Genel seçimlerin ortaya çıkardığı tablonun iki önemli sonucu oldu. Birincisi iktidarı oluşturan zihni koalisyon ve aktörleri sistemi kurumsallaştırmak, kalıcılaştırmak konusunda çok önemli bir avantaj sağladılar. İkincisi ise muhalefet blokunun moral kaybı ve psikolojik dağınıklığı.
Muhalefet bloku her ne kadar temkinli de olsa iyimser bir beklenti içindeydi ve moral üstünlük muhalefet blokundaydı. Seçim sonrası ise iktidar bloku moral üstünlüğü tekrar ele geçirdi.
Bir kez daha iktidar blokunun kazandığı 2018 genel seçimlerinin ardından 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde blokların oy oranlarında çok büyük sayısal değişiklikler olmamıştı aslında.
Yerel meclislerin oylarında partilerin ve blokların oy oranları 2018 genel seçimleriyle neredeyse aynıydı. Fakat başta İstanbul ve Ankara’nın yanı sıra Antalya, Adana gibi büyük metropollerde de belediye başkanlıklarını muhalefet adaylarının kazanmasının ürettiği coşku içinde muhalif seçmen ve muhalif partiler sağlıklı bir analiz üretmediler. Belediye başkanlıklarındaki başarı yeterli görüldü. Ardından pandemi, ekonomik buhran ve deprem etkisiyle iktidar blokundaki çözülme tedirgin ve temkinli de olsa iyimserliği artırdı. İktidar bloku seçmeninde bile kaybetme ihtimali satın alınmıştı.
Muhalefetteki ittifaklar kendi iç gerilimlerini dışarıya yansıtmaktaki ısrarlarının güveni inşa edememelerinin kök nedeni olduğunu anlamadılar. Kılıçdaroğlu ve CHP adaylık tartışmasının dışına çıkıp da süreci yönetemedi. Muhalefet herhangi bir stratejisi olmayan bir kampanyayı yeterli gördü.
Kılıçdaroğlu popülist söylemle popülizmi, otoriter bir liderlikle otoriterliği yenebileceğini sandı. Sonunda bir dizi hayati hata sonucu muhalefet kazanma potansiyeli ilk kez bu denli yüksek olan bir seçimi kendi maharetiyle kaybetti.
Muhalefetin strateji yoksunu ve kaba popülizme sarılan kampanyasına karşılık Erdoğan sağlam bir ittifak stratejisi kurdu. Partisinin kaybettiği oyların kendisinden de uzaklaşmasını engelleyecek, onlara oy adresi gösterecek yeni ortaklıklarla ittifakını güçlendirdi.
İkincisi de seçimi “Erdoğan ve karşısındaki aday” seçimi haline çevirmeyi başardı.
Muhalefet seçimi “sistem değişikliği ve demokrasi seçimi” haline getiremedikçe, seçmeni kaos ve karmaşa olmadan değişimin mümkün olduğuna inandıramadıkça, Erdoğan sistemi güçlendirmek gerektiğine, karmaşa ima eden muhalefet ortaklığının daha büyük karmaşaya neden olacağına seçmenini de devlet mekanizmasını da inandırmayı; daha da önemlisi devlet ve bürokratik mekanizmanın tüm gücünü, kapasitesini ittifaka en büyük ittifak ortağı olarak son iki ayda dahil etmeyi başardı.
***
Seçimler ardından muhalefetteki bloklar hala sağlıklı ve kapsamlı ve de gelecek stratejilerine esas olacak bir analiz yapmış değiller. Onlar açısından mesele basit aslında. Bir kısmı için “aday yanlıştı”. Diğer kısmı için “seçmen yine hata yaptı”.
Birbirleriyle ve kendileriyle meşguliyetleri o denli büyük ki ülke sorunlarıyla ve yerel seçimlerle ilgilenmek henüz gündemlerinde değil.
Ne yazık ki genel kamuoyunun ve medyanın da gündemi yalnızca gelecek seçimlerde kim aday olacak sorusuna cevap aramaktan ibaret. Yaz aylarında spor medyasındaki transfer edilmek üzere olan futbol yıldızları haberleri benzeri her gün yıldız belediye başkanı adaylıkları konuşuluyor, yazılıyor.
Gündemin bu çerçevenin içinde kalması da iktidarın “siyasetsizleştirme” hedefine uygun bir ortam üretiyor.
Bu durum muhalefetteki 25 milyon seçmenin daha da umutsuzluğa düşmesine neden oluyor. Gelecek korkusu ve çaresizlik duygusu yoğun, kendi hayat tarzları ve geleceği için korkuları fazla, yalnızca seçimlerden değil ülkenin geleceğinden de endişeleri daha da yükselmiş olan ama buna karşılık ülkenin sosyal sermayesinin büyük kısmını oluşturan kesimlerinin ruh halinin, siyasete umutsuz bakışlarının etkilerini gelecekte çokça görecek ve tartışacağız.
İktidar yerel seçimlere çok kendinden emin ve moral üstünlüğü eline geçirdiği psikolojisiyle gidiyor. Öte yandan bu kez iş iktidar açısından da çok rahat değil aslında.
İktidarın en büyük avantajı, ittifakında bir çatlak olmadan yüzde 45-46 oyu garanti görmesi. İkinci bir avantajı, kazanma umudu güçlü olduğu için daha fazla güçlü yerel aktörün adaylığa bu kez razı olabilme olasılığı. Ama şimdiye kadarki Erdoğan stratejilerine baktığımızda birkaç büyükşehir dışında muhtemelen Ak Parti örgütünden adaylarla gidecekleri beklenebilir.
O zamana değin parti aidiyeti yerine Erdoğan aidiyeti yerleşmiş Ak Parti örgütünün gerçekten çok güçlü adaylar çıkarma potansiyeli var mı, onu bilmiyoruz henüz. Elbette devlet mekanizmasının yanında olması da bir diğer ama en güçlü avantajı. En büyük dezavantajı ise paradoksal biçimde yine Erdoğan.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde seçimi “Erdoğan ve karşısındaki” şekline çevirebilmesi mümkün olmuş olsa da bu kez en azından 30 büyükşehirde farklı ve güçlü adaylarla Erdoğan rekabeti çalışmayabilir. Kaldı ki metropollerde Kılıçdaroğlu’nun oyunun Erdoğan’ın oyunun önünde olduğu da bir başka gerçek.
İkinci dezavantajı giderek kalıcılaşmakta olan ekonomik buhranın dinamikleri. İktidar seçmeninin beşte biri zaten muhalefete güvenmediği için cumhurbaşkanlığında Erdoğan’a oy vermişti ama bu kez yerellerde başka seçenekler önlerinde olacak.
Ayrıca gönülsüz iktidar seçmenleri bu denli merkeziyetçilikten rahatsızlıkları nedeniyle de muhalefet adaylarına sıcak bakabilir.
Mesele bir kez daha muhalefetin yerel seçim stratejisine bağlı olacak. Muhalefetin en büyük dezavantajı hala iç meseleleriyle meşgul olurken birbirlerine olan hoyratlıklarındaki rahatlık. Ulusal düzeydeki olası ittifakların bu kez çok zorlu bir sürece bağlı olduğu şimdiden anlaşılıyor.
Eğer “yerellerde” ve “esnek” ittifak ilişkilerine açık bir stratejiyi kurgulayabilirler ve yerel örgütleriyle beraber politika geliştirmeyi yönetebilirlerse başarı şansı olabilir.
Asıl belirleyici olacak olan ise yerel seçimlerdeki seçmen düşünüş ve davranışını değiştirebilmeyi başarıp başarmayacakları olacak.
Eğer seçmen Erdoğan yandaşlığı ve karşıtlığı üzerinden değil, kimlikleri üzerinden de değil sistem üzerinden düşünürse muhalefet başarabilir. Bunun yolu yerel seçimin “merkeziyetçilik ve yerellik” ekseni üzerinden gelişmesi olabilir.
Yerellik, yerel yönetim, yerinden yönetim meselesi ayrıca bugünün siyasetsizleşme sürecinin de panzehri olacaktır. Bugünün karmaşıklık ve belirsizlik esaslı dünyasını yaratan dinamik artık gündelik hayatın da çok boyutlu, çok katmanlı, çok aktörlü olması.
Böyle bir hayat ritmi içinde tek tipli, tek formüllü, merkeziyetçi kararlar ve politikalarla yereldeki her bir sorunun çözümü artık mümkün değil. Her bir metropolün, ilin kendi dinamikleri, kendi aktörleri ve kendi sorunları var. Bunların gerçekten çözümü her bir metropolün ve ilin kendi “kent vizyonunu” ve “kent mutabakatını” üretebilmesine bağlı. Tartışmanın bu zemine çekilmesi, yerellerin gerçek sorunları etrafındaki tartışma seçmenin, kent ahalisinin kimlikleri, kutuplaşmalar üzerinden değil kendi coğrafyasının meseleleri ve çözümleri üzerinden düşünmesini sağlayabilir.
Böylesi bir tartışma zemini elbette yerel siyasetçilere ve onların maharetine bağlı. Sorun şu ki her bir yereldeki siyaset de ulusal siyasetin kutuplaşmaları, sloganlarına sıkışmış durumda. Eğer yerel siyasetçiler ulusal sorunlar üzerinden keskin nutuk ve sloganlara yaslanmak yerine yerel bir vizyon geliştirebilirse kendi yerellerindeki hikayeyi değiştirebilirler.
Ancak böyle bir yerel vizyon üzerinde yerellerde farklı, esnek ittifaklar oluşabilir. İttifakların partilerin ulusal merkezleri üzerinden değil yerel sorunlara yerel çözümler ve vizyonlar üzerinden oluşması hem siyasetsizleşmenin hem kutuplaşmanın hem de siyasetten umutsuzluğu aşmanın yolunu açabilir.
Bir diğer fırsat alanı yerel ekonominin de tümüyle merkeziyetçi, tek tipli, keyfi kararlarla yürüyor olması. Standart ve tek tipli formüllere dayanan ulusal ekonomik kararlar artık sorunu çözemediği gibi krizi kalıcılaştırıyor.
Ülke ekonomisi her gün başka bir başlık tartışıyor gibi görünse de 2017’den beri kesintisiz krizler yumağı içinde. Halbuki her bir büyükşehir ve il kendi yerel kalkınma stratejisinin sahibi ve lideri olabilir.
Kaldı ki İstanbul dışında neredeyse hemen her bir ilin en büyük işvereni, en büyük istihdam kapasitesi yerel yönetimlerde, en fazla maaşlı çalışan belediyelerde. Yerel yönetimler ekonomik kalkınma stratejilerinde daha fazla katılımcı ve şeffaf yöntemlerle hem yerel demokrasinin hem de yerel kalkınmanın önünü açabilirler.
Yerel siyasetin bir başka fırsat alanı yerellerdeki sivil örgütlenmelerle daha fazla iş birliği imkanına sahip olması. Sivil toplum uzun bir süredir yerelleşiyor ve gerçek sorunlar etrafında daha farklı örgütlenme modelleriyle bir şeyler başarmaya çalışıyor. Partilerin oligarşik yönetim yapıları ve elitleri dışında yerel siyasetçiler de yerel sivil toplumcular da başarıya daha fazla muhtaçlar, daha fazla arzulular, iş birliğine daha açıklar. Yerel demokrasinin de fırsatı olan bu dinamiği örgütleyebilecek, sivil toplum örgütleriyle karşılıklı güven inşa edebilecek yerel siyasetçiler meseleyi başka bir zemine çekebilirler.
Elbette bir başka ihtimal daha var.
Yerel adayların seçimi “kendisi ve Erdoğan” zeminine çekmeleri, popülizmi daha kaba popülizmle yenebileceklerini sanmaları, seçim sürecini ve kampanyalarını yalnızca yardım vaatlerine, sahicilikten ırak sevgi sloganlarına ve afişlerine indirgemeleri de ihtimal dahilindedir. Bunu yaptıkları zaman ne olacağını da yedi ay sonra göreceğiz.
Bu yazı Gazete Oksijen‘den kısaltılarak aktarıldı.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.