Bu seçimler, son 20 yıldır ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AKP) koltuğundan edebilir.
Bu süre zarfında Erdoğan ve AKP ülkede derin bir iz bıraktı: Geleneksel olarak laik olan devlette İslam’ın rolünü genişletti ve Türkiye’nin dış dünyadaki etkisini artırdı. Ancak, yıllarca süren, alışılmışın dışındaki ekonomi politikaları ve ölümcül Şubat depremi hükümete olan güveni sarstı; AKP’nin birçok seçmen nezdinde geleneksel olarak cazibe merkezinde yer alan, yetkin yönetim itibarını sorgulamasına yol açtı.
Yirmi yıl ardından Erdoğan’ın gidişini hayal etmek zor. Anketler bir muhalefet adayı tarafından yenilgiye uğratılabileceğini gösteriyor, ancak iktidarda kalmak için ne gerekiyorsa yapacağına, görevdeki avantajlarını dar bir zafer elde etmek veya olumsuz sonuçlara meydan okumak için kullanacağına dair yaygın bir inanç da var.
Türkiye’nin cumhurbaşkanlığı yarışını ve Erdoğan’ın sonuçlara nasıl tepki vereceğini çevreleyen kaygıların çoğu, Erdoğan’ın Türk siyasi tarihindeki benzersiz konumunun bir sonucu. Erdoğan’ın yenilgiyi nezaketle kabullenmesini hayal etmek zor, çünkü bu daha önce görülmemiş bir şey olurdu: Daha önce hiçbir Türk cumhurbaşkanı doğrudan oylamayla görevden ayrılmadı.
Erdoğan, parlamento yerine halk tarafından seçilen ilk Türk cumhurbaşkanı olmakla kalmadı, aynı zamanda ülkenin parlamenter sistemden başkanlık sistemine dönüşümünü de yönetti. Erdoğan’ın “atanmış” 11 selefinin birçoğu sorunsuz bir şekilde gelip giderken, onun gibi kitlesel bir siyasi parti tarafından desteklenen birkaçı, ordu tarafından görevden alınana veya beklenmedik bir ölümle karşılaşana kadar görevde kalma eğilimindeydi.
Bunun tek istisnası da pek iç açıcı değil.
Türkiye’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk görevdeyken öldü. Halefi ve yakın sırdaşı İsmet İnönü, Atatürk’le birlikte liderliğini yaptığı Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 1950’de Türkiye’nin ilk görece özgür ve adil seçimlerinde Demokrat Parti (DP) tarafından yenilgiye uğratılana kadar 12 yıl görev yaptı.
İnönü, 1972’deki dramatik parti kurultayında, yaklaşık on yıl boyunca yaşlı adamın halefi olarak bekleyen Bülent Ecevit tarafından görevden alınana kadar 22 yıl daha CHP’ye liderlik etmeye devam etti.
DP lideri Celal Bayar, 1960 yılında bir askeri darbe ile görevden alınana kadar on yıl boyunca cumhurbaşkanlığı yaptı. Darbe sonrasında birkaç bakanla birlikte idama mahkum edildi. Ancak darbe liderleri ilerlemiş yaşı nedeniyle cezayı hafifletti. Bayar ve hayatta kalan Demokratların çoğu sonraki beş yılın çoğunu hapiste geçirdi.
1960’ların başında hapiste olmayan “Demokratlar” Süleyman Demirel liderliğinde yeni Adalet Partisi’ni (AP) kurdular. Demirel kurnaz bir politikacı olduğunu kanıtladı ve neredeyse kırk yıl boyunca parti ve halefleri üzerindeki kontrolünü sürdürmeyi başardı.
1960’lar ve 1970’lerdeki parlamento seçimleri Demirel liderliğindeki merkez sağ fraksiyon ile Ecevit’in desteklediği merkez sol grup arasında geçmişti. Ancak cumhurbaşkanlığı düzeyinde ordu kontrolü elinde tutmaya devam etti.
1960 darbesi ardından kabul edilen anayasaya göre cumhurbaşkanlarının parlamento tarafından yedi yıllık tek bir dönem için seçilmesi gerekiyordu; üst üste görev yapmak yasaktı.
Bu dönemin üç cumhurbaşkanı – Cemal Gürsel, Cevdet Sunay ve Fahri Korutürk – ya eski general ya da eski amiraldi. Korutürk’ün 1980’deki görev süresinin sonunda parlamentoda çatışan siyasi grupların yeni bir cumhurbaşkanı seçememesi, orduyu o yıl yeni bir darbe yapmaya, parlamentoyu feshetmeye, yeni bir anayasa yazmaya ve bir başka generali, Kenan Evren’i Türkiye’nin yedinci cumhurbaşkanı olarak atamaya teşvik eden birçok faktör arasında yer aldı.
Askeri rejim CHP ve Adalet Partisi’ni dağıttı. Ayrıca hem Demirel hem de Ecevit’e siyaset yasağı getirdi. Teorik olarak bu durum Türkiye sahnesinde yeni yüzlerin ortaya çıkmasına olanak sağlayabilirdi, ancak Demirel, Ecevit ve diğer siyasetçiler 1987 referandumunda siyasi haklarını geri kazandılar.
Onların yokluğunda merkez sol, Ecevit’in karizmasına sahip olmayan İnönü’nün oğlu Erdal tarafından bir arada tutuldu. Merkez Sağ, Demirel’in bürokraside mesai arkadaşı olan Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi tarafından devralındı.
1983’teki darbe sonrası ilk seçimlerde ordu destekli partilere karşı kazandığı zafer, generallere karşı bir “azarlama” olarak geri geldi. Evren’in emekliye ayrılması ile Özal, 1960’tan bu yana Türkiye’nin ilk sivil cumhurbaşkanı oldu.
1991’de ANAP parlamentonun kontrolünü Demirel liderliğindeki koalisyona kaptırdı. Özal 1993’te görev süresi dolmadan beklenmedik bir şekilde kalp krizinden öldüğünde, Demirel cumhurbaşkanlığını kendisi için güvence altına almayı başardı.
Ancak Demirel’in görev süresi 2000 yılında sona erdiğinde, ikinci bir dönem için aday olamadı; bunun için anayasa değişikliği ve siyasi destek gerekiyordu. Demirel’in yerine Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer geldi. Sezer, her ikisi de yargı baskısı altında olan İslamcı ve Kürt siyasetini temsil eden politikacılar hariç, çoğu siyasi grup tarafından kabul görmüştü.
Sezer’in görev süresi 2007’de sona erdiğinde, AKP onun yerine kendi içinden birini, Abdullah Gül’ü getirdi. Gül’ün göreve gelmesiyle AKP, bürokrasi ve yargı üzerindeki gücünü pekiştirmeyi başardı.
Ancak güç Gül’den ziyade Erdoğan ile ona yakın müttefiklerinde yoğunlaştı. Kayda değer bir örnekte, Türkiye Barolar Birliği Başkanı hükümeti eleştiren bir konuşma yaptığında Erdoğan, Cumhurbaşkanı’nı peşine takarak salonu terketti. Dolayısıyla Erdoğan’ın 2014’te Türkiye’nin ilk doğrudan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmayı seçmesi ve Gül’ün mücadele etmeden kenara çekilmesi sürpriz olmadı.
2017 referandumu, başbakanlık makamını ortadan kaldıran ve Türkiye’yi Erdoğan’ın daha etkili bir yönetim sağlayacağını savunduğu bir başkanlık sistemine dönüştüren anayasa değişikliklerini onayladı. İkinci döneminde Erdoğan, kendisinde topladığı otoritesini toplumun bir şekilde özerk kalamış birkaç sektörüne müdahale etmek için kullandı ve birkaç yıl içinde dört merkez bankası başkanı değiştirdi.
Türkiye’de darbelerden sonra göreve gelen ya da ordu tarafından desteklenen cumhurbaşkanları kurumları kendi istekleri doğrultusunda yönlendirebiliyorlardı, ancak halkla bağlantı kuracak siyasi partilerden yoksundular. Siyasi partilere liderlik eden cumhurbaşkanları ise, halk desteğine sahip olsalar da, hiçbir zaman tüm devlet kurumları üzerinde bu kadar doğrudan etkiye sahip olamamıştı. Erdoğan, hem devlet kontrolüne hem de iktidarı bırakmasını istemeyen hatırı sayılır bir kitleye sahip olması bakımından benzersiz.
Gelecek ay yapılacak seçimleri kaybederse, bu muhtemelen çok az bir farkla olacak. Ve 69 yaşında, kariyerlerinin sonuna gelmiş önceki Türk liderlerle kıyaslandığında nispeten genç kalacak.
Kısacası: Erdoğan’ın iktidarı barışçıl bir şekilde nasıl bırakacağına dair çok az “model” var.
Erdoğan’ınkine benzer bir güç ve nüfuza sahipken görevini gönüllü olarak bırakan tek Türk cumhurbaşkanı 1950’de İnönü’ydü. Bu geçişin sarsıntılı olduğu kanıtlandı: Demokrat Parti ve destekçileri İnönü’ye ve CHP’ye derin bir öfke sahibiydiler.
Muzaffer Demokratlar sonraki yıllarda CHP’nin mallarına el koydular, İnönü’nün oğullarından birini çürük gerekçelerle araçla cinayetten yargıladılar ve hatta İnönü’nün devlet operasındaki locasından bir işitme cihazını çıkardılar. Demokratlar ayrıca İnönü’nün mitinglerine saldırmak için destekçi çeteleri de örgütlediler.
Erdoğan Demokratlarla ve onların askerden gördüğü kötü muameleyle özdeşleşmeyi seviyor gibi görünüyor.
Yine de Demokratların İnönü’ye ve diğer mağlup muhaliflere nasıl davrandıklarının hatırası Erdoğan’ın zihnindeki kaybetme riskini artırmış olabilir. Türkiye’deki mevcut muhalefet Erdoğan’ı sık sık yolsuzluğa bulaşmış bir diktatör olmakla suçluyor ve bu da kendisinin ya da ailesinin görevden ayrıldıktan sonra yargılanma ihtimalini gündeme getiriyor.
Erdoğan’ın başlıca rakibi olan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, AKP’nin görev suiistimallerini eleştiren bir isim olarak tanındı. Aday gösterildiğinden beri pozitif bir gündemi yolsuzluğu sona erdirme vaatleriyle harmanladı. Erdoğan’ın “tek adam” rejiminin bölücülüğünü, CHP liderliğindeki ancak Erdoğan’ı görevden uzaklaştırmayı amaçlayan ideolojik olarak farklı partileri içeren muhalefet koalisyonunun kapsayıcılığı ile karşılaştırdı.
Bu dengeleme hareketinin, Erdoğan’ın iktidarı elinde tutma kararlılığını sertleştirmeden seçmenleri heyecanlandırıp heyecanlandıramayacağını göreceğiz.
Kılıçdaroğlu’nun geniş koalisyonu gerekli, çünkü Erdoğan’a rakip olacak baskın bir Türk siyasi kişiliği ortaya çıkmadı. Demirel’in karşısında Ecevit, Bayar’ın karşısında İnönü yok.
Bu kısmen Erdoğan’ın kendi eseri: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Kürt Halkların Demokratik Partisi lideri Selahattin Demirtaş gibi heyecan verici siyasetçiler kovuşturmalar ve hapis cezalarıyla kenara itildi.
Erdoğan için bu kadar güce ulaşan ilk kişi olmak vizyon ve hayal gücü gerektiriyor. Asıl soru, bundan ilk vazgeçen olmayı da hayal edip edemeyeceği.
_____
Bu yazı Foreign Policy sitesinden kısaltılarak çevrildi. Orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir; FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.
____
Reuben Silverman Stockholm Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Enstitüsü’nde araştırmacıdır.