Türkiye’nin saygın kamuoyu araştırma kuruluşlarından KONDA’nın eski yöneticisi, araştırmacı, siyaset uzmanı ve köşe yazarı Bekir Ağırdır, seçimlere az bir süre kala, kendisine ulaşan veriler üzerinden gözlemlerini Gazete Oksijen ile paylaştı. Mülakatın önemli bölümlerini dikkatinize sunuyoruz.
14 Mayıs’ı kim kazanıyor? En azından, kim birinci bitiriyor?
Cumhurbaşkanlığı seçimini muhtemelen Kemal Bey birinci bitiriyor. Milletvekili dağılımında da muhtemelen Cumhur İttifakı ya da AK Parti…
Kemal Kılıçdaroğlu ne kadar oy alıyor?
Kazanmaya yetecek mi o birincilik, ondan emin değiliz henüz. Seçmenin bir kısmının Kemal Bey ile Tayyip Bey arasında bocalaması var. Ya da şöyle diyelim: Muharrem İnce ve Sinan Oğan’ın aldıkları oylar var.
Bizde de, diğer yayınlanan araştırmalarda da ikisinin toplamı kimisinde 7, kimisinde 10 civarında. Bu oy Oğan ya da İnce’nin, özellikle de İnce’nin siyasi fikirlerinden çok, diğer iki büyük adaya karşıtlık duygusunun ürettiği kızgınlık ya da tepkisel durum.
Bu nedenle birkaç şey belirsiz. Bir: 7-10 aralığındaki bu oy kümesi sandığa gider mi? İki: sandığa giderken İnce’ye ve Oğan’a bugünkü desteklerinde gevşeme olur mu?
Ben bekliyorum çünkü bu bir tepkisel oy, ideolojik oy değil. Sinan Bey’in daha bir ideolojik tarafı var, ama Muharrem İnce’ninki özellikle tepkisel. O tepkinin de seçim sabahına kadar azalması ya da normalleşmesi beklenir.
Sandığa gitme oranı veya gittiklerinde hala İnce veya Oğan deyip demeyecekleri önemli. Dolayısıyla Kemal Bey’in birinci turda yüzde 50’yi aşma şansı hala var. Ama kesin böyle oluyor demek de henüz mümkün değil.
İlk turda Kılıçdaroğlu’yla Erdoğan arasındaki fark aşağı yukarı ne kadar?
Çok yakın, neredeyse başa baş, ama burun farkıyla Kemal Bey önde. Aslında seçmenin yüzde 80’inin oy tercihi artık belli. Kalan yüzde 20’nin ne kadarının sandığa gidip gitmeyeceği önemli. Gittikleri zaman da her 10 kişiden yedisinin muhalefete ya da Kemal Bey’e, üçünün Tayyip Bey’e oy vermeye daha yatkın olduğunu söylemek mümkün.
İlk turda Oğan ve İnce’ye oy veren yüzde 7’nin ikinci turda Kılıçdaroğlu’na vereceği de hâlâ garanti değil, siz bunu “muhasebe hesabı değil” diye sıkça vurguluyorsunuz.
Aynen öyle, ikinci tura kalınca durum biraz başka. Çünkü parlamento aritmetiğinin ikinci turu etkileme potansiyeli var. İki tur arasında iktidarın kas gücüyle neyi ne kadar bükmeye zorlayacağı, siyasi alanı ne kadar daraltacağı ya da basınç altında tutacağı belirsiz.
Onun için ikinci turda kategorik olarak böyle demek mümkün değil. Ama araştırmalar üzerinden bakarsanız, ikinci turda Kemal Bey’in seçilmesi neredeyse kesin gibi görünüyor. Ama demin dediğim gibi, başka etkileri ölçebilme şansımız yok. Birinci turda da bu iş bitiyor demek için henüz erken ama Kemal Bey önde.
Meclis manzarasına gelirsek… Birinci hala AKP dediniz. Ondan sonra hangi ittifak öne çıkıyor?
Toplam oylar üzerinden baktığımız zaman Cumhur İttifakı önde görünüyor. Millet İttifakı’ndaki partilerin toplamı, AK Parti + MHP’den biraz daha geride.
Ama aynı cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi, diğer partilerle beraber kenarda kalan bir yüzde 3-4 oy var. Bir de yüzde 12-13 mertebesinde Emek ve Özgürlük İttifakı var.
Millet İttifakı, hâlâ görece Cumhur İttifakı’nın biraz gerisinde. Bunun milletvekili tablosuna yansıması ise bu oranlardan biraz farklı.
Çünkü Türkiye’de siyasi rekabet tam değil. AK Parti ve MHP’nin oyları ağırlıkla Orta Anadolu ve Karadeniz’de. 45 bin-70 bin aralığında oyla milletvekili seçilen coğrafyada daha yaygın oldukları için, onların oylarının milletvekili karşılığı da görece fazla.
Halbuki CHP, İyi Parti, hatta Deva’nın seçmeni kentli. Ve metropollerde neredeyse 90-110 bin oyla bir milletvekili seçilecek. Hem oy oranı biraz geride olduğu için, hem de bu matematik nedeniyle beklenir ki, AK Parti ve MHP’nin milletvekili toplamı görece fazla olacak.
Ama Millet İttifakı ile Emek ve Özgürlük İttifakı’na beraber bakıldığı zaman, Cumhur İttifakı’nın milletvekili sayısı 300’ü geçemeyecek. Yani Tayyip Erdoğan seçilse bile arkasında bir Meclis desteği olmayacak. Millet ile Emek ve Özgürlük ittifaklarının milletvekili sayısı, AK Parti artı MHP milletvekili sayısından fazla olacak. Anayasayı değiştirebilmek için gerekli 360’a henüz ulaşamıyorlar görünüyor. Ama bugünün muhalif milletvekilleri Meclis’te çoğunluk olacak.
Peki düşüş veya yükseliş trendi var mı bir partide veya cumhurbaşkanı adayında?
Birkaç temel trend var. Bir; milletvekili seçimi üzerinden baktığımızda bu üç temel blok arasında oy geçişi neredeyse sıfıra yaklaşmış durumda. Ama bloklar arasında hareketler oluyor hala.
Yani örneğin Cumhur İttifakı’nın toplamı değişmiyor ama AK Parti bir miktar düştü görünüyorsa MHP’ye eklenmiş oluyor, ya da tersi.
Benzer durum Millet İttifakı’nda da var. Memleket Partisi ya da Ata İttifakı denen diğer partiler küçülüyor bir yandan.
İkincisi, ittifakların ana taşıyıcısı AK Parti ve CHP güçleniyor gibi çünkü milletvekili listelerinin çoğu ortak oluşturuluyor. Ama bu güçlenmenin sebebi bu mu, yoksa diğer partiler küçüldükçe CHP ve AK Parti’ye mi yarıyor kestirmek güç.
Seçim sonucunu görünce kestirebilecek miyiz?
Muhtemelen o gün de çok kestiremeyeceğiz, çünkü ittifaklar üzerinden konuşacağız. Burada da özü itibarıyla gördüğümüz şey şu: Geçen yıl mayısta insanların yüzde 67’si “Erdoğan kazanırsa olumsuz olur” demiş, potansiyel olarak muhalefete bakar hale gelmişken, bugün aynı umut ve coşkuyla bir hareketin devam etmediğini görüyoruz.
Trendlerden birisi o: 67 iken 55’lere indi. Hala da bu 55 monoblok halde davranmıyor. Öyle olsaydı birinci turda bitecek derdik zaten.
Bir trend de Emek ve Özgürlük İttifakı içinde TİP’in varlığı. Merakla beklenen şeylerden biri, TİP’teki bu trendin sürüp sürmeyeceği. Emek ve Özgürlük İttifakı üzerinden bakarsan yüzde 13-14 potansiyelin neredeyse dörtte birinin, başka milletvekili listesine oy vermesi anlamına geliyor. Milletvekili sayılarında birer ikişerlik de olsa farklılaşma üretecek.
Yurt dışı oylarının artışı çok gündemde. Etkisi ne olur?
3.5 milyon civarında (YSK’nın açıkladığı rakam: 3 milyon 416 bin) yurt dışı seçmen var. Daha önce katılımın kabaca yüzde 50’lerde olduğunu ve 1.5 milyon mertebesinde geçerli oyun geldiğini biliyoruz. Bu oyun da yarıya yakınının AK Parti ya da Tayyip Erdoğan, öbür yarısının da CHP ve HDP seçmenlerinden oluştuğunu görüyorduk.
Muhtemelen artık 2 ila 2.4 milyon civarında geçerli oy gelecek yurt dışından. Bu da kabaca toplamda 4 puan demek. Cumhurbaşkanlığı seçimi açısından çok önemli olacak. Oralardan Muharrem İnce veya Sinan Oğan için gelecek oyların minör olacağını sanıyorum. Daha önce yarısı Tayyip Erdoğan oyu olarak gelip öbür yarısı dağılırken, şimdi yarı yarıya Kemal Bey için bir fırsat aralığı olacak. Belki de ikisi de neredeyse ikişer puan almış olacak. Milletvekilliği seçimine etkisi çok daha minör, belki iki-üç ilde milimetrik farklarla son milletvekilleri seçilir.
Asıl etkisi cumhurbaşkanlığı seçimi için ve muhalefetin lehine olacak. Çünkü son üç-dört yılda yurt dışına giden çok entelektüel bir sermayemiz, kapasitemiz var. Doktorlar, akademisyenler, finansçılar, mühendisler… Ve onlar daha seküler dünyadan, “endişeli modern” dediğimiz kümenin insanları. Gidişlerinin önemli unsurlarından birisi de ülkenin bu siyasi iklimi, itirazları çok açık.
Bu seçimin Türkiye için hayati bir kavşakta olduğuna dair farkındalıkları görece yüksek. Bir de meselenin tarafı ya da mağduru durumdalar. O nedenle onlar daha örgütlü bir gayret içindeler diye gözlüyorum. Hem seçime katılma oranı yükselecek hem de muhalefet lehine daha etkili sonuç üretebilecek.
Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kalırsa meclis yapısındaki aritmetiğe de bakarak ittifaklar arası bir anlaşmazlık, kopma beklenebilir mi?
Hayır, onu beklemiyorum. Aksine daha konsolide olunacak ve hem aktörler hem de seçmenler son şans diye bakacak. Şu anda kanaatini bilmediğimiz aşağı yukarı yüzde 20’lik kesimden sandığa gidenler nihai bir tercih kullanacak. Ve şimdiki araştırmalardan gözlediğimize göre, çok muhtemel ki yüzde 52-53 gibi bir oya ulaşacak Kemal Kılıçdaroğlu.
Ama hala bunu etkileyecek başka bir unsur daha var: İktidarın yapabilecekleri. Kas gücüyle yani yargıyla, güvenlik güçleriyle vs. bu 15 günde neler olabileceğini kestiremiyoruz.
İkinci turda gençlerin tepkisi baskın gelebilir. İlk defa oy kullanacak gençler ideolojik bir yerden pozisyon almıyorlar. Ataerkil kurallara, kısıtlamalara neden itiraz ediyorlarsa, devletin ya da Tayyip Erdoğan’ın internet sitelerini yasaklaması gibi hayata müdahaleye de aynı duyguyla itiraz ediyorlar. Onun için ikinci turda sandıklarda Kemal Kılıçdaroğlu lehine patlama da beklenebilir.
Ama iktidar da güvenlik temelli politikalara ihtiyaç duyabilir. Ya da dünya dinamiklerinde, Ukrayna’da, Libya’da, Suriye’de olacaklar seçmende güvenlik arayışını güçlendirebilir. O yüzden ikinci turda kesinkes şöyle olur demek mümkün değil. Ama evet, muhalefetin ya da Kemal Bey’in lehine olma ihtimali daha yüksek.
Muhalefet sorunları çözemezse ‘siyasal medcezir’ ihtimali mi var?
Bunun arkasından yerel seçim var. Buradaki handikap, bütün aktörlerin ya da iki cumhurbaşkanı adayının da ekonomideki krizi aşmanın ne kadar zor olduğunu topluma anlatmıyor oluşları.
Öyle bir anlatı var ki “her şey çok kolay, hangisine oy versek iki-üç ayda her şey çözülüverecek” gibi. Halbuki çok daha yapısal, hayati bir mesele ve bunun da bedeli var: Toplum olarak bu bedeli ödemeye hazır olup olmamak meselesi.
Halbuki iki aday da diyor ki “Hazır olmanıza gerek yok, bana oyu verin, sizin adınıza işi çok kolayca çözeceğim”. İnşallah öyle olur ama sanmıyorum. O zaman da üreyecek olan hayal kırıklıkları, bu seçimde Kemal Kılıçdaroğlu ya da muhalefet kazansa bile bir siyasal medcezir mümkün kılacak koşulları oluşturabilir.
Yani Türkiye çok muhtemel ki 2024 sonu-2025’ten itibaren yeniden seçim tartışmaya başlayacak. Belki anayasayı değiştirdiğimiz için, belki parlamento çoğunluğu olamadığı için, belki ekonomik zorluklar nedeniyle… Ve o ikinci seçimdeki bir siyasal medcezir, bugünkü Erdoğan’ın kazanma ihtimalinden daha yüksek de olabilir.
Çünkü bir başarısızlığın ürettiği hayal kırıklığı çok daha sert başka dip dalgaları yaratabilir. Bugün Muharrem İnce ya da Sinan Oğan diye görünen tepkisel oylar bir dahaki seçimde yüzde 20’lerde, 30’larda, 40’larda olabilir. Ve toplumsal tepkiler, toplumsal duygu hali her zaman manipüle edilebilir.
Onun için siyaset marifetiyle bu sorunları gerçekten çözebileceğimizi anlatmak, toplumun güvenini kazanmak ve ikna etmek gerekiyor. Toplum da buna hazır. Muhalefet bunu başarabilirse çok rahat birinci turda da bitebilir.
Kemal Kılıçdaroğlu “dijital karanlık işler” yapıldığını ima ettiği bir tweet attı, doğrudan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’a yönelik. Bundan sonraki süreçte propagandanın bu yönde sürmesini bekliyor musunuz?
Bekliyorum. Çok daha sert şeyler yaşayabiliriz. Kemal Bey’in iddia ettiği gibi şeyler mümkündür tabii. Vardır yoktur bilmem elbette, onu emniyet güçleri ve istihbaratçılar bilir. Ama belli ki Kemal Bey’e de içeriden bilgi geldi ki açıklama ihtiyacı duyuyor. Benzer şey SADAT meselesinde de olmuştu. Tanıdığımız kadarıyla Kemal Bey karnından uydurarak tepki üreten birisi değil. Mutlaka elinde birtakım duyumlar olduğu için bunları söylüyor.
Onun için evet, önümüzdeki günlerde daha sert sosyal medyada hedef göstermeler, daha sert tehditler, iktidar değişikliğinde kaos ve karmaşa olacağına dair korku yayacak her şeyi yapacaklarını sanıyorum. Bunun bir kısmını kendileri örgütleyebilir, bir kısmı kendiliğinden gelişebilir. Çünkü bu iklimi açtığınız zaman olmaması sürpriz olur aslında.
Elbette muhalefetin böyle bir durumda adım atması, karşı hamle yapması anlaşılabilir. Ama sonuçta deprem gibi, ekonomi gibi konuların konuşulma süresini, hacmini azaltarak aslında Erdoğan’ın iyi bildiği bir oyun alanına sıkışıyorsunuz.
Aynen öyle, iktidarın çizdiği gündemin dışına çıkamamak dediğim de o. Son bir aydır muhalif kanadın en yoğun tartışması Muharrem İnce ve “TİP oyları bölecek mi?” Buna karşılık depremi tartışmıyoruz. Yardımlar azalmış durumda. Oralarda ne oluyor, insanların neye ihtiyacı var, temiz içme suyu ihtiyacı halloldu mu bilmiyoruz.
Yani gerçek sorunların dışında bir suni gündemin içinde meşgulüz. Bu da iktidarın mahareti bir bakıma. Tartışmayı bunun dışına çıkarmamak sonuçta iktidarın lehine çalışıyor. Çünkü “Oylar yüzde 50’yi aşsa bile bu iktidar teslim etmeyecek” kaygısı ya da teslim etseler bile Brezilya’da, Amerika’daki gibi neler olur korkusu hem insanların seçime katılma arzusunu hem de muhalefete oy verme bakışını etkileyebilir.
Kürt sorunu beklendiği gibi seçimin kilit unsurlarından biri oldu. Erdoğan’ın suçlamaları, HDP’nin Kılıçdaroğlu’na desteği, Emek ve Özgürlük İttifakı içindeki tartışmalar, Demirtaş’ın tweet’leri, Öcalan’a ziyaret iddiaları… Kürtler bu seçimden ne bekliyor ve sizce beklentilerinin ne kadarını alacak?
Onlar adına konuşamam, ama gözlediğim kadarıyla Kürt siyaseti kabaca iki şey bekliyor. Bir kere, bu gidişatın durdurulması. Çünkü şu anda baskıyı somut yaşayan taraf onlar. Tutuklamalar, işsizlik oranları, gelir dağılım oranları, yoksulluk oranlarıyla vesaire vesaire. Neresinden bakarsak bakalım. Dolayısıyla bu iktidarın değişmesi konusunda ana aktörlerden biri olacak.
Ama ikinci bir talepleri var ve haklı bir talep. Yeni bir Türkiye, toplumsal uzlaşma, anayasa konuşacaksak oradaki maddelerin ne olup ne olmadığı değil tartışma. Ama Kürtlerin de kendi kimlikleriyle, siyasi aktörleri üzerinden, ihtiyaç ve talepleriyle o yeninin tanımlandığı, süreçte aktörlerden biri olarak kabul edilmek, var sayılmak. Onların oyunun dışında tutan ama onları da kapsayan yeni bir kurumlar ve kurallar dizisi sadece Kürtleri değil kimseyi tatmin etmez.
Doğrusu da bu değil. Ama Kürtler şu anda en güçlü muhalif hareket ve demografik olarak en büyük farklı küme olarak o yeni sürecin ana aktörlerinden biri olmak istiyor. Kendi adlarına birinin onlara elbise dikip vermesini değil, o elbisenin dikimine tasarımına dahil olmak istiyorlar. Çok da haklılar.
İçişleri Bakanı Soylu 14 Mayıs seçimi için “siyasi darbe girişimi” dedi, üstüne Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Uçum iktidar değişikliğini “tam bağımsızlık sürecine darbe” olarak niteledi. Erdoğan da “Benim milletim Kandil’den aldığı destekle cumhurbaşkanı olana bu ülkeyi teslim etmez” diye konuştu.
Bütün bu sözünü ettiğimiz söylemler, politikalar ya da mesela HDP’li siyasetçilerin ya da gazetecilerin tutuklanmaları gibi şeylerin hepsi siyasete doğrudan müdahale. Seçimlerin özgür ortamda ve demokratik bir yarış içinde geçiyor olmadığını gösteriyor.
Sandık güvenliği çok konuşulur bu ülkede ama aslolan seçim güvenliğidir. İşin bir yanı bu. Peki seçmen etkileniyor mu, elbette. Sonuç olarak iktidar kamunun, devletin bütün potansiyelini kullanıyor. Nitekim daha geçen hafta bir bakanın kampanya arabasında AFAD’ın yardım kutuları çıktı. Ya da AFAD görevlilerinin, bir bakanın seçim afişlerini asarken fotoğrafları, videoları çıktı. Ya da bir AK Parti milletvekilinin camide siyasi nutuk çektiği videoyu seyrettik. Bu tabii ki seçmeni etkiliyor çünkü bir muktedir olma hali var.
Ve o muktedir olan, istediğini cezalandırabiliyor, istediğini kısıtlayabiliyor. Ve seçmen algısında, iktidar değişiminin kaos ve karmaşa üretip üretemeyeceği sorusu ürüyor.
Ve üçüncü unsur da bazı söylemlere, Tayyip Bey’in “milletim teslim etmez” cümlesine geliyor. “Kaos, karmaşa olmadan, demokratik yolla bir iktidar değişikliği yaşanacak” duygusunun ortadan kaldırılması bu. Muhalefet ancak bu duyguyu güçlendirdiği oranda güveni inşa edecek ve oyunu artıracak. Halbuki iktidar ima ediyor ki, “Yeterli oyu alsalar bile kaos ve karmaşa olacak”…
Bu, muhalefete doğru yönelişi olumsuz yönde etkileyen ya da en azından direnç katsayısı üreten bir durum. Dördüncü bir katmanı daha var: Muktedir olmak. Yani iktidar “Muhalefet oy alsa bile, hatta iktidara gelse bile muktedir olamayacaklar, muktedir olan benim” diyor.
Tayyip Erdoğan’ın etrafında “Evet yoruldu, zayıflıkları ve hataları oldu ama hala muktedir, güçlü ve ülkeyi yönetir” fikrini örüyor. Üstelik kaos ve karmaşa olmadan bir değişime izin vermeme ihtimalini diri tutuyor. O ihtimalin ürettiği korku iklimi; coşku, heyecan ve muhalefet oylarında patlama üretecek psikolojinin önünde en önemli zihni eşik.
Seçimin son düzlüğüne Tayyip Erdoğan pilot montu ve siyah gözlükleriyle girdi. Bundan sonra Cumhur İttifakı’nın çizgisi bu yönde kalınlaşacak diyebilir miyiz?
Tabii, Cumhur İttifakı’nın yerli ve milli meselesine yaslanan bir söylemi var. İkincisi, küresel dinamiklerin Türkiye için ürettiği riskleri vurguluyor. İşin böyle bir tarafı var mı, var. Hem Batı’yla Rusya-Hindistan-Çin arasındaki siyasal egemenlik ve bölüşüm kavgası, hem de Müslüman coğrafyayla Batı arasındaki kültürel gerilim…
Türkiye bunların sahnesi ve öznesi, tabii ki riskimiz var. Ama bütün bu yaşanan dinamikleri Türkiye’yi bölmek diye okumak başka şey; daha doğru bir pozisyonu nasıl üretiriz ve katkımız nasıl olur diye bakmak başka şey; bu yaşananları kendi iktidarımızın devamı için nasıl kullanırız demek başka şey.
Ekonomide artık köprü, yol hikayeleri bitti ve askeri sanayi üzerinden bir başka hikaye anlatısı var.
Çünkü iktidarı oluşturan İslamcı ve Avrasyacı zihni ittifak, zihni koalisyon zaten “Devlet tektir, güçler ayrılığı olmaz” diye bakıyor her şeyden önce.
Güvenlik meselesini de ‘sınır güvenliği’ diye görünce doğal olarak askeri güç öne çıkıyor. Kas gücünü sadece içeride değil, dünyaya karşı da kullanmak, “Suriye’de, Libya’ya da şunu yaptık, bunu yaptık” demek… Bunun da onur, gurur gibi toplumsal duygulara değen bir tarafı var elbette. O SİHA’ları, gemiyi ya da tankı gördüğü zaman çok mutlu olan seçmenler var.
Ama o görüntüler bitip de bakkala girdiği zaman karşılaştığı bir soğan fiyatı da var. Onun için o ulusal gurur, onur meselesi de bir yere kadar çalışıyor.
Bütün bunlara rağmen bile iktidar hala 2018 oyunun oldukça gerisinde. Yakalama şansı da kolay kolay görünmüyor.
Haberin kaynağına buradan ulaşabilirsiniz.