Türkiye’nin 14 Mayıs’ta sandık başına gitmesine bir ay kala, altı ana muhalefet partisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı en güçlü meydan okumayı yapmak için Kemal Kılıçdaroğlu’nun etrafında toplanırken, ülkenin enflasyon krizi ana kampanya teması haline geldi. Ancak analistler, özellikle de kültürel konuların Türk siyasetindeki önemi göz önüne alındığında, Erdoğan’ın ekonomiyi yönetim tarzına duyulan hoşnutsuzluğun otomatik olarak Kılıçdaroğlu’na oy olarak dönmeyeceği görüşünde.
Erdoğan’ın, laik CHP lideri Kılıçdaroğlu’ndan iki haftadan fazla bir süre sonra, 11 Nisan’da cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasını başlatırken ekonomik vaatlere odaklanması manidardı. Cumhurbaşkanı, Ankara’da bir stadyumda destekçilerine “Enflasyonu tek haneli rakamlara indireceğiz ve ülkemizi bu sorundan kesinlikle kurtaracağız” dedi.
Türkiye’nin gerçekten de enflasyondan kurtarılmaya ihtiyacı var. Büyüme güçlü seyrederken, en son resmi istatistikler Ekim ayında yüzde 85 ile çeyrek asrın zirvesine ulaşan enflasyonun Mart ayında yıllık bazda yüzde 50’nin üzerinde seyrettiğini gösteriyor.
Türk lirası Mart ayında dolar karşısında tüm zamanların en düşük seviyesine geriledi; bu 2018’den bu yana Türkiye ekonomisini sarsan döviz ve enflasyon krizinde periyodik olarak yaşanan çöküşlerin sonuncusu.
Uzmanlar, krizden, Erdoğan’ın tüm ekonomik kanıtlara rağmen yüksek faiz oranlarının enflasyonu körüklediğine inanmasını ve enflasyonu düşürmek için sıkı para politikasına ihtiyaç duyulduğunda faiz oranlarını düşürmesini sorumlu tutuyor.
Tüm bunlar, Erdoğan’ın iktidarının ilk yıllarında, Batılı yorumcuların onu ileri görüşlü bir reformcu olarak övdüğü dönemdeki ekonomik görünümden muazzam bir değişime işaret ediyor.
Erdoğan’ın “ılımlı İslamcı” partisi AKP, modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 1920’lerde kurduğu laik hegemonyayı aşarak 2003 Türkiye seçimlerinde olağanüstü bir başarı elde etti. 2001 yılında Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz AKP’nin zaferinin arkasındaki en önemli faktördü. 2003 yılında Erdoğan başbakan olduğunda ekonomiyi canlandırmaya ve bir güç merkezi haline getirmeye başladı.
IMF desteği ve Avrupa’daki canlı koşullarla desteklenen Türkiye’nin GSYİH büyümesi 2002’den 2007’ye kadar ortalama yüzde 7,2 oldu. Erdoğan’ın çekirdek seçmen kitlesindeki pek çok seçmen -Türkiye’nin Asya kısmı olan Anadolu’nun kalbindeki işçi sınıfı, sosyal açıdan muhafazakar Müslümanlar- orta sınıfın saflarına katıldı.
Ancak son beş yılda enflasyon ve döviz krizi, İstanbul’un Avrupa hayranı burjuvazisinden Anadolu’nun göbeğindeki dindar, işçi sınıfı seçmenlere kadar Türk toplumunun tüm kesimlerini etkiledi.
Anketler cumhurbaşkanının mevcut ekonomik ortamda destek kaybettiğini gösteriyor. Erdoğan ve AKP son yirmi yılda defalarca yeniden seçime gitti – ancak Metropoll tarafından yapılan son anket, Erdoğan’ın yüzde 41,1’ine kıyasla Kılıçdaroğlu’nu yüzde 42,6 ile ilk tur için biraz önde gösteriyor.
Anadolu’nun göbeğinde geleneksel olarak AKP’yi destekleyen bir bölge olan Konya’da yaşayan Selman Deveci Financial Times’a “Değişim istiyorum” dedi. “Ekonomiyi mahvettiler.” Ancak Deveci muhalefetten de etkilenmiş değil: “Onlara inancım yok” diye ekliyor.
Analistlere göre Erdoğan’a karşı hayal kırıklığı, muhalefete karşı ise şüphecilik içeren bu tutum oldukça yaygın, ve Kılıçdaroğlu’nun bazı anketlerdeki görünür liderliğine şüphe düşürüyor.
Ne de olsa pek çok Batılı gözlemci 2018’deki son seçimde Erdoğan’ı hafife almış, o zamanki CHP lideri Muharrem İnce’nin hararetli bir kampanyanın ardından cumhurbaşkanını ikinci tura götürmesini beklemişti. Ama sonuçta Erdoğan, İnce’den 10 milyon daha fazla oy alarak, yüzde 53 ile ilk turda gerekli çoğunluğu elde etti.
Ekonominin seçimlerin belirlenmesindeki rolü siyasetin en eski kurallarından biri. Ve En ünlüsü Bill Clinton’ın kampanya stratejisti James Carville’in 1992’de George HW Bush’a karşı ABD başkanlığı için verdiği başarılı mücadele sırasında çalışanlar için yarattığı “It’s the economy, stupid!” (İşin aslı ekonomi, sersem!” klişesi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Osmanlı İmparatorluğu’nu karakterize eden İslam ve siyaset arasındaki derin bağları kopardığı 1920’lerin başından beri Türk toplumunda bir çatlak var.
Erdoğan iktidara geldikten sonra yavaş ama emin adımlarla İslam’ı Türk kamusal yaşamının merkezine geri döndürdü, ve Kemalizm’in, ve onu uzun süredir destekleyen “derin devlet”-asker-yargı bağının gücünü aşındırdı.
Türkiye’nin büyük ölçüde metropollerde yaşayan laik kesiminin öfkesi 2013’te İstanbul’daki Gezi Parkı protestoları sırasında uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmişti. Ancak Erdoğan, Anadolu’nun kalbindeki milyonlarca destekçisi arasında popülerliğini korudu ve bu destekçilerin çoğu onun eski düzene karşı kazandığı zaferi memnuniyetle karşıladı.
Tüm bunlarla birlikte, heterojen bir “muhalefet partileri bloğunu” birleştiren cumhurbaşkanı adayı olarak Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin kültür savaşları konusunda CHP’li seleflerine kıyasla çok daha pragmatik bir duruş benimsemiş durumda.
Geçen yıl Kılıçdaroğlu, Türk siyasetinde simgesel/totemik bir mesele olan başörtüsü konusunda CHP’nin pozisyonunu değiştirdi. Atatürk 1920’lerde başörtüsü takılmasını engellemiş, halefleri de kamu kurumlarında kademeli olarak açık yasaklar getirmiş, Erdoğan da bunu birkaç aşamada tersine çevirmişti.
Kılıçdaroğlu, CHP’nin başörtüsü kısıtlamalarını destekleyerek “geçmişte hata yaptığını” söylemekle kalmadı, aynı zamanda kadınların başörtüsü takma hakkını koruyan bir anayasa değişikliğini de destekledi.
Kılıçdaroğlu’nun ekonomik platformu ortodoks para politikasına dönüş ve merkez bankasının bağımsızlığı. Muhalefet bunun ötesinde ekonomi politikasının ince ayrıntılarına girmekten kaçınıyor. Ancak enflasyonist krize basit bir cevap olsa da, ekonomik ortodoksiye geri dönmek, Türk muhalefeti için o kadar kolay bir pazarlama olayı değil.
Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
Yazıda ifade edilen görüş ve düşünceler yazara aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.