Daha önce sanırım iki veya üç kere “Türkiye Özgürleşebilir Mi?’’ başlıklı yazılar yazmıştım. Yeni seçimlerin eşiğinde olduğumuz bugünlerde aynı meseleye tekrar bir göz atmak için gayet uygun bir zamandayız.
Bunun için uygun bir zamanda olduğumuzu düşünmemin en az iki nedeni var. Bir tanesi yirmi yılı aşkın bir süredir iktidar olan ve iktidarının ikinci yarısında, ilk 7-8 yılındaki reformist atılımını inkâr edercesine otoriterlikte karar kılan -son anlarında MHP destekli- AKP yönetiminin bu seçimlerde iktidardan düşmesi güçlü bir ihtimal gibi görünüyor.
Bu da, muhtemel bir post-AKP döneminde Türkiye’nin rotasını özgürlük ve demokrasiye çevirme şansı olup olmadığı sorusunu akla getiriyor.
İkinci neden ise 14 Mayıs’ta yapılacak olan çifte seçimin Cumhuriyet’in 100. yılına rast gelmesiyle ilgili.
Soru şu:
İlk yüz yılında istikrarlı bir özgürlükçü ve çoğulcu demokrasi kuramamış olan Cumhuriyetin bu konuda önümüzdeki dönemde göstereceği performansla ilgili olarak daha iyimser olmamızı gerektiren bir neden var mıdır?
Birinci konuda “ihtiyatlı iyimser”im. Nedeni açık: Seçimlerden sonra Türkiye’nin rejiminin özgürleşme yoluna girmesi diye bir ihtimal varsa, bu ihtimal ancak muhalefet bloğunun yasama ve yürütmenin ikisinde birden üstünlük sağlaması durumunda varit olabilir. Aksi halde, yani sadece yasamada çoğunluğu elde etmesi veya sadece cumhurbaşkanlığını kazanması halinde muhalefet koalisyonunun vaat ettiği mütevazi iyileştirmeleri bile yapması zorlaşacaktır.
Ama asıl mesele şu:
Muhalefet bloğu iki seçimi de kazansa bile, uygulamaya koymayı vaat ettiği program pek öyle reformist bir program değildir. Bu program, rejimin yapısında köklü değişiklikler önermek şöyle dursun, parlamenter hükûmet sistemine dönmek dışında, ufak-tefek iyileştirmelerle statükoyu sürdürmeyi esas almaktadır.
Kısaca, muhalefet ittifakının seçimlerden sonra yasama ve yürütmeyi kontrol eder konuma geçmesi iktidardaki keyfî ve baskıcı şef yönetimini sona erdirebilirse de, gerek vaat ettiği programın içeriği gerekse ittifakın iki büyük ortağının ideolojik bağlılıkları nedeniyle, böyle bir iktidar değişiminin rejimin mahiyetini özgürlük ve demokrasi yönünde esaslı bir dönüşüme uğratma ihtimali maalesef yoktur.
Şimdi gelelim daha temel önemdeki ikinci soruya, yüz yıllık geçmişindeki özgürlük ve demokrasi performansı hiç de başarılı olmayan Cumhuriyet’in, muhtemel bir “Altılı Masa” iktidarıyla başlayacak olan yeni döneminde yakın veya orta vadede bu konudaki başarısızlığını telâfi edip edemeyeceği sorusuna.
Hemen söylemeliyim ki, bu konuda benim “ihtiyatlı iyimserliğim” bile büyük ölçüde dayanaksız kalıyor.
Bunun nedeni, Cumhuriyet’in ilk yüz yıllık performansının özgürlük ve demokrasi yolundaki “başarısızlığı”nın aslında kasıtlı bir başarısızlık olduğuna kani olmamdır.
Aslına bakılırsa, buna “başarısızlık” demek bile doğru değildir, çünkü bir performansı veya çabayı “başarısızlık” olarak nitelemenin doğru olması için, onun şeklen deklare ettiği veya kendisine atfedilen hedefe ulaşmayı sahiden amaçlamış olması gerekir. Oysa, gerçekte bizim Cumhuriyetimizin özgürleşme ve demokratikleşme diye bir amacı yoktu. Cumhuriyet o “yola” girmeyi ve o “yolda” olmayı hiçbir zaman amaçlamamış, onu sahiden istememiştir.
Çünkü, Cumhuriyet başlangıçta yeni ve farklı bir rejim olarak değil, İttihat Terakki rejiminin varisi ve devam ettiricisi olmak üzere kuruldu.
“Hikmet-i hükûmet”çiliğin Cumhuriyet rejiminin olağan felsefesi olması da bu yüzden şaşırtıcı değildir. Çünkü “Türk ulusu”nun etnik-kültürel saflığının ve dinsel kimliğinin tekliğinin (Sünnî İslam) korunması, bu rejim için hayat-memat meselesidir. Bu da ancak Sünnî Türkçü kimliğin siyasî organizasyonu demek olan ve büyük harfle yazılan “Türk Devleti”nin her ne pahasına olursa olsun korunmasını buyuran bir felsefeye bağlı kalmakla sağlanabilirdi.
Peki o zaman resmî söylemin “çağdaş uygarlık düzeyi”ni ısrarla ve yüksek sesle temel hedef olarak ilân etmesi tutarsız değil mi? diye sorulursa…
Hayır, ben bunda tutarsızlık görmüyorum; çünkü Cumhuriyet için “çağdaş uygarlık düzeyi” siyasî bir hedef olmaktan çok, kültürel batılılaşmayı – en başta hayat tarzı dönüşümünü – simgeleyen bir hedeftir.
Rejim açısından çağdaş uygarlık hedefinin siyasetle ilgisi oldukça sınırlıdır: Kısıtlı sivil haklara ve şeklî yurttaş eşitliğine dayanan, kontrollü bir “seçimsel demokrasi”. Buna, kültür ve uygarlık olarak “İslam dünyası”nın değil de, “çağdaş” Batılı uluslar ailesinin “şerefli” bir üyesi olmak hedefi eşlik etmektedir.
Bunun böyle olduğu, var olduğu kadarıyla bile “demokratik” siyasetin ve “sivil” toplumun bu kalıbın dışına çıkacak gibi olduğu her defasında “Devletin bekâsı” adına sürece müdahale edilmesinden de anlaşılmıyor mu?…
Kısacası, benim bu rejimden yana büyük beklentilerim yok.
“Cumhuriyet”in bize, eğer isterse, kaba adaletsizlik ve hak ihlâllerinden uzak durmak ve ekmeğimize musallat olmaktan kaçınmaktan başka hayırlı bir şey vaat edebileceğini sanmıyorum.