‘Son birkaç on yılda dünya giderek daha endişe verici bir hal aldı. Liderlerin bazıları ve küçük bir azınlık dışında vatandaşlarımız yaşadığımız çok yönlü krizlerin yeterince farkında değil. Hayal aleminde potansiyel felaketlere doğru ilerliyoruz.’
İnsanlık nereye gidiyor? Derinleşen iklim krizi, göç dalgaları, otokrasilerin yükselişi ve ufukta büyüyen üçüncü büyük savaş tehlikesi, dünya için felaket çanlarının çalmasına yol açtı. Konu çok açık tartışılmasa da kimi aydınlar uyarı işaretlerini daha yüksek sesle vermeye başladı. Çağımızın en önde gelen bağımsız düşünürlerinden, 102 yaşındaki Edgar Morin, bunlardan biri. İsviçre’nin Les Temps gazetesinin Morin’la yaptığı mülakatı, FTP çevirisiyle paylaşıyoruz.
“Uyanalım!” Bu, 102 yaşındaki Edgar Morin’in iki sert sözle bizi yapmaya çağırdığı şey ve son ana kadar bize meydan okumaya niyetli.
Sosyolog ve filozof, Karmaşık Düşünceye Giriş adlı iddialı kitabın yazarı, dünya çapında 38 üniversitenin fahri doktoru, CNRS’de emeritus araştırma direktörü olan bu Parisli, zamanımızın en önemli düşünürlerinden biri. Aynı zamanda en özgün düşünürlerden biri.
Derslerini “yüzyıllar ve yüzyıllar boyunca edindiği yaşam deneyimlerinden” çıkarıyor ve hiçbir zaman ders verenin rehavetine kapılmıyor. Leçons d’un siècle de Vie (“Bir Yüzyıllık Yaşamdan Dersler”) adlı kitabında “Umarım bu dersler herkes için sadece kendi yaşamlarını sorgulamakta değil, aynı zamanda kendi yollarını bulmakta da yararlı olur” diye yazıyor.
Ton ve içerik bakımından daha keskin olan son kitaplarında, “Dünya’nın medenileştirilmesi” ve “insan türünün insanlığa dönüştürülmesi” çağrısında bulunuyor. Ona göre bu, “yalnızca ilerlemeyi değil, insanlığın hayatta kalmasını amaçlayan her türlü politikanın temel hedefi”.
Kendisiyle Paris’te bir araya geldik.
Le Temps: Son kitabınız “Réveillons-nous!” (Uyanalım!) başlığında “genelleştirilmiş bir uyurgezerlikten” bahsediyorsunuz. Bununla ne demek istiyorsunuz?
Öncelikle 1930’lar ve 1940’lardaki tecrübelerime atıfta bulunuyorum. Bu yıllar Hitler’in iktidara gelmesi, İspanya İç Savaşı, Münih ve Çekoslovakya’nın ilhakı ile tehlikenin yükseldiği yıllardı. Bu süreç savaşa yol açtı. O dönemde çok az insan farkındaydı küresel bir patlamaya doğru bu amansız yürüyüşün. Uykudayken bilinçsizlik halinde dolaşmayı çağrıştıran ‘somnambulizm‘ kelimesi bana zamanımızın uygun bir tanımı gibi geliyor.
Son birkaç on yılda dünya giderek daha endişe verici bir hal aldı. Liderlerin bazıları ve küçük bir azınlık dışında vatandaşlarımız yaşadığımız çok yönlü krizlerin yeterince farkında değil. Hayal aleminde potansiyel felaketlere doğru ilerliyoruz.
Ukrayna’daki savaş, pandemi, iklim değişikliğinin sonuçları… Yaşadığımız çok yönlü krizler farkındalık yaratmaya ve insanları harekete geçmeye teşvik etmeye yardımcı oldu mu?
Krizler farkındalık yaratabilir. Yaratıcı hayal gücümüzden yararlandığımız takdirde toplumlarımızın karşı karşıya olduğu sorunlara çözüm bulmamıza da yardımcı olabilirler. Ancak aynı zamanda, geçmiş bir döneme dönme arzusunu uyandırma ve mantıksız korkulara kapılma riski taşıyan endişelere de yol açarlar.
Aslında krizler ilerletici olmaktan çok geriletici olurlar. Meadows raporunun 1972 yılında ortaya koyduğu ekolojik krizin boyutu, çok az farkındalık yaratmıştı. Geçici çözümlere ve aynı zamanda güçlü inkarlara yol açmıştı. Yaşadığımız krizlerin, gerekli reformları acilen benimsemediğimiz takdirde tüm gezegeni tehdit ettiğinin yeterince farkında değiliz.
Aynı şey Ukrayna için de geçerli mi?
Kesinlikle öyle. Çok az insan bunun tarihsel bağlamını anlama zahmetine katlanıyor. Çoğu zaman bize Manichean bir çatışma olarak sunuluyor (herşeyi iyi-kötü karşıtlığı, siyah-b eyza indirgeme eğilimi, ed). Putin’in Rusya’sı açıkça saldırgan. Ama örneğin Donbass örneğini ele alalım. Bu önemli ekonomik ve kültürel bölge Çarlık Rusyası ve ardından Sovyet Rusya tarafından sanayileştirildi ve Ruslaştırıldı. Burada yaşayan Ruslaştırılmış insanların, köleleştirilme ya da yok edilme riski bir yana, Ukrayna’ya saf ve basit bir entegrasyonla sınırlı olmayan özel bir statüye ihtiyacı var.
Çoğu zaman, karmaşık bir sorun ortaya çıktığında, bu sorun yokmuş gibi davranırız. Bir başka örnek de Kırım’dır. Katerina tarafından Türklerden alınan bu yarımadada 2014 yılında 1.4 milyon Rus, 400.000 Ukraynalı ve 300.000 Tatar yaşıyordu. Gerçek bir demografik sorunla karşı karşıyayız.
Uluslararası anlaşmalara atıfta bulunmak yeterli değil. Halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkı ne olacak? Ukrayna’daki savaş, bir saldırı eylemine ve bir halkın saldırgana karşı cesur direnişine indirgenemeyecek karmaşıklıkta bir tarihi uyandırıyor.
Putin’in baskısının her geçen ay daha da kötüleştiğini gösterirken Ukrayna’yı melekleştiren haberlerin dayattığı tek taraflı bakış açısıyla kendimizi sınırlayamayız. De Guerre en Guerre (Savaştan Savaşa) adlı bir kitap yazmıştım. De 1940 à l’Ukraine (L’Aube, 2023) adlı bir kitap yazdım; bu kitapta çeşitli savaşlardaki deneyimlerimi anlattım: İkinci Dünya Savaşı, Cezayir’deki savaş ve eski Yugoslavya’daki savaş. Sözde ‘iyilerin’ kampında bile aşırılıklar ve suçlar vardı.
Savaş bir yanılsama, yalan, mistifikasyon ve tek taraflı bilgi seli taşır ve bunun farkında olmamız gerekir.
Son kitabınızda “makine toplumu” olarak tanımladığınız transhümanizmden bahsediyorsunuz. Bununla ne demek istiyorsunuz?
Transhümanizm, bilim ve ekonomideki gelişmelere dayanarak bazı insanların istediği bir tür gelecek hayali. Kök hücrelerin geliştirilmesi ve yapay zekanın daha iyi kullanılması yoluyla insan ömrünün uzatılmasını sağlayabilecek bir gelecek hayal ediyorlar. İnsanlığın elit kesiminin bir kısmı böylece kendilerini ölümden ve örgütlenme endişesinden kurtulmuş, diğer gezegenleri fethetme macerasına atılmakta özgür bulacak.
Transhümanizmin bir efsane olduğuna ikna oldum. Savunucuları tüm sorunlarımızı çözmek için bilim, teknoloji ve ekonomiye güvenebileceklerini düşünüyorlar. Oysa bugün en çok eksikliğini hissettiğimiz şey, insan dayanışması ve ortak kader duygusudur. Geliştirmemiz ve yaymamız gereken şey, insan çeşitliliğindeki bu birlik, muhteşem bir kollektif maceraya, insanlığa katılma duygusudur.
“Bir sistem kendi yaşamsal sorunlarıyla baş edemediğinde, bozulur ve dağılır ya da kendi sorunlarıyla baş edebilecek bir meta-sisteme yol açabilir ve metamorfoz geçirir” diye yazıyorsunuz. Metamorfoz dediğiniz nedir? Bugün hala metamorfozun mümkün olduğuna inanıyor musunuz?
Metamorfoz kavramı kendi bütünlüğü içinde görülmeli. İlk insan toplumları avcı-toplayıcı toplumlardı, devletleri ve toprakları yoktu. Daha sonra tarım toplumları, ardından da devletli toplumlar ortaya çıktı. Antik toplumları modern toplumlar takip etti. Bunların hepsi tarihsel metamorfozlardır.
Bugün, büyük bir metamorfoz yaşıyoruz. Bu başkalaşımın daha dayanışmacı, adil ve bilinçli bir toplum yaratmamızı sağlayacağını umuyorum. Ulusları ortadan kaldıramayız. Onları, benim “Yeryüzü Vatanseverliği” adını verdiğim daha geniş ve daha derin bir vatanseverlikle bütünleştirmemiz gerekecek.
Dünya’nın ortak kaderine ilişkin farkındalık, bu milenyumun başlangıcındaki kilit olay olmalıdır. Hepimiz insanız. Hem birbirine benzeyen hem de benzemeyen insanlar. Kültürlerimiz farklı. Ancak pek çok ortak dilimiz var: Müzik, edebiyat, teknoloji… Geliştirmemiz ve yaymamız gereken, insan çeşitliliğindeki bu birlik, muhteşem bir kolektif maceraya, insanlığa katılma duygusudur. Bugün eksikliğini hissettiğimiz şey budur. Eğer bu unsurlar bir araya getirilirse, tarihi bir metamorfoz geçiririz.
Son kitaplarınızdan birinde insanlığı kurtarmak için bizi yöntemlerimizi değiştirmeye çağırıyorsunuz. Bu yön değişikliğinin önündeki başlıca engeller nelerdir?
Ana engel, hayal kurmamızı, şimdiki zaman için bir dünya ve tarih tasarlamamızı engelleyen düşünce boşluğu. Neredeyse sıfırdan başlamak zorunda kalacağız. La Voie ve Pour l’avenir de l’humanité gibi çeşitli kitaplarda yapmaya çalıştığım şey buydu.
Bir diğer büyük engel de toplumlara hakim olan ve onları kontrol eden ve gerçek bir yön değişikliğini engelleyen güçlü ekonomik çıkarlar. Özellikle de tarımda… Örneğin Fransa’da egemen sendikanın (FNSEA) gücü organik tarımın ve agroekolojinin tam anlamıyla gelişmesini engellemekte.
Bir diğer büyük engel de devletin bürokratikleşmesi. Birbirleriyle iletişim halinde olması gereken kamu kurumları bölümlere ayrılmış durumda. Dahası, bürokratik devlet, çok güçlü ekonomik lobilerle en tepede asalak bir yapıya sahip. Bu durum özellikle Sağlık Bakanlığı’nın ilaç endüstrisi lobisi tarafından tamamen felç edildiği Fransa’da geçerli.
Kitaplarınızdan birinde hem küreselleşmeye hem de küreselleşmemeye ihtiyacımız olduğunu söylüyorsunuz. Bununla ne demek istiyorsunuz?
Sadece ekonomik çıkarlara dayanan her şeyi küreselleşmeden arındırmamız gerekiyor. Ve tam tersine kültürü, sanatı, bilimi, bilgiyi ve kardeşliği küreselleştirmeliyiz.
Dünyaya daha şiirsel bir yaklaşımı metamorfozu başarmanın anahtarı olarak görüyor musunuz?
Kaderimizde şiir ve düzyazı arasında gidip gelmek var. Şiir sadece mısra değil. Hayatın şiiri bizi yücelten her şeydir, bizi bir araya getiren her şeydir, bizi sevdiren her şeydir. Düzyazının tersine, bizi sıkan, zorunlu olan, hayatta kalmamızı sağlayan şeylerdir. Yaşamak şiirsel yaşamaktır, hayatta kalmak değil. İnsanların şiirsel potansiyellerini ifade etmelerine izin vermek giderek daha önemli hale geliyor. Şiir bir lüks değildir.
Son kitabınızın adı “Réveillons-nous!” (Uyanalım!”). Bugün uyanmamıza ne yardımcı olabilir?
Sanırım birkaç elektrik şokuna ihtiyacımız var. Hölderlin’in dediği gibi: “Tehlikenin büyüdüğü yerde, kurtarıcı unsur da büyür”.
____
Les Temps gazetesinde yayınlanan bu mülakat FTP tarafından çevrildi.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.