Türkiye’nin 2018 cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası sırasında New York Times (NYT), Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın o dönemdeki rakibi Muharrem İnce’ye destek veren bir başyazı yayınlamıştı. Birkaç paragraf sonra NYT yorum ekibinin Erdoğan’ı İnce’den ve onun görüşlerinden daha çok sevmediği anlaşıldı.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri ve altı partili koalisyonun 14 Mayıs’ta Erdoğan’a cumhurbaşkanlığı için meydan okumak üzere seçtiği Kemal Kılıçdaroğlu için de durum aynı. Seçime sadece bir ay kala Kılıçdaroğlu, 7 ile 10 puan arasında bir farkla önde.
Ancak Kılıçdaroğlu’nun üstünlüğüne rağmen Erdoğan’ın kaybedeceğine inanmak zor görünüyor.
Bu belki de hayal gücünün eksikliğinden kaynaklanıyor, ancak Erdoğan 2003’ten bu yana önce başbakan sonra da cumhurbaşkanı olarak iktidarda. Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), iktidarı ellerinde tutmak için siyasi kurumların içini boşalttı, onları eğip büktü ve şekillendirdi. Cumhurbaşkanı, muhaliflerinin altını oymak için devlet aygıtını kullandı ve her zaman sorumlu olmasa da Türkiye’nin bir zamanlar yaygaracı olan medyasının büyük çoğunluğu artık hükümet söylemini tekrarlamakla yükümlü.
Bir zamanlar laik-milliyetçi müesses nizamın kalesi olan yargı artık AKP destekçilerinin himayesinde. Erdoğan, daha önce sadece modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerine sadık olan askeri komutayı da yeniden şekillendirdi. Bu koşullar altında Erdoğan’ı ancak Tanrı’nın bir eylemi yerinden edebilir gibi görünüyor. Belki de 6 Şubat’taki deprem tam da böyle bir şeydi.
Kılıçdaroğlu’nun kazanması Türk siyaseti ve dış politikası için ne anlama gelir? Bazı Türk ve Batılı yorumcular Türkiye’nin yeniden demokratik, müreffeh, Avrupa Birliği üyeliğine hazır ve NATO müttefikleriyle daha uyumlu bir ülke olabileceğine inanıyor.
Erdoğan’ın yenilmesi ve makamını bırakması şüphesiz milyonlarca Türk için rahat bir nefes olacaktır. Ancak Türkiye’nin aslında hiç var olmamış bir geçmişe geri dönmesi de pek olası değil.
Kılıçdaroğlu ve ortaklarının neye inandıklarını ya da nasıl yöneteceklerini söylemek zor. Liderliğini yaptığı Millet İttifakı (“Altılı Masa” olarak da biliniyor) ideolojik olarak farklı bir koalisyon, ve Erdoğan’dan nefret etme konusunda birleşmiş durumda.
Sol, merkez/sosyaldemokrat ve milliyetçi alanı işgal eden Kılıçdaroğlu’nun CHP’sine ek olarak, ittifakta Türkiye’nin aşırı sağcı milliyetçilerinin bir uzantısı olan İyi Parti, AKP’den ayrılan Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu tarafından yönetilen iki merkez sağ parti ve bir başka merkez sağ grup olan Demokrat Parti yer alıyor. Diğer üye ise AKP ile birlikte 2001 yılında hükümetin başka bir İslamcı partiyi yasaklaması ardından kurulan dinci milliyetçi muhafazakar Saadet Partisi.
Koalisyonun hantal yapısı da göz önüne alındığında, Millet İttifakı, dokuz ana bölüm ve yargı, madencilik, turizm ve çok daha fazlasına değinen çeşitli alt bölümlerden oluşan ideolojik bir girişimler çantası olan uzun bir “Ortak Politikalar Mutabakat Zaptı” yayınladı.
Erdoğan ve AKP karşıtlığının yanı sıra, ittifakın Türklere yönelik cazibe merkezinde, Erdoğan’ın altı yıl önce hayata geçirdiği ve gücünü büyük ölçüde artıran “icracı cumhurbaşkanlığı”ndan uzaklaşarak Millet İttifakı’nın “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” olarak adlandırdığı sisteme geçme kararlılığı yer alıyor.
Bu konudaki pasajlar niyet açısından tam not alsa da gerçeklikten ve garip bir şekilde siyasetten ne yazık ki yoksun görünüyor.Türkiye’nin siyasi kurumlarında köklü değişiklikler yapmak, Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarının önerdiği gibi “anayasa ve yasa değişikliklerini … ivedilikle hayata geçirmek” kadar kolay olmayacak.
AKP’nin, Türkiye’nin siyasi kurumlarını kendi çıkarları doğrultusunda dejenere etmek için 20 yılı vardı. Devleti ele geçiren partinin ne liderleri ne de bürokrasi ve yargıdaki aktivistleri bundan bu kadar çabuk vazgeçecek gibi görünüyor.
Bu da ülkeyi, ya Millet İttifakı’nın beklenti çıtasını çok yükselttiği, geri adım atmaya ve yüksek bir siyasi bedel ödemeye zorlandığı ya da Türkiye’nin yeni liderlerinin, ittifakın istediği dönüşümü kolaylaştırmak için hükümet içindeki AKP aktivistlerini tasfiye ettiği, devasa bir mücadeleye hazırlıyor.
Bu sonuçlar Türk siyasetinde görülmemiş şeyler değil. Son on yıllarda Türklerin AB üyeliği ve özellikle de ekonomi konusunda umutları arttı, ancak bu umutları hep boşa çıktı.
Özellikle sonuncusu, 1990’ların sonunda siyasi istikrarsızlığa yol açtı. Tasfiyeler artık Türk siyasetinin bir özelliği haline gelmişti. Şubat 1997’de ordu, AKP’nin selefi olan partilerden birinin yandaşlarının hükümet pozisyonlarından tasfiye edilmesini isteyen “tavsiyeleri” hükümete iletmişti.
Ve, AKP’nin bürokrasiyi Gülenci ya da Hizmet hareketindeki eski ortaklarından temizlemeye başladığı 2014’ten bu yana devam eden bir tasfiye var.
Daha adil ve demokratik bir siyasi sistem istemek söz konusu ise, 74 yaşındaki Kılıçdaroğlu’nun kalbinin doğru yerde attığına inanmak için bazı nedenler var. Kılıçdaroğlu’nun tam olarak neye inandığını bilmek zor, ancak ana muhalefet lideri olarak görev yaptığı süre boyunca, Erdoğan’ın “güç gaspı” karşısında kendisini sorumlu bir siyasetçi ve demokrat olarak konumlandırdı. Bir keresinde de Ankara’dan İstanbul’a bir adalet yürüyüşüne öncülük etti.
Aynı zamanda, bazı parti üyeleri CHP’nin iç işleyişini görünürdeki demokrasi eksikliği nedeniyle eleştirdi. Ayrıca, Erdoğan’ın karşısındaki gerçekçi rakipler arasında en zayıfı olmasına rağmen Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı olarak kendisini öne sürmesi, eğilimi ve demokratik kimliği hakkında soru işaretleri yaratıyor.
Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduktan sonra cumhurbaşkanlığı yetkilerinden vazgeçmek isteyeceğinden kim nasıl emin olabilir?
Malum, siyasetçiler genellikle güç biriktirmeyi severler, bırakmayı değil. Buna ek olarak, Türkiye’nin yeni cumhurbaşkanı muhtemelen kendisini başarısız görmeye kararlı, hırçın ve intikamcı bir muhalefetle karşı karşıya kalacak. İcracı cumhurbaşkanlığı, AKP ve ortağı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile gireceği bıçaklı kavgada avantaj sağlayacak.
Kılıçdaroğlu, Millet İttifakı’nın yürütme başkanlığını ortadan kaldırma vaadini yerine getirmek istese bile, hırslı başkan yardımcıları Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın bunu kabul edeceğinin garantisi yok. Özellikle İmamoğlu, İstanbul’un belediye başkanı olarak zaman zaman düşmanı Erdoğan’a benzer bir şekilde üstten bakan bir tavır sergiledi.
Hem İmamoğlu hem de Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Yavaş yetenekli ve başarılı siyasetçiler, ama demokratlar mı? Belki de değiller.
Pek çok insan (ben de dahil) Erdoğan’ın bir reformcu olduğuna ve AKP gibi partilerin otoriter bir tepkiyi tetiklemeden güç toplayabileceği ve tek kişi, tek oy, tek sefer sorununu çözebileceği İslamcı bir Üçüncü Yol’un öncüsü olduğuna inanıyordu.
Millet İttifakı diğer büyük konularda da pek güven telkin etmiyor. Örneğin, “düşünce, fikir ve ifade özgürlüklerini güçlendirmeyi” vaat ediyor. Ancak bu yeni liberal açıklığın Kürt milliyetçilerini ve Gülencileri kapsayıp kapsamayacağı belirsiz. İttifak bu konuda sessiz.
Belki de bu iyi bir politika. Ancak Kılıçdaroğlu’nun haksız yere terörist olmakla suçlanan akademisyenler, avukatlar, gazeteciler ve sıradan insanların serbest bırakılması ve rehabilite edilmesi gerektiğini açıkça söyleyememesi de dikkat çekici.
Konuyu muhalefetten devralan AKP gibi, Kılıçdaroğlu ve ekibi de Suriyeli mültecileri ülkelerine geri göndermek istiyor. Bu Türkiye’de popüler bir pozisyon olsa bile, hayatlarını kurtarmak için kaçan ve Türk toplumuna katkıda bulunan zavallı Suriyelileri bir düşünün. Kılıçdaroğlu’nun talimatıyla Suriye’nin acımasız rejimine geri gönderilecekler.
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Türkiye siyasetinin temel dramlarından biri olan Kürt meselesinde, Kılıçdaroğlu partisi içinde olumlu bir değişime öncülük ederek partisini Kürtlerle işbirliğine açık hale getirdi. Yine de yaratıcı politika çözümlerine sahip görünmüyor.
Akil adamlar konseyi olarak adlandırılan ve görünürde tavsiyelerde bulunacak bir konsey önerisi ilham verici değil ve belki de boşa kürek çekme çabası.
Dış politikaya gelince: Millet İttifakı, Türkiye’nin dış politika aktivizmine son vereceğini söylüyor ki bu, üyelerinden birinin – Erdoğan’ın dışişleri bakanı olarak görev yapan Davutoğlu’nun – üstü kapalı bir şekilde azarlanması anlamına geliyor, ve “iç siyasi hesapların ve ideolojik yaklaşımların” artık dış politika faktörü olmayacağını ilan ediyor.
İttifakın bu sözlerle kimi kandırmaya çalıştığı belli değil, ancak bunlar siyaset ve dış politikanın kesişme biçimine ters düşen saçmalıklar.
İyi haber ise Millet İttifakı’nın AB’ye katılım sürecini yeniden başlatmak ve Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyacağını taahhüt etmek istemesi. 2017’den bu yana haksız yere hapiste tutulan Osman Kavala’nın serbest bırakılması da buna dahil.
Platform ayrıca, muhtemelen Türkiye’nin satın aldığı S-400 hava savunma sistemlerini Rusya’ya iade ederek F-35 müşterek taarruz uçağı programına geri dönmek için “girişimlerde bulunacağını” söylüyor, ancak bunu taahhüt etmiyor.
Türk hükümeti bu savaş uçaklarından 100 adet satın almayı planlamıştı ve savaş uçağını inşa eden uluslararası bir konsorsiyumun parçasıydı, ancak Rus sisteminin Türkiye’nin cephaneliğine eklenmesiyle birlikte ABD hem satışı hem de Ankara’nın programa katılımını sonlandırdı.
Kılıçdaroğlu aynı zamanda Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad rejimi ile ilişkileri normalleştirmek istiyor. Erdoğan da Esad’la ilişkileri normalleştirmek için harekete geçti, ama bu sadece Suriye’deki çatışma boyunca Esad yanlısı olan muhalefetin baskısına yanıt olarak gerçekleşti. Kılıçdaroğlu’nun kazanması halinde Türkiye’nin devlet başkanı olarak yapacağı ilk ziyaretlerden birinin Şam olması kimseyi şaşırtmamalı.
Ayrıca, sarsıcı bir maddeyle, platform “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kazanılmış haklarını koruma hedeflerini takip edeceğini” beyan ediyor. Bu sadece Türkiye’nin tanıdığı uluslararası bir parya yapı.
AB üyesi bir ülkenin işgalinin devam etmesi ve potansiyel olarak bölünmesi çağrısı gibi görünen bu durumun Ankara’nın AB ile ilişkilerini zorlaştıracağı kesin.
İlginçtir ki, Millet İttifakı platformunda ABD’den bahsedilmemekte.
Bunun nedeni muhtemelen Türklerin uzun zamandır ABD dış politikasına yönelik bariz olumsuz görüşlere sahip olması. Bu, Kılıçdaroğlu da dahil olmak üzere Türk siyasetçilerin siyasi çıkar sağladığı için güçlendirdiği ve genişlettiği bir olgu. Özel hayatlarında ABD’li muhataplarına doğru şeyler söyleyebilirler ama kamuoyu önünde ABD’ye saldırmaktan kendilerini alamazlar. Kılıçdaroğlu’nun son 10 yılda Washington’u iki kez ziyaret etmiş olması da dikkate değer.
Her iki seferde de ziyaretini önemsiz göstermeye, hatta Türk basınından ve muhaliflerinden gizlemeye çalıştığını hissetmemek zordu. Bu kaçamak ziyaretler, Kılıçdaroğlu’nun Ankara’nın en önemli ilişkisini nasıl ele alacağını yansıtıyor ve ikili ilişkiler için iyi bir işaret değil.
Türkler zorba, yolsuz ve anti-demokratik Erdoğan ve AKP’den bıkmış görünüyor. Erdoğan yenilirse sevinecekler ama kimse Ankara’da şafak sökmesini beklemesin.
Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır