“Bazı muhalif siyasi partilerin itirazıyla gölgelense de, seçimlerin yansıttığı ‘demokrasi illüzyonu’; tek parti, hatta tek kişilik yönetimlerin gerçekliğini perdeliyor: Türkiye Erdoğan’dır, tıpkı Macaristan’ın Orbán olduğu gibi…”
Macaristan’ın uzun süredir görev yapan başbakanı Viktor Orbán, Mayıs ayında Türkiye cumhurbaşkanı olarak yeniden seçilmesinden dolayı Recep Tayyip Erdoğan’ı tebrik eden ilk yabancı liderler arasındaydı.
Orbán ve iktidardaki Fidesz partisi için Erdoğan’ın başarısı, ekonomideki kötü yönetimin, devlet güdümlü kayırmacılık ve yolsuzluğun yanı sıra, yargı bağımsızlığının ve insan haklarının süregiden erozyonunun, periyodik seçimlerin verdiği rahatsızlıklar ne olursa olsun, bir rejimin siyasi başarısının devamlılığı önünde engel olmaması gerektiğinin memnuniyet verici kanıtıydı.
Gerçekten de Erdoğan ve Orbán, seçimlerin —popülist yönetim tarzının belirgin bir türü olan—otoriter-popülist kliklerin yönettiği ülkelerde iktidarlar için olumlu sonuç üretme olasılığının yüksek olduğunu göstermiştir.
Hem Türkiye hem de Macaristan’daki seçimler siyasi muhaliflerine genelde kapalı turulan kaynakları sömürmede ustalaşmış hükümetler tarafından demokratik normların sistematik olarak yıkıldığına dair çok daha ikna edici kanıtlar sunuyor olsa bile, rejim seçim sonuçlarını “demokratik meşruiyetin kanıtı” olarak kutlayabilir.
Birden fazla siyasi partinin itirazıyla gölgelense de, seçimlerin yansıttığı “demokrasi görüntüsü”; tek parti, hatta tek kişilik yönetimin gerçekliğini maskeler: Türkiye Erdoğan’dır, tıpkı Macaristan’ınOrbán olduğu gibi.
Otoriter-popülist senaryo kitabının dört temel unsuru vardır:
- Basılı ve elektronik medyanın, internet tabanlı haber platformlarının ve diğer kitle iletişim araçlarının hakimiyeti yoluyla kamuoyunu şekillendirmek;
- Eleştirel sesleri susturmak ve siyasi muhalifleri zayıflatmak veya etkisiz hale getirmek;
- Yeni iş elitleriyle yakın, karşılıklı yarar sağlayan ilişkileri beslemek
- Kapsamlı eğitim, kültürel ve sosyal politikalar yoluyla rejime ve ideolojisine uzun vadeli desteği pekiştirmek.
Otoriter-popülist rejimler, özellikle basılı ve elektronik medyanın ve diğer platformların hakimiyetini ele geçirme yoluyla kamuoyunu şekillendirme becerisinin birbirini izleyen seçimleri kazanmak için çok önemli olduğunu biliyor.
Macaristan’ın basılı ve elektronik kuruluşlarının çoğunun hükümet yanlısı çıkarların elindeyken, ‘Türk hükümetinin ulusal medyanın yüzde 90’ını kontrol ettiği’ tahmin edilmekte Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Dunja Mijatović’in vurguladığı gibi, Macaristan’da —genelde ‘online’—alternatif haber kaynaklarına aktif olarak ulaşmayan okur ve izleyiciler, basılı, radyo ve televizyon mecraları aracılığıyla hükümetin mesajlarını almaktalar.
Yakın zamanda Macaristan’da ortaya çıkan, Fidesz ile ona yandaş bir “sivil toplum örgütü” tarafından finanse edilen posterler, otoriter-popülist hükümetlerin kamuoyunu nasıl manipüle etmeye çalıştıklarının çarpıcı bir örneğini sunuyor. Komşu Ukrayna’daki çatışmanın Macaristan’a yayılabileceğine dair korkuları körükleyen bu posterler, Budapeşte belediye başkanı ve eski bir başbakan da dahil olmak üzere önde gelen muhalefet politikacılarını yanlış bir şekilde “sol kanat”, “savaş yanlısı” olmakla ve Macaristan’ın barış ve güvenliğini tehlikeye atmakla suçlamakta.
Otoriter-popülist rejimler, kısmen siyasi muhaliflerini caydırarak veya etkisiz hale getirerek; eleştirel sesleri susturarak seçimleri kazanmaya devam ediyor. Türk yetkililer, muhalif politikacıları sahte suçlamalarla hapse atmak veya göreve aday olmalarını engellemek için ülkenin acımasız ceza adalet sistemini kullanmaktan çekinmediler.
Rejim, hapse attığı gazeteci sayısının yanı sıra gazetecileri ve yayıncıları başka yollarla sindirmesiyle de ün kazandı. Bu ve ilgili önlemler, “gazetecileri sürgüne veya meslek dışına” zorlayarak Türkiye’nin bağımsız medyasını “yok olma” noktasına getirdi.
Türkiye’de muhalif seslerin susturulması üniversite öğretim üyelerinin tasfiyesine de yol açtı. Erdoğan’ın, sürgündeki İslami din adamı rakibinin komplocu eli olduğunu öne sürdüğü 2016 yılındaki başarısız darbe girişiminden bu yana, birkaç bin Türk akademisyen açıklama yapılmadan görevlerinden alındı.
Macaristan’ın Avrupa Birliği üyeliği ve diğer faktörlerle kısıtlanan Orbán yönetimi ile müttefikleri, siyasi muhaliflerini korkutmak ve eleştirel sesleri sansürlemek için karalama kampanyaları ve vergi makamları tarafından baskıcı denetimler de dahil olmak üzere, farklı bir dizi strateji uyguladılar. Rejim, —büyük diplomatik, politik ve ekonomik tepkileri tetiklemesi muhtemel bir hareket sayılacak— bağımsız, eleştirel ya da karşıt fikirli gazetecileri hapsetmek yerine, başka yollarla susturmayı büyük ölçüde başardı.
Macaristan’daki bağımsız medya platformları, hükümete sadık ticari çıkarlar tarafından edinilen veya şüpheli durumlarda kapatılan devlet reklamlarından ve diğer fonlardan sistematik olarak mahruk edilmiş durumda. Mijatović’e göre, bu önlemler Macaristan’daki bağımsız medya platformlarının sayısında sert bir düşüşe neden oldu.
Macar üniversite öğretmenleri, ideolojik inanç “algıları” nedeniyle görevlerinden alınmadı. Ancak Orbán rejimi, saygın Orta Avrupa Üniversitesi’ni (CEU) Budapeşte’den Viyana’ya taşınmaya zorladı, Macar üniversitelerinin özerkliğini kısıtlamak için adımlar attı ve Avrupa Komisyonu’nun önemli fonlarını kesmesine yol açtı.
Otoriter-popülist hükümetler, iş elitleriyle yakın, karşılıklı-faydalı bağlantılar oluşturmanın öneminin kesinlikle farkında.
Yakın zamanda yapılan bir araştırma, “yirmi yıldır süren yönetimin AKP’ye [Erdoğan’ın partisine] geniş himaye ağları geliştirmek, sürdürmek; laik iş sınıfının yerini alacak ve Erdoğan’a siyaseten sadık kalacak yeni bir ekonomik seçkin tabakası oluşturmak için olağanüstü bir fırsat sunduğunu” saptadı.
Benzer şekilde The Financial Times gazetesi, Macaristan’da “Fidesz partisi kontrolünü perçinlerken, parti ve başbakan etrafında bir grup sadık “oligark” etrafında zengin iş adamları çemberinin ortaya çıktığını belirtti.
Otoriter-popülist rejimler ile besledikleri yeni iş elitleri arasındaki ilişki sembiyotiktir. Hükümet yanlısı işadamlarına ait şirketler, vergi ve planlama yetkilileri, polis ve savcılar da dahil olmak üzere devlet yetkilileri tarafından hoşgörülü muamelenin yanı sıra cömert devlet himayesi (imtiyazlar, sübvansiyonlar, devlet sözleşmeleri, reklam vb.) görürler. Buna karşılık, bu işletmeler iktidar partisine seçim kampanyaları için mali destek, medya kuruluşlarında ve diğer hizmetlerde olumlu katkılarda bulunurlar.
Otoriter-popülist rejimler, kendilerini “ulusun vücut bulmuş hali” ve siyasi akranları arasındaki “tek gerçek vatanseverler” olarak tasvir etmeyi severler.
Erdoğan, yerli eleştirmenleri, “Biz halkız. Sen kimsin?” şeklinde kaba yorumlarla görevden aldı. Benzer şekilde Orbán da partisi Fidesz’in “Macaristan’ı tutkuyla seven” vatanseverlerden oluştuğu ve bunun onu diğer siyasi partilerden ayırdığı konusunda ısrar etti.
Bu tür iddialar hem saçma hem de rahatsız edici. Ortak bir tarih, kültür ve ideoloji ile birleştirilmiş yekpare varlıklar oluşturmak şöyle dursun, çoğu ulus-devlet, çeşitli unsurlardan oluşan karmaşık sosyal yapılardır. Hiçbir siyasi parti, tüm bir “halkın” sözde değerlerini temsil ettiğini makul bir şekilde iddia edemez veya vatanseverlik üzerinde tekel sahibi olamaz.
Bununla birlikte, siyasi üstünlüklerini sağlamlaştırmaya çalışırken, Ankara ve Budapeşte’deki otoriter-popülist rejimler, ulusu kendi imajlarına benzetmek için geniş kapsamlı politikalar başlattılar.
Erdoğan-AKP döneminde bağımsız Türkiye’nin kurucusu Kemal Atatürk ve 1920’lerin başından kalma takipçilerinin teşvik ettiği laik-milliyetçi ideoloji yavaş yavaş yerinden edildi. Halefinin hedefi, ‘Türkiye’yi tarihi büyüklüğüne geri döndürmek’ ve Türk ulusunun ‘kayıp yuvaya geri dönmesine’ yardımcı olmak olan “Osmanlı-İslam-Türk” kimliğinin ve değerlerinin “karşı-anlatısı’” olan “neo-Osmanlılık”tır. Erdoğan’ın “yeni medeniyet” olarak adlandırdığı yapının inşası, laik aydınların tasfiyesine, İslami okulların büyük ölçüde genişlemesine ve devlet sektöründe din eğitimine vurgunun artmasına yol açtı.
Benzer şekilde, Orbán hükümeti Macar toplumunu kendi imajında yeniden şekillendirmeye çalışmak için muazzam çaba gösterdi ve kaynaklara yatırım yaptı. Bu hamle, Fidesz’in hiper milliyetçi, popülist ve anti-küreselci ideolojisini yansıtan okullar için yeni ders kitaplarını müfredata almayı, Macaristan’ın çoğunlukla batı yanlısı, liberal aydınlarının yerini rejimin temel değerlerini paylaşan yeni entellektüel kadrosuyla değiştirmeyi amaçlıyordu.Fidesz’in görkemli sosyal mühendisliği, partinin 2010’da iktidara dönmesinden bu yana mezhep okullarında büyük bir artışla, Macaristan’ın son derece muhafazakar olan kiliselerine önemli bir rol tanıdı.
İki ülke arasındaki birçok temel farklılık göz önüne alındığında, AKP ve Fidesz’in yapı, amaç ve stratejiler açısından ne kadar benzer olduğu dikkat çekicidir. Demokrasiye sözde hizmet etse de, her iki taraf da —kendi liderleri gibi— yetkiyi süresiz (ucu açık) olarak elinde tutma niyetinde görünüyor.
Erdoğan ve Orbán, “işleyen demokrasi yanılsamasını” yaratmayı amaçlayan ayrıntılı bir yasa, süreç ve kurum kabuğu altında, ağır basan amacı otokratik yönetimlerinin sürdürülmesi olan, acımasızca etkin siyasi araçların yaratılmasına önayak oldular.
Otoriter-popülist rejimler için popülizm büyük ölçüde otoriter amaçlara ulaşmanın aracıdır. Erdoğan ve Orbán’ın neredeyse patolojik sayılacak “tartışmasız iktidar” arayışı, Türkiye ve Macaristan’da demokratik normların sistematik olarak aşınmasına, insan haklarının ciddi şekilde kısıtlanmasına; muhalif seslere ve onları destekleyen platformlara karşı amansız bir savaşa yol açtı.
Seçmenler, hükümetleri ve devlet kontrolündeki medya tarafından sağlıksız bir “yarı gerçek” ve düpedüz “yalan” diyeti ile beslendikleri; tarafsız veya doğru bilgilere erişimi engellendikleri sürece, bu tür otoriter-popülist liderler —ne kadar otoriter, yozlaşmış veya ekonomik açıdan yetersiz olurlarsa olsunlar— özellikle kötü eğitimli seçmen arasında endişe verici bir şekilde popüler kalmaya devam edecekler.
Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.