‘CHP’de izlediğimiz ve izleyeceğimiz hareket şeması, didişen aktörlerin öncelikli olarak hangi rant düzenine, hangi imtiyazlara ve hangi kontrol noktalarına talep oldukları ile ilgili. Başka deyişle CHP, Yüzüncü Yıl Türkiye’sinde hangi ideolojik arınma ve yeniden tanımlama ile ilgili değil, sadece statüko içindeki yerini kaybetmeme, etkisiz yapısını koruma, ve bitmeyen bir köşe kapmaca derdi ile meşgul.’
Fotoğraf yadırganmadı. Seçim sonrası “arama modu”na geçen İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Beylikdüzü’nde Hikmet Çetin, Murat Karayalçın ve Altan Öymen’le yan yana poz verdiği fotoğrafı kastediyorum.
“Nedense yadırganmadı” demiyorum, çünkü seçim sonrası Türkiye siyasi muhalefeti ve bir kısım elit, ve elbette ki seçmen, —Prof Hamit Bozarslan’ın isabetli tabiriyle— öylesine “sersemletilmiş” durumda ki, yadırgamak ne kelime, bu dörtlü tabloya hemen anlamlar yüklendi. Biz faniler daha “değişim” kakofonisiyle neyin kastedildiğini anlamaya daha fırsat bulamadan, bir “abi formülü” lafı devreye girdi. Sanırsınız ki, CHP çevresindeki heyecan bu kavramlara yenileri eklendikçe artmakta.
Oysa CHP’nin kurumsal tarihini az çok takip etmiş olanlar, 40 küsur yıldır yaşanan yenilgiler ve iç kavgalar silsilesinin klişe kelimelerinin “değişim” ve “abi formülü” olduğunu bilirler. Bilenler biliyor da, bilenlerin bazıları türlü çeşitli güdü ve beklentilerle bu yapay söylemin seçmen nezdinde bir kez daha kabul göreceğini varsayıyor.
Oysa, yadırganması gereken, tam da bu. Dörtlü fotoğraf, zihinlerde “herşey eski hamam, eski tas” fikrini uyandırmalıydı. Her ne kadar İmamoğlu “abi formülü diye bir şey yok” dediyse de, dörtlünün toplantısında “ne olacak bu CHP’nin hali?” sorusuna cevap aranmadığını düşünmek saflık olur.
Anılarını yazarak tarih okumamıza büyük katkılarda bulunan Altan Öymen’in rahmetli Tarhan Erdem’le birlikte kısa süreli CHP liderliği esnasında neler çektiğini, Tarhan Bey’in anlatımlarından biliyoruz. Diğer yandan, şimdiki gibi mükerrer krizlerde hemen yüksek fikirlerini zikretmeye başlayan “kimi abiler”in habire aynı ezberleri, aynı terminolojiyle tekrarlayışının da tanığıyız. Bunun en son örneğini, aniden kış uykusundan uyanan eski parti komiseri Önder Sav’ın verdiği mülakatta yaşadık.
Karayalçın da devrede. “Ben dönüşümü seslendiriyorum. Genel başkan, ‘yenilenme’ diyor; Ekrem Bey, ‘değişim’ diyor; benim kullandığım sözcük de ‘dönüşüm.’ Bana göre temel sorun, CHP örgütünün tam kapasiteyle çalıştırılmasıdır. Seçim kaybımızın altında yatan, örgütümüzün tam kapasiteyle çalıştırılmamasıdır. Örgütümüzün tam kapasiteyle çalıştırılır hale getirilmesini yapısal dönüşüm diye adlandırıyorum, ve yeni bir yapısal mimari öneriyorum. Düşüncelerimi bir mektup şeklinde partililerimize önümüzdeki hafta sunacağım. ‘Partiliye mektup’ diye bir mektup hazırlıyorum” demiş.
Bu tumturaklı laflardan anlıyoruz ki, öncelikli olarak söz konusu “abiler”in kavram konusunu bir süre aralarında ve İmamoğlu ile tartışıp uzlaşması gerekecek. Dönüşüm mü, yenilenme mi, değişim mi, yeniden yapılanma mı?
Yani, ülke batarken ve bu seçimlerde yaşanan yenilgi ve iyice muhafazakar çoğunluğun eline geçmiş Meclis tablosu yüzünden tam manasıyla kazıklandığını düşünen seçmen burnundan solurken, “büyükler” meleklerin cinsiyetiyle uğraşmaya devam edecekler.
“…cekler” diyorum, çünkü CHP’nin son 10 yıllık performansı, bundan sonraki icraatlarının da “güvencesi”. Unutmayın, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında, “bunları tekrar seçime kadar oyala” mealinde işareti iyi okuyan AKP’li Başbakan Ahmet Davutoğlu ile iki ay “müzakerecilik” oynayan, Saray’a arzu ettiği zamanı kazandırıp kendisini 1 Kasım hezimetine maruz bırakmış bir partiden söz ediyoruz. Sonraki “icraat”ları saymaya lüzum bile yok. Partinin DNA’sı “bu kadar muhalefet”e yetiyor.
CHP tartışmalarında sözünü sakınmadan eleştirilerini paylaşan Sosyal Demokrat Haluk Özdalga, fotoğrafı yorumlarken şunları yazdı sosyal medyada: “Abiler görüyor ki CHP’nin bu şekilde devamı mümkün değil. Ama farklı şeyler yapılması da mümkün değil. Antik Yunan işte tam da buna ‘trajedi’ adı vermişti.”
“Abiler” görselerdi bile, söylediklerinin CHP’nin devamı konusunda ne anlamı olurdu, orası da bir muamma. Net olan şey, tam bir çıkmaz sokak hali.
Orası öyle de, hepsinden önemlisi, şunu iyice anlamak lazım: O fotoğraftaki yaş ortalaması —İmamoğlu’yu saymazsak— 80 civarında.
“Eski” ile “yeni”yi yaratamaz, kuramazsınız. Öyle olsaydı, Yunanistan’da PASOK krize girince, veya İtalya’da filanca eski parti zayıflayınca oradaki “abiler” başka bir parti kurar, ilerlerlerdi. O ve benzeri ülkelerdeki siyasi devinimin öncü ve aktif figürleri, yaş ortalaması düşük kadın ve erkekler —mesela Almanya’da Yeşiller, mesela Finlandiya’da Sosyal Demokratlar. Öyle olsaydı, fotoğraftaki figürler çoktan partiyi yerinde hoplatmışlardı. Enerjileri yok, köhnemiş kutu içinde “düşünüyor”lar.
Yani bizdeki gibi, “büyüklerimiz hepimizden daha iyi bilir” diye meseleye bakarak, olmuyor. Hem “eski” hem de “kaybetmiş” (loser) kimlikle toplumda temayüz etmişseniz —ki fotoğraftaki iki şahsiyet o kategoride sayılır— şu anki tartışmaya bir hayrınız olmaz. Tersine, genç kuşaklardan, son 30 yılda muazzam derecede farklılaşmış dünya gerçekliğinden tamamen kopmuş, kalın kabuk bağlamış, 90 yıl öncesi Türkiye’nin ideolojik kalıplarına saplanmış fikirlerle CHP’nin “büzülmesini” hızlandırırsınız.
Acı gelebilir ama zaten mevcut parti içi ve parti dışı dinamikler CHP’yi iyice kıskaca almış durumda. Haftalardır medyada sadece kişiler, isimler ve “değişim” diye içi boş bir kavram etrafında kaldırılan toz duman, aslında parti tepesindeki kadroların ve onlarla didişenlerin zihinlerinin ne kadar soluk ve kurak olduğunu anlamamız için yeterli.
“Değişim”le kastedilen, sadece “partide iktidarın el değiştirmesi” gibi görünüyor. Yaşanan, bitmek bilmeyen bir ittifak arayışı, dirsek teması ve pazarlık koreografisi. Öte yandan, kendisi de parti kadar çürümüş, yetkin kadrolarını kaybetmiş bir medya, bu haliyle sadece çöküşü hızlandırıyor; çünkü o medyada ne seçmenin sesi var, ne de yeni düşünceleri ateşlemek isteyen “aykırı düşünce” sahiplerinin.
Mesele, ideolojik değil, kültürel. CHP’de izlediğimiz ve izleyeceğimiz hareket şeması, didişen aktörlerin öncelikli olarak hangi rant düzenine, hangi imtiyazlara ve hangi kontrol noktalarına talep oldukları ile ilgili. Başka deyişle CHP, Yüzüncü Yıl Türkiye’sinde hangi ideolojik arınma ve yeniden tanımlama ile ilgili değil, sadece statüko içindeki yerini kaybetmeme, erkek ve yaşlı ağırlıklı hantal ve etkisiz yapısını koruma; ve bitmeyen bir köşe kapmaca derdi ile meşgul.
Bir başka deyişle, “ölüyü diriltme” operasyonu ile karşı karşıya Türkiye’nin kalbi sağda atmayan muhalefet kesimi. Kalp durmuş, masajla canlandırma çabasının da sonuna gelinmiş durumda.
Dolayısıyla, hayati bir noktayı tartışmaya muhtaç görünüyoruz: Muazzam bir kriz yaşanıyorsa, ve bu parti, CHP, “elbet bir gün kazanmayı” muktedirin sağlık durumuna ve doğal faktörlere bağlamışsa, o halde “yepyeni bir parti” zamanı mıdır, değil midir?
Mevcutlar içinde seçmene en çok dokunan muhalif siyasi figür olarak İmamoğlu, er geç bu ikilemle yüzleşmek zorunda kalacak. Bu, onun Türkiye ile ilgili olarak neyi okuduğuna, ne istediğine bağlı. İdare-i Maslahat mı, “tam teşekküllü demokratik reform” mu? Göreceğiz.
Ve aslında konuşulmayanı konuşmadık bile. İmamoğlu yerel seçimde ne yapacak? Bu tam bir “iki ucu boklu değnek” durumu. Parti içi kaynaklardan şunu biliyorum, paylaşayım: Hareketlilik ne olursa olsun, Kılıçdaroğlu, Özel ve İmamoğlu arasında zımni anlaşma var. Seçim öncesi kurultay için basınç artarsa Kılıçdaroğlu liderliği “mutemet” olarak Özel’e verecek, ve İmamoğlu da İBB için aday olacak.
Olacak da, acaba iktidar bu adaylığa izin verecek mi? Malum, Erdoğan bu seçimde İstanbul’u geri istiyor (ve muhtemelen alacak), ama sadece o değil mesele: İstanbul’u muhalefetten söküp alamazsa, iktidarın istikrarı ve varoluş faktörleri riske girer. Bunu Erdoğan ve Bahçeli’nin göze alması mümkün değil.
Dolayısıyla, İmamoğlu’yu en azından beş yıl siyaset yasağı bekliyor. Bu da onun bir başka ikilemi. Nde yapacak? Uzun mesafe koşacaksa, yol haritası ve vizyonu nedir? Partide kalacaksa, içeride kökten temizlik mi, vitrinde değişiklik mi istiyor? 40 yıldır herşeye direnen, içten çürümüş parti nomenklatura’sıyla nasıl baş edecek? Edecek mi? Yüzde 25 oy tıkanmasını aşmak için “yeni seçmen”le nasıl irtibat kuracak?
Yani, eğer kavgaya gönül verdiyse, iyi düşünmesi gereken çok değişken var.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.