Akademisyen Samim Akgönül, Gazete Radar‘da kaleme aldığı yazısında Türkiye’deki siyasal akımları mercek altına alıyor ve bu akımları laiklik üzerinden inceliyor. Akgönül’ün yazısının tamamı şöyle:
Bir önceki yazıda Türkiye laik mi sorusuna cevap aramıştım. Ve laiklik kavramını iki yönüyle incelemiştim. Bu iki yön siyasal ve hukuki durumdu. Söz konusu yazıda Türkiye’nin siyasal olarak hiçbir zaman laik olmadığı, zira devlete ait resmî bir dinsel örgütün olmasının yanı sıra siyasal söylemin de tamamen dinsel motiflerle bezeli olduğu sonucuna varmıştım. Türkiye ne teknik olarak laik (din ve devlet etle tırnak gibi iç içe) ne de siyasal akımlar dinden arındırılmış durumdalar. En “laik” olduğu düşünülen CHP’nin lideri “Alevi” temalı bir video çekmek zorunda kalıyor ve büyük bir cesaretle “Ben Aleviyim” dedikten sonra “Hak Muhammet Ali inancıyla yetişmiş samimi bir Müslümanım” demek ihtiyacını hissediyor. Bu video 71 milyon kere izleniyor ve büyük beğeni alıyor. Uzun sözün kısası Türkiye laik bir devlet değil ve siyasal akımları da laik değil.
Ancak, demiştim geçen yazıda, bu ucube duruma karşın yasa koyucu laikliğini koruyabilmiş durumda. Yani her şeye rağmen Türkiye’de hukuksal çerçevenin dayanağı din değil. Ama burada da son 20 yılda adım adım bir gerileme var. Din, her geçen gün hukuka sızmaya çalışıyor, başarısız olduğunda geri çekiliyor sonra gene deniyor. Diğer bir deyişle İslamcı ve milliyetçi akım, radikal İslamcıların da desteği ile 2023 seçimlerini kazanırsa 100 yıldır laikliğini hasbelkader koruyabilmiş hukuk da artık özerkliğini kaybedecek. Dün Diyanet faiz konusunda fetva verirken bugün müftüler çiftleri evlendirebiliyorlar, yarın kadılar ceza davalarına bakabilecekler belki de.
Fakat laikliğin üçüncü bir yönü daha var, o da toplumun dinle ilişkisi. Toplumsal laiklik için kullanılabilecek en iyi terim “sekülerlik”. Kökeni Yunanca “Laos – Laikos” (“halka ait”) olan Laiklik kelimesi Türkçeye Fransızcadan geçtiyse, kökeni Latince Sekula (“çağ” – ve daha sonra “asır”) olan seküler kelimesi Türkçeye İngilizceden geçmiş bir terim. Aslında etimolojik olarak “çağdaş” kavramına çok yakın olsa da günümüzde kamuda din dışı davranış ve görünümü niteliyor. “Lâdini” ile “çağdaş”ın karışımı diyelim.
Türkiye toplumu seküler mi sorusuna cevap vermeden önce seküler bir toplumdan neyi kastettiğimi söylemeliyim. Benim metinlerimde seküler bir toplum, kamusal alanda -yani ev ve ibadet yeri dışında her yerde- dinsel davranışın görünür olmadığı ya da söz konusu davranışların ruhani anlamlarını yitirip folklorize edildiği bir toplumdur. Diğer bir deyişle seküler bir toplumda din ya görülmez ya da görülse de dinselliğinden büyük bir oranda arınmıştır. Nevruz şenlikleri ya da Noel pazarları buna örnek olarak gösterilebilir. Dinsel davranıştan kastım elbette sadece ibadet değil. İbadeti de içine alan giyimden yeme içme alışkanlıklarına dilden cinselliğe hayatın her alanını kapsayan davranışlar. Zira din, Marcel Mauss’un terimiyle, bir “bütüncül toplumsal olgu”, sadece ibadete indirgenemez.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye toplumu, içinde büyük zıtlıklar barındıran bir toplum. Bütün sosyolojik araştırmaların gösterdiği gibi (örneğin Zübeyir Nişancı’nın yönetiminde yakın zamanda gerçekleştirilen Faith and Religiosity in Türkiye anketi) aşağı yukarı herkes Allah’a inansa da yüzde 20’lik bir kesim var ki, çok seküler. Diğer bir deyişle Türkiye toplumunun aşağı yukarı beşte biri Marcel Gauchet’nin Sortie de Religion, “dinden çıkma” sürecini tamamlamış durumda. Aman, bu “dinden çıkma”yı Türkçede kullanıldığı gibi ateist olma ya da yoldan çıkma gibi algılamayın. Gauchet’nin söylemek istediği şey davranış kodlarında dinin hemen hemen sıfırlanması. Toplumun yüzde 20’sinin hayatında din ya sadece tepki yaratıyor ya da artık din değil. Örneğin bu kesim namaz kılıp kurban kesmiyor ama konuşurken inşallah diyor ya da arabasına nazar boncuğu takıyor. Dolayısıyla kelimenin etimolojik anlamıyla çağdaş yani seküler. Bu kesim dinsel görünürlüğe ve dayatmalara büyük tepki duyuyor. Seküler olmayan bir toplumsal alan bu kesim için kabul edilemez.
Ancak diğer uçta Konda anketlerinde “sofu” olarak nitelendirilen gene aşağı yukarı yüzde 20’lik bir kesim var ki bu segman dini ve dinsel davranışı hayatının her yerine koyuyor ve bu davranışları tekrar etmeyenlere karşı büyük bir tepki duyuyor. Seküler bir toplumsal alan bu kesim için kabul edilemez.
Günlük hayatınızda da her gün bunu görüyorsunuz, Türkiye’de yaşayan bu iki kesim aslında iki ayrı gezegende yaşıyorlar. Hayatın akışında bazen birbirlerine teğet geçiyorlar ve birbirlerine nefretle bakıyorlar. İletişim araçlarının gelişmesiyle gerçek hayatta rastlaşmasalar da birbirlerini televizyonda, gazetede, sosyal medyada görüyor ve diş biliyorlar.
Ama ortada bir yüzde 60 var. Bu orta direğin yarısı belli ki batılı şehir hayatının bütün gereklerini yerine getiriyor. Arada bir ya da düzenli ama az içki içiyor ama asla domuz yemiyor, kadınların başı açık ama camide veya cenaze namazında eşarbı takıyorlar, Cuma namazına hiç gitmiyor ama bayram namazlarında camiye gitmekten gocunmuyor, bazen oruç tutuyor bazen tutmuyor ama iftara katılmaktan çekinmiyor. Yani dinselliği davranış kodlarına indirgemiş ve bu kodları kısmen takip ediyor. Bir nevi tek dinin içinde bricolage. Bricolage Danièle Hervieu-Léger’nin kullandığı bir kavram. Hervieu-Léger şehirli bireylerin değişik dinlerden değişik unsur ve davranışları alıp kendilerine şahsi bir din yaratmaları durumu için kullanıyor bu kavramı. Ama benim bahsettiğim yüzde 30, tek dinin içinde o dinin sunduğu davranış pazarından alış verişini yapıyor biraz da (çok az) diğer dinlerden minik unsurlar katıyor (Aşure, Hıdırellez, Telli Baba ve hatta Noel’de Sen Antuan…). Bu kesim de seküler zira çağın şartlarına göre yaşıyor. Laik bir sistemde, 24 saat dinsel propagandaya maruz kalmadan yaşasa seküler bir toplumun temelini oluşturabilecek bir segman. Zaten geçmişte dinsellik taşraya ve kırsala sıkışmışken şehrin seküler yüzünü oluşturuyorlardı.
Ama orta direğin diğer yüzde 30’u var ki bütün anketler daha muhafazakâr, daha dindar olduğunu gösteriyor. Bu kesim tam 40 senedir dayatılan Sünni eğitimin sonucu. Bu kesimin içinde İmam Hatip nesli de var geleneksel muhafazakârlar da. Bu kesim inançlı ve buna uygun yaşıyor, yüksek sesli ezana itiraz etmiyor ama talep de etmiyor, başörtüsünü içselleştiriyor ama norm olmasını da talep etmiyor. Beraber yaşayabilme kapasitesine sahip. Nefret etmiyor. Aile içinde diğer yüzde 30’dan insanlar yadırganmıyor. Başörtülü ve başörtüsüz iki arkadaş kafede oturuyorlar, Cuma günü işyerinde arkadaşlar cumaya gidenin işini yapıyor. Dindarların düğününde herkes limonata bardağının içinde ne var biliyor ama kimse ses çıkarmıyor. Seküler dindarlık olur mu? Türkiye gibi içinde en orijinal şeyleri barındıran bir ülkede olur.
Elbette söz konusu kategoriler böyle bir yazıda kabaca çizildi ve elbette her grubun içinde binlerce alt grup var. Ve elbette bütün bu kategoriler dinamik, statik değil. Ancak Türkiye toplumu seküler mi sorusuna cevabım budur.
Bu yazı Gazete Radar‘da yayınlanmıştır.
Yazının orijinaline Gazete Radar‘dan ulaşabilirsiniz.