İşin profesyonellerinden uzun uzadıya bahsetmenin bir anlamı epeydir yoktu, artık hiç kalmadı. İYİ Parti müdiresinin Cumartesi günkü acıklı performansı esasen altılı masa denilen siyasi ucubenin hal ve gidişatını özetler nitelikte.
Senelerdir yazarım: İYİ Parti rejimin doğal payandasıdır, iktidar ve güç ister, muhalefette uzun süre kalamaz. 2015’teki toplu katliamların aslî sorumlusu, antidemokrasi fatihi Davutoğlu’nun altılı masa şehveti zaten mâlum. Hazretlerin lakırdı ve duruşlarını masanın kurucusu Madımakçı Temel Bey’in tuhaf çıkışıyla beraber okuyunca ahaliyle nasıl dalga geçtiklerini ve medyadaki goygoycuları ve amigolarıyla nasıl kumdan şatolar inşa ettikleri iyice faş oluyor.
Bu sahtekârlığı kanıtlamak istercesine, Mayıs hercümerci yoluyla meclise kapağı atan ve bu sayede mezara kadar ballı maaşı garanti edenlerin çoğu, yaz tatili rehavetini de fırsat bilerek arazi olmuş durumda. Altılı masanın seçimlerdeki sacayağı Kürt Siyasetinin ekseriyetini de bu çerçeveye dâhil etmeli.
Her hâl ve kârda ve ara sıra kükremeye çalışan kedi misali, Mart’taki yerel seçimlerden dem vuran ama bu seçimleri de kaybetmeye mahkûm olan yerli ve millî muhalefet, doludizgin Mart’taki “grande finale” için tabutuna çakılacak son çiviyi yontmaya devam ediyor.
Yüz kızartıcı bir gamsızlıkla…
Ve sonuçta memleketi rejimin total hegemonyasına ve siyaseti de siyasetsizliğe terk ederek…
Yerli ve millî muhalefetten hiçbir şey beklememek gerektiğini söyleyenlerin dilinde tüy bitmiş olsa da Mart’ı beklemek gerekecek. Sonrası muhalefet için parlamentercilik ortaoyunu, ahali için ise tufan. Göreceğiz.
Siyaset tellalları siyaset esnafıyla sınırlı değil. Seçime giderken sosyal medyadan inmeyen, ekranlardan çıkmayan, köşelerden düşmeyen bir dolu muhalif kanaat önderini unutmamak lâzım.
Bunlar kabaca üç kategoriye ayrılır.
Günde birkaç kez anket uydurup cebini dolduran sahtekâr anketçi tayfası. Parti komiserliğine heveskâr muhalifimsi gasteci şürekâsı. Okudukları ilm-i siyasete pabucunu ters giydirecek ayarda tahlil yumurtlayan amigo yeniyetme siyaset “influencer”ları.
Bunlar, kendilerine inanma naifliğini gösteren muhalif ahalinin bugünkü depresyonunun baş failleridirler. Buna rağmen, her şey ortadayken, yazdıkları zırvaların mürekkebi kurumamış, serdettikleri “kesin kanaatlere” erişim silinmemişken bunların hiçbirinden “yanıldık, özür dileriz” kelâmını işitmedik.
Aksine, alayı zeytinyağı misali üste çıkıp hezimeti laf kalabalığına boğarak “ilerki müsabakalara bakacağız” pişkinliğiyle yerli yerlerinde oturuyor.
Çoğu, yine kaybedilecek yerel seçimlerden nemalanmaya başladı bile. Anket, umut ve tahlil tellallığı yaparak…
Bu heyetler içinde sadece birkaç amigo akademisyen 28 Mayıs sonrası ortadan kayboldu, umarım tahlil diye yutturdukları zırvaların özeleştirisini yazmak amacıyladır. Ne ki memlekette böyle bir fıtrat, böyle bir akademik gelenek pek yoktur.
Yine de ahlak ve ilke yoksunu anketçiler ile “Abdurrahman Çelebi” gastecilerden farklı olarak sosyal bilimcilerin okudukları, hatmettikleri bilime ve topluma karşı sorumlulukları olması gerekirken sağır edici suskunlukları neye alamettir? Cehalete? Pişkinliğe? Ortalıkta tecrübeli ve kıdemli sosyal bilimci kalmamasına? Hadsizliğe? Bu nedenlerin hepsine?
Bu güruhun vurdumduymazlığına ek olarak kendilerinin ve ahalinin ekseriyetinin mustarip olduğu temel bir araz var.
Kimsenin, hiçbir zaman demokrasi arayışında olmamış memleketin hızla totaliterleştiğini, ahalinin ekseriyetinin bu sürece can-ı gönülden katıldığını, katılmayanların ise günlerini gün etmek için ses çıkarmadıklarını kabul etme cesareti yok.
Bu zaaf seçim sonuçları tahlilinde görüldüğü gibi sahici bir Türkiye tablosu resmetmeyi engelliyor. Rejimin ceberutlukları, şiddet, her türlü hukuk dışı uygulama, tıpkı otokratın kendisi gibi, geçici olarak algılanıyor.
Totaliterliğin kitle desteği tamamen atlanıyor ya da azımsanıyor.
Tam bu nedenle ve ekonomici/faydacı bir yaklaşımla, Erdoğancı kitlelerin eve ekmek götüremeyince ya da depremde mahvolunca mübarek reislerinden vazgeçecekleri varsayımı pek yaygındı.
Muhalif mahallenin seçimi kazanmak için epey bel bağladığı “kötü ekonomik durum” ve “deprem” etkenleri neden boş çıktılar acaba? Totaliterliğin gönüllü ve körkütük kitle desteği anlaşılamadığı için olmasın sakın?
Mâlum, biraz kuşkucu olanlar rejimi “seçimli otoriterlik” olarak tanımlamaya razı. Ne var ki bu tanım dahî yetersiz zira antidemokratik rejimde kitle, her hukuk dışı icraatını onayladığı otokrat adamı bayıla bayıla seçiyor. Dolayısıyla mesele fâni tekadamdan ziyade kalıcı çokadam rejimi. Buna rağmen bizim akademisyenlerin dili bir türlü “totaliter”, “faşist” demeye varmıyor.
Karşımızda duran, canımızı almak dâhil her an her şeyi yapma keyfîliğiyle hareket eden heyulanın niteliği, niceliği ve muhtevası doğru tarif edilmeden bu rejimden kurtulmak mümkün değildir.
Bir nebze aklı ve ahlâkı kalan akademisyenlerin ilk misyonu bu rejimin adını koymakla başlamaktır.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.