“Sonradan görme” dedikleri şey: Ne eski ölçüler, ne de girip yerleştikleri yeni dünyanın-hayatın kuralları. Smokinin altına şalvar giymek gibi. Tam olarak bir görgüsüzlük hali. Hem de en kaba, en çirkin, en itici ve bıktırıcı türü. Eline güç geçince görgüsüzlük, zulme, haksızlığa, akla gelebilecek her türlü suçu mübah gören ahlaksızlığın örgütlenmiş haline dönüşüyormuş meğer.
Bizim son iki yüz yılımız dışımızdaki dünyadaki değişime uyum sağlayıp ayakta kalmakla, gelenekleri-alışkanlıkları muhafaza etmek arasında geçen bir kavganın tarihidir. Doğal olarak iktidar rekabeti bu çelişkiden beslenmiştir. Üretimden, siyasi kurumlardan, hayat tarzından hukuka uzanan bütün alanlarda değişim o kadar zorlu ve hayati bir mecburiyet olmuştur ki, kendi kabuğuna saklanan muhafazakârlık hep denklemin dışında, iki arada bir derede kalan iktidarlara yandan gelen bir destek karşılığında yaşama alanı bulabilmiştir.
AKP iktidarına kadar.
AKP iktidarı, kurulu düzene muhalif, geçici iktidarlarla çıkar işbirliği yaparak dağınık şekilde varlığını sürdüren muhafazakar çevrelerin, 28 Şubat’ın çaktığı kazıklara basa basa örgütlenip doğrudan devlet gücünü ele geçirmesiydi. Laik kanadın kullandığı “İslamcılar” veya “dinciler” sıfatları sizi yanıltmasın; bu iktidar kalın gelenek kabuğunun kırılıp içinde sakladıklarının hayat bulmasıydı. Diyanet mensubu din görevlilerinin, tarikatların, tarikat geleneğini reddeden Nurculuk-Süleymancılık gibi cemaatlerin, dinden milliyetçilik veya sosyalizm gibi bir ideoloji çıkartan radikal İslamcıların aralarındaki ortak payda sadece şekilden ibarettir. İşte bu içeriksiz-şeklî ortak payda 2002’de, muhafazakâr değerler adıyla AKP’ye iktidar yolunu açan motor güce dönüştü.
Muhafazakârlık bir dünya görüşüdür; muhafazakâr siyaset ise başta din olmak üzere muhafazakâr değerleri, toplumun kutsallarını güç ve iktidar malzemesi yapmaktır. Muhafazakâr siyaset, geliştirdiği pratikle muhafazakarlığın parazitleri olmuştur. 21 yılın son on yılı, muhafazakârlığın bütün ortak değerlerini sadece kişiselleşmiş bir iktidarın basit-sıradan ve kullanışlı bir aparatına dönüştürdü. Bugün AKP’nin çelik çekirdeği muhafazakâr bile değil; ANAP’ın tatlı su muhafazakârları bile daha dik değil miydi? Şekille, gösterişle sınırlı muhafazakârlık oluşturduğu kirli havayla dindarlığa da büyük bir irtifa kaybettirdi. Her ile açılan İlahiyat fakülteleri din adamı yetiştiremiyor, imam hatiplerde deist gençler hakim ve şatafatlı camiler bomboş. 2002’de AKP’yi iktidara taşıyan muhafazakâr çevrelerin önemli kısmı, despot-hukuksuz yönetim gerekçesiyle takındıkları eski muhalif konumlarına geri döndüler. İslâmcılar, bazı tarikat ve cemaatler gibi iktidarın baskısı altında eziliyorlar.
200 yılın muhafazakâr birikiminin eseri olan iktidar kişisel dikta rejimine dönüşürken devletçiliğe, tektipçiliğe ve hiyerarşiye teslim oldu. Dünyanın her yerinde dikta heveslileri mecburen standart bir milliyetçi söylemi tekrarlar, içerdeki ve dışardaki düşmanlardan dem vururlar.
Muhafazakârlığın beslendiği gelenekten çıka çıka Osmanlı’nın son dönemine özgü damat paşalar saltanatı ve nepotizm çıktı. Tevazuyu en yüksek değer belleyen dindarlık yerini altın varaklı “itibardan tasarruf edilmez” gösterişine bıraktı.
AKP iktidarının seçkinleri, muhafazakâr değerlerin rüzgarıyla kanatlanmış eskinin yoksul kesimleriydi. Yamalı çorap giymeyi, yer sofrasında, nevalenin üzerine yerleştirilmiş sinideki tencereden yemek yemeyi, küçük gecekondularda yere serilip sabah toplanan yün yataklarda uyumayı yeni nesil ancak eski filmlerde görmüştür. Başardıysanız yoksulluktan çıkıp tepelere tırmanmak meziyettir. Muhafazakâr değerleri sömürerek, muhafazakâr değerlere ters bir hayatı bolluk ve israf içinde yaşamak ise rezilliktir. Bu rezillik, sahip olduğu gücü, zenginliği sindirememiş sonradan görmelerin marifeti olur.
Muhafazakârlıktan dört başı mamur bir iktidar görgüsüzlüğü çıktı.
Şimdi de görgüsüzlükleri yüzünden kaybediyorlar.
Eline büyük fırsatlar geçmiş, halk desteğini arkasına alarak yeni bir rejim inşa etmiş, karşısındaki muhalefeti ezmiş, farklı ses çıkartan herkesi cezaevlerine doldurmuş, hak da benim, hukuk da benim, adalet de benim diye göstere göstere kişisel gücünü ilan etmiş, denetimsiz, sınırsız bir iktidar neden ve nasıl kaybeder?
Diktatörler hiç seçim kaybeder mi?
AKP neden kaybediyor?
Görgüsüzlüğünden.
Tehditle, şiddetle, devlet şatafatını ve saltanatını seferber ederek, babasının parasını dağıtır gibi para saçarak, güç gösterileriyle, kibir patlamalarıyla halkı ikna edeceğini ve seçim kazanacağını zannetmenin başka bir açıklaması yok.
Yeni bir dönem geliyor. Geride kalan 21 yılın, bilhassa son on yılın muhasebesini yapanlar “AKP iktidarını neden kaybetti?” diye sorduklarında görgüsüzlüğe ilk sırada ve geniş bir yer ayırmalı.
Yukarıda ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.