Geçen Pazar günü, modern Türkiye tarihinin en çekişmeli seçiminden bir hafta önce, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı destekleyen fanatikler, güvenlik nedeniyle kısa kesilmek zorunda kalınan bir mitingde muhalif siyasetçileri ve destekçilerini taş yağmuruna tutarken polis seyirci kaldı.
Ortaya şok edici görüntüler çıktı: Cumhurbaşkanı yardımcısı adayı, taş yağarken şemsiyelerin altında konuştu, kampanya otobüsü hasar gördü, ve küçük bir çocuk, yüzü kanlar içinde, ağladı.
Rejim yetkilileri siyasi şiddeti kınamak yerine, sert bir kampanya konuşması yapma cüretini gösterdiği için bunun adayın kendi hatası olduğunu söylediler. Bu, sadece Türkiye için değil, daha da kötüsünün gelebileceğinin korkunç bir ön göstergesiydi.
Şu anda pek çok demokrasi, Erdoğan gibi görevi adil ve barışçıl bir şekilde bırakmayı reddeden otokratik popülistlerin tehdidi altında.
Erdoğan 20 yıldır iktidarda. Bu süre zarfında baskıyı (Türkiye en fazla sayıda siyasetçi, gazeteci, aktivist ve diğer sivil aktörün hapiste olduğu ülkeler arasında yer alıyor) ve devlet kurumları üzerindeki otokratik kontrolünü giderek daha fazla kullanarak, seçmenler oyları kullanmakta özgür kalsa bile, seçimlerin son derece adaletsiz olmasının yollarını açtı.
Yürütme gücünü genişletmek için olağanüstü halleri kötüye kullanmayı, kamu yayınları üzerinde parti kontrolünü sağlamak için düzenleyici kurumları ele geçirmeyi, internetteki konuşmaları izlemek ve denetlemek için acımasız yeni yasalar çıkarmayı, kamu harcamalarını yeniden seçim kampanyalarına geri akıtan yandaşların cebine yönlendirmeyi; muhalefetin yoğun olduğu bölgelerde oy vermeyi daha zor ve caydırıcı hale getirmek için sandıkları manipüle etmeyi içeren otokratik bir senaryoyu uyguluyor.
Örneğin, Kürtlerin yaşadığı güneydoğuda seçmenler, makineli tüfekli askerlerin seçmen kimliklerini kontrol etmek ve tutuklanmak üzere aranan kişileri bulmak için görevlendirildiği güvenlik kontrol noktalarından geçmeye zorlanmakta.
2011’den bu yana Türkiye’de birbirini izleyen her seçim bir öncekinden daha adaletsiz oldu. Ülke şu anda özgürlüğün olmadığı, mutlak bir otoriterliğe sürüklenmenin eşiğinde.
Bu Pazar günü yapılacak seçim, özgür olsun ya da olmasın, Erdoğan’ın kazanması halinde, muhtemelen ülkenin son özgür seçimi olacak: (Erdoğan) Muhtemelen diktatörlük yönelimini ikiye katlayarak son 12 yılın trendini sürdürecektir.
Kendisini mümkün olduğunca uzağa sürürklediği teziyle serbest seçimlerden de ilerde vazgeçebilir – bir keresinde demokrasiyi bir güzergaha ulaştığında inmek için bir araca, bir tramvaya benzetmişti..
Ve eğer Erdoğan – şu anda berbat ekonomi politikaları ve Şubat depremiyle ilgili başarısızlıklarının ağırlığı altında – artık popüler olmamasına ve alışılmadık derecede birleşik bir muhalefete rağmen kazanırsa, Türklerin önemli bir kitlesi seçimleri bundan böyle anlamlı ve özgür bir alan olarak görmeyi bırakacaktır.
Erdoğan iki aydan kısa bir süre önce anketlerde 10 puan gerideyken, Türk medyasının yüzde 90’ı üzerindeki yaygın etkisini kullanarak deprem ve enflasyonla ilgili kamuoyu tartışmalarını sona erdirdi ve bunun yerine yayınları “Türkiye’yi yeniden nasıl büyük yaptığına” dair övgülerle doldurdu.
Şimdi yarış, Erdoğan’ın TRT’de 32 saatlik yayın süresine karşılık Nisan ayında sadece 32 dakikalık yayın süresine sahip olabilmiş muhalefetin cumhurbaşkanı adayı ile başa baş hale geldi.
Geçen Pazar günü yaşanan kargaşa, alışılagelmiş otokratik taktiklerin net bir zafer elde edememesi halinde hükümetin iktidarda kalmak için şiddet ve gözdağına başvurabileceği ihtimalini gündeme getirdi.
Erdoğan’ın ittifakında yer alan bazı partilerin geçmişte siyasi şiddete başvuran milliyetçi-paramiliter veya İslamcı gruplarla bağları var.
Mitingden bir gün önce bu partilerden birinin başkanı muhalefet için “Bu hainler ya ağırlaştırılmış müebbet alacaklar ya da vücutlarına mermi alacaklar” dedi. Pazar günü Erdoğan, bir terör örgütünün liderlerini muhalefetin seçim şarkısını söylerken gösteren “deep fake” bir videonun oynatıldığı bir miting düzenledi. Erdoğan, “Benim milletim sarhoşların, ayyaşların sahne almasına izin vermeyecektir. Benim milletim 14 Mayıs’ta gereken cevabı verecektir. Teröristlerle el ele olan Kılıçdaroğlu’nun vatanımızı bölmesine izin vermeyeceğiz” dedi.
Aynı gün, Türkiye’nin önde gelen akademisyenlerinden biri, ülkesinin otoriterliğe kaydığı yönünde bir tweet attığı gerekçesiyle gözaltına alındı. Pazar günü ayrıca rejimle ittifak halinde olan partilerin muhalif kampanya çalışanlarına araçlarında şiddet uyguladıkları – lastikleri patlattıkları, camları kırdıkları, yolcuları sopalarla dövdükleri – ve bu saldırıların cumhurbaşkanı yardımcısı adayının mitingindeki taşlı saldırıdan önce gerçekleştiğine dair çok sayıda haber geldi.
Bu şiddet ve manipülasyon, bir demokrasinin, genellikle barışçıl bir şekilde geri dönüşü olmayan bir yönetim biçimi olan diktatörlüğe çökme sürecinde olmasının modern cisimleşmiş halidir.
2016 yılında, Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bir grup Erdoğan’ı devirmeye çalışıp başarısız olunca, kısa bir süre için klasik askeri darbe geri gelmiş gibi göründü. Ancak bu darbe girişiminin en kalıcı yansıması Erdoğan’ın baskıcı uygulamaları ve gücü daha da yoğunlaştırması oldu. Otokratikleşme çabaları, bırakın adil olmayı, özgür diye adlandırmanın bile zor olduğu bir seçim süreciyle doruğa ulaştı.
Önümüzdeki yıl seçime gidecek olan diğer zor durumdaki demokrasilerdeki (örneğin Hindistan, Meksika ya da Gürcistan) seçmenler de, Polonya’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne, hala tamamen özgür olan ancak Erdoğan’ın kalıbına uygun otokrat adayların en yüksek makamlar için yarıştığı ülkelerdeki seçmenler de başlarını başka yöne çevirmemeli.
Türkiye’den çıkarılacak ders, Erdoğan gibi otokratların, nihayetinde yolsuzluk, baskı, ve nihayetinde şiddetten başka sunabilecekleri hiçbir şey olmadığıdır.
Amerikalılar geleneksel olarak bu tür talihsiz olayların sadece yurtdışında yaşandığını varsayarlar. Ancak ABD’nin 6 Ocak 2021’de demokratik sürece yönelik şiddet içeren meydan okumaların tadına bakmış olmasıyla birlikte, Türkiye’deki baskıcı otokrasiyi, Donald Trump’ın ya da demokratik kısıtlamaya yeterince bağlı olmayan başka bir ABD başkanının gelecekteki yönetimi altında yapılacak ABD seçimlerinin hayaleti olarak görmemek için hiçbir mazeretleri yok.
Uluslararası toplum da bu durumu görmezden gelmemeli. ABD hükümeti ve kilit NATO müttefikleri, Erdoğan’a Batılı güçleri seçime sürükleme fırsatı vermekten kaçınmak için disiplinli bir sessizlik sürdürdü. Seslerini duyurma zamanı muhtemelen önümüzdeki günlerde, seçim sürecinin bütünlüğüne yönelik tehditlerle ilgili raporların ortaya çıktığı anda gelecek. Türkiye’de geçmiş seçim günlerinde ve diğer ulusal etkinliklerde sergilenen otokratik davranışları hatırlatacak olaylara karşı uyanık olmak zorundalar.
Bunlar arasında, Erdoğan’a sadık devlet seçim otoritesinin oy sayım kurallarını değiştirmesi, Erdoğan’ın medya sözcülerinin erken ya da şüpheli bir şekilde seçimi kendi lehine sonuçlandırması, Erdoğan’ın kaybetmesi ve kabullenmeyi reddetmesi, Türk hükümetinin internet ya da sosyal medya platformlarına erişimi kapatması ya da hükümetin ve çete üyelerinin demokrasi yanlısı protestoları şiddetle bastırması sayılabilir, ancak bunlarla sınırlı kalmayacaktır.
Seçim gözlemcileri, Biden yönetimi ve NATO müttefikleri bu tür otokratik çabaları ortaya çıkar çıkmaz kamuoyu önünde kınamaya ve Erdoğan ve üst düzey yetkililerine özgür bir seçim sürecinin önünde durmanın ağır sonuçlarını özel olarak iletmeye hazır olmalıdır.
Batı ittifakı, siyasi özgürlükler için son çırpınışlar olarak nitelendirilebilecek bu süreçte Türk halkının yanında durmak için zamanında ve güçlü bir diplomatik baskı uygulamalıdır.
_____
Uzmanlar Joshua Rudolph ve Nathan Kohlenberh tarafından yazılmış olan bu makale, Just Security sitesinden kısaltılarak aktarıldı. Tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
____
Just Security, güvenlik, demokrasi, dış politika ve hakların titizlikle analiz edildiği çevrimiçi bir forum. 2013 yılında kurulan dergi, Amerika Birleşik Devletleri’nde ve yurtdışında karar vericilerin karşılaştığı sorunlara ilkeli ve pragmatik çözümler getirmeyi amaçlamaktadır. Uzman yazarlarımız, önemli hükümet deneyimine sahip bireyler, akademisyenler, sivil toplum uygulayıcıları, ulusal güvenlik politikalarından doğrudan etkilenen bireyler ve diğer önde gelen seslerden oluşmaktadır. Editör Kurulu, ulusal ve uluslararası hukuk ve politika konularında önde gelen uzmanlardan oluşmaktadır. Just Security, New York Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki Reiss Hukuk ve Güvenlik Merkezi ile bağlantılıdır.