriyordu.
Tüm bunlar, Hulusi Akar’ın darbe etkinliği ile bir biçimde ve/veya en azından “iltisaklı” olduğu imaları taşıyordu.
Yukarıda bahsettiğim yazımı “Neticede, Erdoğan son tercihiyle Akar’ı karmaşık ilişkilerin biçimlendirdiği tüm bu spekülasyonlar evreninden halas eyleyerek Bodrum askerî kampına uğurlamış oldu” diyerek bitirmiştim ama şimdi işin pek de öyle olmadığı anlaşılıyor.
Bu iltisak imasının hem Akar açısından hem sivil-asker ilişkileri açısından ve hem de Türkiye siyaseti açısından ne sonuçlar doğuracağını ve Akar’ın denizlerin tadını rahatça çıkartıp çıkartamayacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Bu yazı Politikyol‘dan alınmıştır.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.