Türkiye tarihinin en kritik seçimleri pazar günü gerçekleşecek. Anketler ilk defa 21 yıldır iktidar olan AKP ve onun başkanı, cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı favori olarak göstermiyor. CHP liderliğindeki altı muhalefet partisi ortak aday çıkardı ve Kemal Kılıçdaroğlu’na ittifak dışındaki muhalif partiler de desteğini açıkladı. Muhalefetin ilk defa bu kadar birlik olduğu seçimin sonucu otoriterlikle yönetilen Türkiye’nin siyasi tarihi açısından da kritik önem taşıyor.
Son düzlükte herkesin aklında olan en önemli soru ise Erdoğan kaybederse bu yenilgiyi sakince kabul edecek mi? Muhalefetin kazanması durumunda ise Türkiye’yi nasıl bir yakın gelecek bekliyor?
Tüm bu soruları gazeteci Yavuz Baydar’a sorduk.
Türkiye pazar günü sandık başına gidiyor. Son dönemeçte tabloya nasıl bakıyorsunuz?
Deprem faciası ve derin ekonomik krizin gölgesinde alelacele, nefes nefese, frenler kopmuş bir şekilde gidiliyor bu seçimlere. Yüzüncü yaşını kutlamaya hazırlanan, yorgun ve yaralı bereli Türkiye Cumhuriyeti ilk defa böyle paldır küldür bir seçim yaşayacak. Başkan adaylarından birinin yüksek öğrenim diploması yok. Ve muhalefetin de zımni onayıyla, pek itiraz ve tepki görmeden, üçüncü dönem başkanlık dönemi hayalleri görüyor. Garabet garabet üstüne.
Seçmenin kafası berrak bir şekilde sandığa gideceğini sanmıyorum. Medya neredeyse tamamen Saray kontrolünde. Merkezde güvenilir bir medya kuruluşu yok – ne bir TV kanalı ne de gazete. TRT, geleneklerine uygun, yani iktidara gelenin “arpalığı” olarak, iktidarın borazanı. Sosyal medyada kakofoni var.
Bu açıdan bakıldığında, krizin de etkisiyle, oyların rengini çöken hayat standartları, istikrarsızlık kaygıları, deprem tedbirlerinin teşhir ettiği yetersizlik, mülteci olgusunun duygusal birikimi, milliyetçilik hezeyanı ve iki tarafın da yarıştığı popülizm dalgasına bakış belirleyecek. Seçmen daha önce asla görülmemiş bir şekilde, kimlik kamplaşmasından kopmadan, Sünni-Alevi-Kürt-Seküler Modern-Milliyetçi Türk beşgeninde duygularına esir bir şekilde, esas olarak “Erdoğan’la tamam mı, devam mı?” sorusuna bakarak mührü basacak.
Erdoğan’ın toplumu kimliklere bölerek yönetme projesi başarılı. Gezi’den bu yana 10 yıl geçti, araya çok kritik kırılmalar girdi, ama toplumun öncü siyasi kesimleri ve elit, Erdoğan mamulatı kimlik duvarlarını aşamadı; onun ürettiği ayrımcı söylemlerin önemli kısmını satın aldı. 10 yıl sonra Türkiye, hala bu ezberler ve husumetlerle sandıkta oy kullanacak.
Tabii böyle bir davranış kalıbını farkına varmadan içselleştirdiyseniz, ki seçmenin önemli kısmı için bu böyle, o zaman seçimin sadece Erdoğan’ın gidişi veya kalışına indirgenmiş oluşunun aslında bir “demokratikleşme” mücadelesi olmadığını anlamanız ve dünyaya anlatmanız da zorlaşır.
Gene de, eğer oylar Erdoğan’a “kenara çekil ve ayrıl” şeklinde çıkarsa, ülkenin önüne bir fırsat çıkacak.
Nasıl bir fırsat?
Bu sadece bir fırsat. Aynen, AKP’nin 1990’lar krizi ardından “temiz sayfa” vaatleriyle gelip AB sürecini başlatması, ekonomik reform ve yeni anayasa girişimleri, Kürt Barış Süreci gibi bir fırsat. Sadece bu… Şunu tecrübeyle biliyoruz: Türkiye, köklü bir siyasi reform gerektiren fırsatları heba etmekte mahir. 2000’lerin başında tek parti hükümeti bu fırsatı güçlü kılmıştı, ve battı. Şimdi – eğer Millet İttifakı ve adayı kazanırsa – bir fırsat daha doğabilir, ama bu kez parçalı ve iradeleri çatışmaya eğilimli bir yapı ortaya çıkacak. Ve, daha önemlisi, kim kazanırsa kazansın, Türkiye’yi eşi benzeri görülmemiş bir daralma ve kemer sıkma dönemi bekliyor. Bunun farkında olan, olup da çevreye anlatan çok az insan var.
Ama daha basit bir şekilde bana “kim kazanır?” diye soruyorsanız, cevap vermekte zorlanırım. Hiç bu kadar zorlandığımı hatırlamıyorum. Bu yüzden, okur ve izleyiciye sorumluluğumu hesaba katarak, mümkün olduğunca az yazmayı tercih ettim. Kuşku ve endişeleri paylaştım.
Bana öyle geliyor ki, başabaş bir başkanlık yarışı olacak. Muhtemelen bu yarış, ikinci turda sonuçlanacak. İlk turda netleşecek Meclis tablosu, ikinci turda kimin başkan seçileceğini tayin edecek gibi görünüyor. Medya söyleminin asimetrik olarak iktidara yarayacağını hesap edersek, Meclis’te çoğunluğu (300 sandalye altında kalsa bile) Cumhur İttifakı alacak gibi görünmekte.
Her durumda, daha ertesi günden itibaren kaybeden taraf hangisi olursa olsun muazzam bir itiraz dalgasının ve kazanan tarafın da oldubitti hamlelerinin ağır basacağı gergin, patlamaya hazır bir ortama girilecek. Orası kesin.
Anket şirketlerinin çoğu Kemal Kılıçdaroğlu’nu favori olarak gösteriyor. İlk turda bitmese bile Kılıçdaroğlu bu seçimin kazananı olacak gibi görünüyor. Ancak herkeste bu umutla birlikte bir endişe de var. O da şu: Erdoğan iktidarı teslim eder mi? Siz bu endişeleri haklı görüyor musunuz, sizin seçim gecesine ilişkin öngörünüz nedir?
Bu endişeler, Erdoğan’ın gerçek yüzünün – anti-demokrat ruhunun – su yüzüne çıktığı 2013 Gezi patlamasından beri yeşerdi, büyüdü ve son on yıl içinde her eşikte, her kırılmada teyit edildi ve meşruiyet kazandı. Onun bir stratejik hedefi olduğunu anlamayanlar, atlattığı badireleri nasıl atlattığını tahlil edemeyip hafife alanlar, bugüne kadar gelinen noktada ya kör bir legalizme ya da konformizme saplandılar. Ders çıkaran ve “sütten ağzı yananların” endişelerini de, her seçim döneminin coşkusuna kapılıp savuşturmayı tercih ettiler. Bu sefer de bu filmi görmekteyiz. Erdoğan kararlı bir otokrat. Sistemi şahsileştirmekte sınır tanımıyor. Ve bugüne kadar kurduğu otokrasi mimarisini bu aşamada – yani bu kadar yasa tanımazlıktan ve görev suiistimalinden ve yolsuzluk bagajından sonra – sükunet ve suhuletle terketmesi, kendi kişiliğine ihanet etmesi anlamına gelir.
Erdoğan iktidarı terketmemek için her şeyi yapacaktır. Bunu yapmak için elinde birikmiş muazzam bir bürokrasi ve silahlı destekçi mühimmatı var. Erdoğan giderse, içerde onun kadrolaştırdığı kesimlerle, çevresine üşüşmüş asalak kesimlerin devri son bulacak. Ona destek veren maceraperest, agressif aşırı milliyetçi kanadın da kopması anlamına gelecek.
Ayrıca bu, onun temsil ettiği Siyasal İslam’ın dünyadaki son kalesinin düşmesini de simgeleyecek. Sadece Erdoğan gidiyor olmayacak, bu çürük sistemden beslenip semiren büyük bir kütlenin de gitmesi gerekecek . Son günlerde Kemal Kılıçdaroğlu’nun dramatiklik boyutu gitgide artan açıklama ve uyarıları da zaten bunun açık ve seçik kanıtı.
“Abartmayın, bir şey olmaz, gidecek” diyenlerin, kendisini kandırdığı ve çevreyi yanılttığı kanaatindeyim. Çünkü bu bir geniş cephe savaşını işaret ediyor. Dolayısıyla bu seçim sonucuna seçmenden daha da çok bürokrasi ve onu kuşatan kesimler etki edecek veya karşıtları.
Bir diğer konuşulması gereken konu ise muhalefetin olası iktidarında nasıl bir Türkiye’yi teslim alacağına ilişkin… Sizce muhalefet, 15 Mayıs sabahı nasıl bir Türkiye’yi yönetmeye başlayacak? Muhalefetin restorasyon iddiası teslim aldığına ne kadar ilaç olabilecek?
Devralınacak olan şey bir enkaz. Kim kazanırsa kazansın, Türkiye’ye bir tsunami geliyor. Enflasyon yüzde 100’ün hayli üzerinde. Satın alma gücü çöküyor. Üretim gitgide zayıflıyor. İhracat da gerilemekte. Hazine tamtakır. Lira dünyanın en az güvenilir para birimleri arasında. Türkiye’yi kayıtdışı ekonomiye esir etti Erdoğan ve yardakçı ekibi. Kendisi de kazansa, Kılıçdaroğlu da kazansa, durum ekonomide değişmeyecek. Aklı başında ve açık sözlü ekonomistler bu konuda uyarı üzerine uyarı yapıyorlar. Mesela Mahfi Eğilmez’in son yazıları, tablonun neredeyse altından kalkılmaz hale geldiğini anlatıyor.
Muhalefet kazansa bile, halka muazzam bir kemer sıkma dönemine hazır olunması gerektiğinin anlatılması şart. Zorluk da burada. Ayrıca, son 10 yıllık dönemde kayırmacılıkla semiren, ülke kaynaklarını emen çürük ama nüfuzlu kesimlerin altılı masanın zayıf parçaları üzerinden olası Kılıçdaroğlu iktidarını telkin, sabotaj veya tehdit yoluyla işlemez hale getirmesi, halkta belirecek hoşnutsulzuk dalgasını kışkırtması da mümkün. Kısacası Türkiye için bu seçim sadece bir test aşaması. Bundan sonrası da bir mayın tarlası. Bunun baş müsebbibi elbette Erdoğan, ama sadece o değil. Ortada toplum içini çürüten bir kültür var, ve bu çürük düzene bakıldığında, çürümeden sadece İslamcıların değil, diğer pek çok kesimin de nemalandığı gayet açık. Çürüme bağımlılık yaratmış durumda Türkiye’de; bu onyıllardır böyle. Dolayısıyla mesele, şayet kazanırsa, Kılıçdaroğlu’nun bir “temiz toplum” projesine girişip girişmeyeceği ve tabii, başarıp başaramayacağı.