Diyanet’in 4 Ağustos tarihli Cuma hutbesinde devlet yönetiminin ve hukuk sisteminin laik sisteme aykırı şekilde dini kurallarla belirlenmesini isteyen bir talep yer aldı. Diyanetten geldiğinde buna talep demek artık çok naif bir yorum olarak görünebilir. Belki iktidarın planlarına gerekçe oluşturacak bir çağrı demek daha yerinde olur.
Talimat diyemiyorum çünkü biliyoruz ki iktidar Diyanete talimat vermese Diyanet bu çağrıyı yapamazdı. Sistemin şimdiki haliyle gücü üstün olan siyasi yapı çünkü.
Cuma namazına çalışanların ve öğrencilerin rahat gidebilmesi için kamu yönetiminin mesai saatlerini buna göre düzenlemesi isteniyor. Cuma namazının öneminden bahsediliyor ve cuma suresi 9’uncu ayetine atıf yapılıyordu hutbede. Tabii ki Emevîler dönemindeki çarpıtılmış haliyle anlamlandırılmış ve öyle ifade edilmiş. Diyanetin sevdiği şekil bu çarpıtılmış hali çünkü.
Üzerine farz kılınmış olanlar deniliyor hutbede. Oysa ayet “Ey müminler” hitabıyla başlıyor. Yani tüm inananlar için cuma namazının farz olduğu belirtiliyor. Fakat çarpıtılmış yorumlarla cinsiyetçi bir farz kılınma hali öğretiliyor topluma.
“Kadının cuması evde” der örneğin Sünni gelenek. Diyanet yönetimindeki camilerin büyük kısmında kadınların cuma namazı kılması engellenir, kadınlar cuma vaktinde camilere alınmaz. Şimdi hutbede çalışanlar ve öğrenciler için kamu yönetiminin, cuma namazı saatleriyle uyumlu çalışma süreleri ayarlaması isteniyor.
Beklenen, istenen yeni mesai saatleri düzenlemesi, inanç ve ibadet özgürlüğü ile gerekçelendirilmiş. Diyanetin kendisi inanç ve ibadet özgürlüğünü cinsiyetçi yorumlayarak pek çok camide kadınların cuma namazı kılmasını engellerken kamudan haklar temelinde düzenleme beklentisi hiç inandırıcı değil.
İnandırıcılıktan uzak bu ifadeler daha çok laik sistemin tabutuna çakılan yeni çiviler olarak değerlendirilmeye açık bir sahtecilik hali. İnsan haklarının çıkarcı yorumlanışından ibaret ve dini diktatörlüğe gidişin adımları arasında yer aldığını söylemek, görmek, göstermek gerekir.
Dincilik ve laikçilik, düşman kardeşler olarak birbirinin hizmetinde bu ülkede. Diyanet ve iktidar dinci yorumlarla cuma namazını zorunlu hale getirmenin peşinde. Hani Allah Peygambere bile “sen hidayet edici değilsin” buyurmuştu ya bu ilahî mesajı halkın gözünden kaçıran dinciler, erkek çalışan ve öğrenciler için yeni mesai düzenlemesi isterken, cuma namazını biat aracı olarak kullanmaya girişiyor.
Biat eden ve etmeyen, cumaya giden ve gitmeyen olarak kodlanabilecek bir çalışma düzeni planlanıyor. Burada dini ve siyasi iktidar biat ve hidayet kavramlarını iç içe geçirerek yorumluyor bence. Çalışanlar, öğrenciler şahsi çıkarları için cumaya gidecek veya gitmiş gibi yapacak şekilde çalışma saati düzenlendiğinde bütün ülke hidayete ermiş sayılacak adeta. Çünkü iktidarın zihniyetinde algı her şeydir.
Laikçiler ise dini gerekçe ile Kobani davasına Diyanetin müdahil olmasına itiraz etmedikleri kadar Cuma namazına uyumlu mesai saatine itiraz ediyorlar.
Cuma gerçekten önemli bir namazdır. Bir Müslümanın özgür bir toplumda yaşarken kılabileceği bir cemaat namazıdır. Evrensel değerler olarak sığındıkları çalışma düzeninde başka dinlerin kutsal günlerine uyumlu tatil günü kurgulandığı gerçeğini görmezden geliyorlar.
Hıristiyanlık ve Yahudilik için cumartesi, pazar günlerinin hafta tatili olarak belirlenmesi laik hukuk sistemine zarar vermiyorsa cuma günü için de benzer bir düzenleme yapılması ülkemizde de laik sistem için yıkıcı etki yapmaz normal şartlarda. Üstelik haftalık çalışma günlerinin dörde indirilmesi denemeleri başladı kimi ülkelerde ve bu üçüncü tatil günü neden cuma olmasın, kutuplaşmadan bunu tartışmamız mümkün aslında.
Laik sistemi savunmakla laikçi fetişizmin ve inançlı olmakla dinci fetişizmin arasındaki farkları görerek ve bu uçları bir kenara bırakarak dünya ve ülke genelinde üzerine konuşabileceğimiz bir konu bu üçüncü tatil günü.
Ancak bugün hutbenin konusunu seçerken Diyanetin düşündüğü de, dini gerekçe ile mesai saati düzenlenmesine itiraz ederken dindarların cuma namazına verdiği önemi gözetmekten aciz kalan laikçilerin de hedefi, üzüm yemek olmadığı için bugünün konusu değil bu mesele.
İlahi mesaj, yönetenleri herkes için, tüm insanlar için ortak iyi kabul edilen işleri mümkün kılacak kararlar almaya, insanların zararına olacak kararlardan sakındırmaya çalışma görevini inananlara vermiş. Ancak fıkıh dini yani din otoriteleri ve siyaset bu emri, yönetenlerin halk üzerinde baskı kurma aracı olarak yorumlamış ve öyle kullanmaktalar.
Tıpkı İran irşad devriyeleri gibi Diyanet de herkesi cuma namazına gitmek zorunda bırakacak bir düzenleme peşinde. Oysa halifelerin emrine girmeyen din büyüklerinden birisi olan İmam-ı Azam Ebu Hanife, iyiliği teşvik, kötülükten sakındırma emrini halifelerin karar ve uygulamalarını denetlemek için bir denge mekanizması olarak yorumlamış.
“Eğer halifenin karşısında onu sakındıracak bir muarızı (muhalifi) olmazsa Allah’ın bu emri yerine getirilmiş olmaz” der. Şimdi biz bu yoruma dayanarak üstümüze düşeni yapıp iktidarı ve Diyanet’i uyarmalıyız. Cuma namazı için ilk olarak Diyanet’in, bütün camileri kadınların cemaatle birlikte cuma namazı farzını yerine getirmesini sağlayacak eşitlikçi bir düzene kavuşturması gerekir.
Önce Diyanet üzerine düşeni yapsın. Sonra iktidar laik hukuk ve yönetim sistemini aşındırmaktan vazgeçsin ve hukukun üstünlüğünü tesis ile adaleti sağlasın. Toplumsal kutuplaşma yerine toplumsal barışı sağlayalım, ondan sonra hep birlikte konuşarak belki biz ve hatta belki dünya genelinde en azından öğleye kadar çalışılacak bir yarım günlük mesai düzeni üzerinde uzlaşabiliriz.
Bu yazı Duvar’dan kısaltılarak aktarıldı. Tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.