Gazeteci Amed Dicle’nin hükümetin Öcalan’la görüştüğü, istediği sonucu alamadığı yönünde bir iddiası oldu. Büyük gözaltı operasyonundan sonra Selahattin Demirtaş cezaevinden bu iddiaya dikkat çekti ve “Erdoğan, İmralı’ya heyet gönderip ne istemiş olabilir sizce? İstediğini alamayınca yine hepimizi ‘terörle’ işbirliği yapmakla suçlamaya başladı anlaşılan” şeklinde bir mesaj gönderdi. Bu geniş çaplı operasyonu bu mesajlar üzerinden nasıl okumak lazım?
Önce izninizle şuradan başlayayım bu okumaya: Kürt meselesi Türkiye’nin tarihsel geçmişine baktığımızda çoğunlukla politik alanda bir otoriterlik kaynağı olarak işlev gördü. Yani Ankara’da bir otoriter yönetim inşa etmek istiyorsanız, bu meseleyi şiddet zeminde tutup biraz çözümsüzlüğünü sürdürmeniz gerekiyor.
Yani yönetilebilir bir sorun olarak elinize tutmanız gerekiyordu ve bugüne kadar çoğunlukla öyle oldu. Ekonomik alanda ise eşitsizlik kaynağı. Yani Türkiye’de 1960’lara kadar giden uzun bir bölgesel eşitsizlik tartışması var. Bölgesel kalkınma bağlamında bu iki mesele, yani hem ekonomik alandaki bu eşitsizlik hem de politik alandaki otoriterlik biraz çözümsüzlüğü gerektiren bir şey.
Kısmen 2002 ile 2015 yılları arasında Kürt meselesi yine benzer bir araçsal akılla değerlendirildi. Ama bu sefer geçmişten farklı olarak barış siyasetiyle araçsallaştırıldı. Geçmişte daha çok şiddet siyaseti üzerinden araçsallaştırılan bu mesele AK Parti’nin reformist döneminde barış siyaseti üzerinden araçsallaştırıldı ve bunlar da çoğu durumda hep seçimlerle paralel işledi.
Ancak 2016’dan sonra yine benzer bir şekilde AK Parti’nin de barış siyasetinden ziyade yeniden bir şiddetle güvenlik söylemiyle bu meseleyi Ankara’daki iktidar mücadelesinde arasallaştırdığını görüyoruz.
Bunun belki en yakın hatırlatması şehir 7 Haziran ile 1 Kasım arasındaki dönem olabiliriz.
Yakın zamanda Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürtlerle ilgili bir videosu oldu. Bu videoda Kürtlerin terörize edilmesi eleştirilmişti. Ben bu video üzerinden Kürt meselesinde ortamın biraz gerilmesi ve provokasyon ortamının yaratılması üzerinden CHP’nin duyum aldığını düşündüm.
AK Parti’nin girdiği en zor seçimler bunlar, ve muhtemelen de kaybedecek. İlk turda olmasa bile ikinci turda kaybedecek. Erdoğan’ın mobilize edebileceği araçlar sınırlı. AK Parti’nin oy kaybı var. Hem bu kayıpları durdurmak hem de olası yeni seçmenleri ikna etmek için elindeki araçlara baktığımızda demokratikleşme sahasında elde bir araç yok. Aksine bir otoriterleşme süreci yaşıyoruz. Ayrıca, Türkiye ekonomisi de tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşıyor ve yoksullar ile orta sınıfların gelirleri de hızla düşüyor.
Kürt meselesi son bir yıl içerisinde yine barış üzerinden araçsallaştırılıp seçmen kaybı önlenebilirdi. ‘Edirne’deki İmralı’dakine hesap verecek’ söyleminden bu yana Kürt meselesine dair bir planı mı var diye düşündürttü beni. Son operasyonla birlikte AK Parti’nin hesabı netleşmiş durumda. Kürt meselesi yeniden şiddet ve provokasyon zemininde tutularak seçim kampanyası yürütülecek gibi görünmekte.
Bu operasyonlarda Mezopotamya Ajansı ve Yeni Yaşam gazetesine yönelik ciddi bir bel kırma hamlesi görüyoruz. Ciddi boyutta bir tevkifat dalgası var. Yerel Kürt medya ağı devre dışı bırakılıyor, gözaltına alınan avukatlara baktığımızda da hemen seçim güvenliği akla geliyor. Yani hem seçim güvenliğine dair hem de sandık sayımındaki güvenliğe dair iki kulvarda operasyon yürütülüyormuş gibi bir manzara ortaya çıkıyor. Bu tahlile katılır mısınız?
Aslında üç ana grup var. Birincisi gazeteciler, ikincisi avukatlar, üçüncüsü sanatçılar. Diyarbakır’da şehir tiyatrosu kitleler üzerinde etkili. Seçim döneminde seslerini kitlelere duyurmada etkili olan isimlerin hedef alındığını görüyoruz.
Burada Yeşil Sol’un, HDP’nin propaganda yapma gücünü zayıflatmaya yönelik bir amacın olduğunu söyletmek mümkün. Sayısal bir rakamdan öte ortamı terörize etme, seçimi barış ortamından çıkarıp yeniden güvenlik meselesini merkeze alan bir atmosferle sonuçlanabilir.
Bu seçim günü sandık başında görev yapacak avukat sayısını da etkileyebilir. Bu yoruma katılırım. Seçimi son 20 günde biraz güvenlik eksenine çekip siyasal atmosferi germe ve bunun üzerinden gündemi şekillendirme potansiyeli var.
HDP adını koymasa bile Kılıçdaroğlu’nu destekleyecek. Dolayısıyla Kürt meselesi üzerinden Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu söylemsel bir rekabete çekilmek istenebilir. İlk defa oy verecek ve Kılıçdaroğlu ya da CHP’ye oy verecek, ya da HDP seçmeni olup Kılıçdaroğlu’na oy verecek potansiyel seçmenlerin Millet İttifakı’na yönelik puanını düşürme amacı da olabilir.
Hukukçu Mehmet Emin Aktar, gözaltı yazısında suçlama kısmının boş bırakıldığına dikkat çekti. İlk defa böyle bir hukuksuzluk boyutuyla karşı karşıya kalıyoruz. İnsanları daha çok sokağa çekerek OHAL’i yaymak ve uzatmak da bir soru işareti olarak karşımıza gelip dikiliyor… Ne dersiniz?
Kürt sokağında bir seferberlik olacağı kanaatinde değilim. Son 20 yılın en sakin seçimi oluyor. Sokakların hareketlenme ihtimali düşük. Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylemlerinde sakin bir dili seçmesi, bu riski öngördüğünün göstergesi. Millet İttifakı ve adayı Kemal Kılıçdaroğlu seçimi sakin bir ortamda götürmeye çalışıyor. Böyle bir niyet olabilir ama bunun karşılığının olacağını zannetmiyorum.
Peki manzara nasıldı bu operasyon öncesinde? Kürtlerin Millet İttifakı’na ve Kemal Kılıçdaroğlu’na olan ilgisi nasıldı? CHP ve Kılıçdaroğlu’nun oylarında bu anlamda bir kıpırdanma oldu mu?
Kürtler kendi siyasal tercihlerini bu seçimlere taşıyabilmiş değil. Halihazırda karşılarında iki hakim blok var. Birinin temsilcisi Erdoğan, diğerinin Kemal Kılıçdaroğlu.
Erdoğan’ın politikası açık. Şu anda bu meseleyi şiddet ve güvenlik üzerinden yönetmeye çalışıyor. Kürt sokağında büyük umutla başlayan Erdoğan hikayesi hayal kırıklığıyla sonuçlanmış durumda.
Millet İttifakı’na baktığınızda da, Kürt meselesinde çözüm umudu sunan bir pozisyondan uzaklar.
Nasıl?
İki temel belgeye gönderme yapmak gerek. Millet İttifakı anayasa değişikliği paketi hazırladı. Ortak mutabakat metni vardı. Anayasa değişikliği metni Kürt meselesine tamamen kör bir metindi. Vatandaşlık tanımına, kayyımlara, anadile olan maddelere baktığımızda pek bir değişikliğin olmadığını görürsünüz. Daha çok yedi yıllık şiddet ortamını kaldıracak bir normalleşme ortamı öneriyorlar.
Burada aslında Kürt meselesini konuşabileceğimiz bir zemin önerisi var. Bu zemine varırsak eğer belki bu meseleyi konuşabiliriz, denmek isteniyor.
Ama Kürt sokağında ciddi bir siyasi yorgunluk var. Kürtler arkalarında yıkılmış sekiz şehir, 3 bin ile 11 bin arasında değişen can kaybıyla karşı karşıya kaldı. Siyaset kurumuna karşı devasa umut ve güven kaybı yaşadılar.
Siyasal alan daralmış durumda. Dolayısıyla Kürt sokağında biraz nefes alma, yedi yıllık savaş halinden çıkma isteği var.
HDP’nin yürüttüğü siyaset de bunu kolaylaştırdı. Millet İttifakı’nın yolunu kolaylaştıran, kendi taleplerini geriye çeken bir HDP var.
Ayrıca, 11 maddelik deklarasyon da Kürt sokağının taleplerini içeren bir metin değil, daha çok müzakereye çağıran bir metindi. HDP son bir yılda da Kılıçdaroğlu’nun adaylığını kolaylaştıran bir siyaset izledi.
Özetle HDP kendi kitlesini Kemal Bey’e oy vermeye ikna etmeye çalıştı. Kitlenin de buna ikna olduğunu söyleyebiliriz. Buna kısmen itirazlar olsa da.…
Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığını kazandığı ve muhalefetin Meclis’te çoğunluğu kazandığı senaryoda Türkiye yeni bir çözüm sürecini konuşur mu sizce?
2015’ten bu yana devletteki bu radikal dönüşümün iki sonucu oldu.
Bunlardan biri sekülerleşme.
Bugün hem devlet bürokrasisi, hem siyasal partiler hem de sokak daha seküler. Yani bir seküler dönüşüm yaşandı. Muhtemelen seçimlerden sonra Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanması durumunda bu seküler dalga daha da hızlanacak gibi görünüyor.
İkinci olarak da hem devlet bürokrasisi hem siyasi partiler hem de sokak ciddi oranda milliyetçileşti. Bu derece kabarmış bir milliyetçilik yeni bir durum. Hem Irak’ta hem Suriye’de hem de Türkiye’de Kürt siyaseti büyüdü. HDP yüzde 6,5 bandından yükseldi, 12 bandına oturdu ve metropollerde kaybedeni belirleyecek olan güce kavuştu.
Irak Kürdistanı’nda bağımsızlık referandumu oldu. Suriye’de üç kantondan devasa bir bölge kuruldu. Kürt siyasetinin bu denli büyümesi Ankara’da bir “beka sorunu” yarattı.
Bu yerli ve milli siyaset aslında içe kapanmacı bir siyaset.
Özetlersem: bu seküler dalga Kürt siyasetine dair bir umut yaratıyor. Bu seküler kökler üzerinden yeni bir sayfa açmak mümkün.
Ancak, bu seküler kökler milliyetçi bariyere takılıyor. Şu anda bir konuşma zemini yok, ama Kılıçdaroğlu’nun kazanması durumunda bu zemin ortaya çıkabilir. Barışı yeniden konuşabileceğimiz bir evreye geçebiliriz.
En azından bir normalleşme süreci yaşıyoruz.
Kürt siyasal hareketiyle Türk solu arasındaki ilişkiler hep sorunlu oldu. En son yeniden yolları birleşecekken TİP ile HDP-YSP arasındaki makas yeniden açıldı. İşaretler öyle ki, TİP meclise vekil sokamayabilir. HDP ile TİP arasında ne beklemek lazım, şayet seçim sonucu bu istikamette ortaya çıkarsa?
Türkiye’deki sosyalist hareketin geçmişine bakarsak, aslında Kürt hareketiyle dostluğun 1960’lardaki Türkiye İşçi Partisi’ne kadar uzadığını görürüz. Şu anda Meclis’teki dört TİP vekilinden üçünü büyük oranda HDP’li seçmenler sayesinde Meclis’e sokmuş bir partiden bahsediyoruz. TİP, çok büyük bir siyasal hareket değil. Son dönemde özellikle parlamenterlerin biraz kişisel performansıyla belli bir popüler dalgayı yakalamış olan bir hareket. Türkiye’de şu anki ekonomik krizin yaratmış olduğu, sol söyleme açık bir hava var.
Vekil çıkarma potansiyeli olan iller, Hatay ve İstanbul. Hatay’da ne TİP, ne Yeşil Sol oyların bölünmesinden dolayı aday çıkaramayacak. Belki İstanbul’dan bir vekil çıkarabilir. 15 Mayıs sabahına daha zayıflamış bir TİP’le uyanacağız. Bu anlamda ben bu dalganın kırılacağı kanaatteyim. HDP dört ya da beş vekil kaybedecek. Bu HDP ile TİP ilişkisini daha da gerecektir.