14 Mayıs seçim sonuçları zihinleri berraklaştırmak yerine daha da bulandırmış görünüyor. Ortaya çıkan trauma, sağlıklı ve serinkanlı tahlilleri önleyici etki de üretiyor.
Çoklu krize ve deprem felaketine rağmen Erdoğan neden bu kadar yüksek oy oy aldı? Parlamento seçimlerinin ortaya koyduğu tablo bize ne anlatıyor? Muhalefet nerede yanıldı?
Türkiye’de oy verme davranışları konusunda en önde gelen isimlerden biri olan Koç Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dekanı Prof Ali Çarkoğlu, 14 Mayıs kampanya sürecinin yanı sıra, 28 Mayıs için belirlenecek stratejileri konusunda Gazete Oksijen’in sorularını yanıtladı.
14 Mayıs’ta ortaya çıkan tabloda neler dikkatinizi çekti?
Bir defa, seçimin coğrafyası değişmedi. Belki tek fark Ankara’da da Kılıçdaroğlu’nun biraz destek bulmuş olması. Ama onun dışında Trakya, Ege sahilleri, Akdeniz harici hiçbir yerde yok. Bir de tabii Kürt oyu Kılıçdaroğlu’na meyletti ama bence o bile çok ağır bir destek değil çünkü oradan da Erdoğan oy çıkarabiliyor.
Bu bize, 2000’lerin başından itibaren gözlediğimiz AK Parti oy tabanının yine Türkiye’nin aynı yerlerinde bulunduğunu söylüyor. Üç aşağı beş yukarı aynı gruplar AK Parti’ye ve Erdoğan’a destek vermeye devam ediyorlar. CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na gitmiş olanlar da özünde büyük değişiklik göstermemiş.
Gençlerin ve kadınların da Kılıçdaroğlu’na meylettiğine dair bir veri olacağını tahmin etmiyorum. Erdoğan’ı terk etmiş olsalardı, oy sayısına yansırdı.
Süleyman Demirel’e atfen söylenen “Boş tencerenin deviremeyeceği hükümet yoktur” ifadesini seçimden önce sık sık duyduk. Erdoğan bu cümleyi dahi yendi mi?
Dikkat edilmesi gereken bir iki nokta var. Erdoğan’ın oylarını aldığı yerler enflasyon, işsizlik, dolar kuru gibi sorunların halkın gündemine çok da oturmadığı yerler. Yani oralarda tencere boş mu, yoksa eskisine göre zayıflamış olsa da büyük şehirlerdeki gibi çok büyük bir sıkıntı yok mu?
Diyelim ki Sakarya’nın bir ilçesindesiniz. Çoğu insan zaten kendi evinde oturuyor, kira bile olsa 20 bin lira vermiyorsunuz. Belki tavuğunuzu kendiniz yetiştiriyorsunuz, bahçenizde kendinize yönelik tarım yapıyorsunuz. Yani bir akarınız varsa İstanbul’daki gibi bir sorun yaşamıyorsunuz.
Dolayısıyla boş tencere hikayesi oraya ait bir sorun değil. Evet, zorluk oluyor, ama o zorluğu da Sakarya’da tank törenini izleyip helal olsun deyince unutuyorsunuz. Bu stratejinin işlediğini kabul etmek lazım.
SİHA gemisini Eskişehir’e götürebilse götürecekti. Ama götürmüş kadar oldu tabii. Televizyonda sabah akşam senkronize şekilde 10 kanalda aynı dokümanterde Albayrak ailesi aynı hikayeyi anlatıyordu. Ve izleyince gözlerinizin yaşarmaması mümkün değil.
Yani tencere daha hafif kaynıyor olabilir, ama bu bombardımanla siz o tencereyi düşünmeyebilirsiniz.
Kampanya boyunca Erdoğan da Kılıçdaroğlu da benzer cömert vaatlerde bulundu. İnsanlar vaatleri gerçekleştirme konusunda Erdoğan’a daha mı çok güvendi?
Hiç sürpriz değil. İş başında bir başkan olarak yaptıklarınızı gösterme imkanına sahipsiniz. Halbuki öbür tarafta “Bizim belediye başkanımız da çok iyi iş çıkarıyor” demek dışında yapabileceğiniz bir şey yok.
Belki de daha önemlisi, muhalefete defalarca söylenen bir konu: Sadece ekonomi yok; bunun yanı sıra güvenlik var, kimlik sorunları var… Bütün bunlarda da halka ulaşmanız ve onların lisanını konuşarak hitap etmeniz lazım. “Size demokrasi vaat ediyorum” demekle de olmaz. Onun anladığı şekilde anlatmak lazım.
Siyasetçiler ekonomiyi çok fazla önemsediler; ekonomiyi anlatırken fazla teknik lisanla anlattılar; ve ekonomi dışında halkın gerçekten önemsediği konuları çok soyut kavramlarla anlattılar. Sokaktaki insan bu kavramların ne olduğunu siyasetçiden kendi hayatına dokunan şekilde duymalı.
“Bizim şu kadar sayfalık, şu kadar vaadimiz var.” Ben bir tanesini dahi hatırlayan insan görmedim.
Toplumda bir değişim isteği çok vurgulandı ama sonuçlarda bunu görüyor muyuz? Böyle bir değişim arzusu gerçekten var mıydı? Ya da yeterince kuvvetli mi değildi?
Bill Clinton’ın başkanlığı kazandığı seçimde Amerika’daydım, yakından izledim. İki lafı vardı: “It’s the economy, stupid” (Mesele ekonomi, seni aptal”) ve “Change” (Değişim). Bir robot gibi sürekli bu iki argümanı kullandı.
Bizim siyasetçiler ana temayı kaçırıyor. Her konuşmada anlatmanız lazım: Değişim neden iyidir? Bunlar değişmediği zaman neleri kaçırıyoruz? Her şeyin değişim teması içinde yoğrulması gerekirken karşı tarafı eleştiren, daha iyisini yapma iddiasında olan ama değişimi vurgulamayan bir kampanya ile karşı karşıya kalıyoruz.
Tabii bir de bunu gerçekten değişimin içinde olan insanların yapması lazım. Bakan insan gördüğü anda bu değişim diye düşünmeli, bence onu düşünmüyor insanlar.
Öbür taraftan Erdoğan da değişimin getirdiği bütün o belirsizliği bir anlamda yok eden bir tarzla politika yapıyor. İnsanlarda da “20 yıldır denediğimiz, ne dediğini anladığım birisi var. Çok da büyük sıkıntım da yok doğrusu” kanaati yerleşiyor. Üstüne bir de tank, Anadolu gemisi gelince neden risk alasınız?
Peki tamamen başarısız mıydı muhalefetin iletişimi?
Hayır, bütün bunlara rağmen 50+1’i bulamamış bir Erdoğan’dan bahsediyoruz. Kılıçdaroğlu bütün kariyerinde almadığı kadar fazla oy aldı. Dolayısıyla tamamen başarısız olduğunu söylemek mümkün değil. Ama bu sadece kazandığınız zaman kazanılan bir oyun.
İkinci turu Kılıçdaroğlu kazanabilir mi?
Mutlaka, ama çok zor. Zor dememin birkaç sebebi var. Biri basit toplama çıkarma. 49.5, 50+1’den küçüktür. Ama tabii bunun işlemesi için Kılıçdaroğlu ve Sinan Oğan’ın bütün seçmenlerinin yine aynı şekilde oy vermesi gerek.
Fakat bir diğer ihtimal de şu: Oy vermemiş 7-8 milyona yakın insan var. Acaba bu insanların tercihleri kime daha yakın? Özellikle büyükşehirlerde ve Güneydoğu’da genç seçmeni nasıl dahil edeceklerini iyi düşünmeleri lazım. Hem onları hem de yeniden kendi seçmeninizi sandığa götürebilecek bir heyecan şart.
Bu seçim karşı tarafın oyununu kendinize çevirmekten ziyade kimi sandığa götürebildiğinize bağlı olacak.
14 Mayıs’ta ortaya çıkan tabloda neler dikkatinizi çekti?
Bir defa, seçimin coğrafyası değişmedi. Belki tek fark Ankara’da da Kılıçdaroğlu’nun biraz destek bulmuş olması. Ama onun dışında Trakya, Ege sahilleri, Akdeniz harici hiçbir yerde yok. Bir de tabii Kürt oyu Kılıçdaroğlu’na meyletti ama bence o bile çok ağır bir destek değil çünkü oradan da Erdoğan oy çıkarabiliyor.
Bu bize, 2000’lerin başından itibaren gözlediğimiz AK Parti oy tabanının yine Türkiye’nin aynı yerlerinde bulunduğunu söylüyor. Üç aşağı beş yukarı aynı gruplar AK Parti’ye ve Erdoğan’a destek vermeye devam ediyorlar. CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na gitmiş olanlar da özünde büyük değişiklik göstermemiş.
Gençlerin ve kadınların da Kılıçdaroğlu’na meylettiğine dair bir veri olacağını tahmin etmiyorum. Erdoğan’ı terk etmiş olsalardı, oy sayısına yansırdı.
Süleyman Demirel’e atfen söylenen “Boş tencerenin deviremeyeceği hükümet yoktur” ifadesini seçimden önce sık sık duyduk. Erdoğan bu cümleyi dahi yendi mi?
Dikkat edilmesi gereken bir iki nokta var. Erdoğan’ın oylarını aldığı yerler enflasyon, işsizlik, dolar kuru gibi sorunların halkın gündemine çok da oturmadığı yerler. Yani oralarda tencere boş mu, yoksa eskisine göre zayıflamış olsa da büyük şehirlerdeki gibi çok büyük bir sıkıntı yok mu?
Diyelim ki Sakarya’nın bir ilçesindesiniz. Çoğu insan zaten kendi evinde oturuyor, kira bile olsa 20 bin lira vermiyorsunuz. Belki tavuğunuzu kendiniz yetiştiriyorsunuz, bahçenizde kendinize yönelik tarım yapıyorsunuz. Yani bir akarınız varsa İstanbul’daki gibi bir sorun yaşamıyorsunuz.
Dolayısıyla boş tencere hikayesi oraya ait bir sorun değil. Evet, zorluk oluyor, ama o zorluğu da Sakarya’da tank törenini izleyip helal olsun deyince unutuyorsunuz. Bu stratejinin işlediğini kabul etmek lazım.
SİHA gemisini Eskişehir’e götürebilse götürecekti. Ama götürmüş kadar oldu tabii. Televizyonda sabah akşam senkronize şekilde 10 kanalda aynı dokümanterde Albayrak ailesi aynı hikayeyi anlatıyordu. Ve izleyince gözlerinizin yaşarmaması mümkün değil.
Yani tencere daha hafif kaynıyor olabilir, ama bu bombardımanla siz o tencereyi düşünmeyebilirsiniz.
Kampanya boyunca Erdoğan da Kılıçdaroğlu da benzer cömert vaatlerde bulundu. İnsanlar vaatleri gerçekleştirme konusunda Erdoğan’a daha mı çok güvendi?
Hiç sürpriz değil. İş başında bir başkan olarak yaptıklarınızı gösterme imkanına sahipsiniz. Halbuki öbür tarafta “Bizim belediye başkanımız da çok iyi iş çıkarıyor” demek dışında yapabileceğiniz bir şey yok.
Belki de daha önemlisi, muhalefete defalarca söylenen bir konu: Sadece ekonomi yok; bunun yanı sıra güvenlik var, kimlik sorunları var… Bütün bunlarda da halka ulaşmanız ve onların lisanını konuşarak hitap etmeniz lazım. “Size demokrasi vaat ediyorum” demekle de olmaz. Onun anladığı şekilde anlatmak lazım.
Siyasetçiler ekonomiyi çok fazla önemsediler; ekonomiyi anlatırken fazla teknik lisanla anlattılar; ve ekonomi dışında halkın gerçekten önemsediği konuları çok soyut kavramlarla anlattılar. Sokaktaki insan bu kavramların ne olduğunu siyasetçiden kendi hayatına dokunan şekilde duymalı.
“Bizim şu kadar sayfalık, şu kadar vaadimiz var.” Ben bir tanesini dahi hatırlayan insan görmedim.
Toplumda bir değişim isteği çok vurgulandı ama sonuçlarda bunu görüyor muyuz? Böyle bir değişim arzusu gerçekten var mıydı? Ya da yeterince kuvvetli mi değildi?
Bill Clinton’ın başkanlığı kazandığı seçimde Amerika’daydım, yakından izledim. İki lafı vardı: “It’s the economy, stupid” (Mesele ekonomi, seni aptal”) ve “Change” (Değişim). Bir robot gibi sürekli bu iki argümanı kullandı.
Bizim siyasetçiler ana temayı kaçırıyor. Her konuşmada anlatmanız lazım: Değişim neden iyidir? Bunlar değişmediği zaman neleri kaçırıyoruz? Her şeyin değişim teması içinde yoğrulması gerekirken karşı tarafı eleştiren, daha iyisini yapma iddiasında olan ama değişimi vurgulamayan bir kampanya ile karşı karşıya kalıyoruz.
Tabii bir de bunu gerçekten değişimin içinde olan insanların yapması lazım. Bakan insan gördüğü anda bu değişim diye düşünmeli, bence onu düşünmüyor insanlar.
Öbür taraftan Erdoğan da değişimin getirdiği bütün o belirsizliği bir anlamda yok eden bir tarzla politika yapıyor. İnsanlarda da “20 yıldır denediğimiz, ne dediğini anladığım birisi var. Çok da büyük sıkıntım da yok doğrusu” kanaati yerleşiyor. Üstüne bir de tank, Anadolu gemisi gelince neden risk alasınız?
Peki tamamen başarısız mıydı muhalefetin iletişimi?
Hayır, bütün bunlara rağmen 50+1’i bulamamış bir Erdoğan’dan bahsediyoruz. Kılıçdaroğlu bütün kariyerinde almadığı kadar fazla oy aldı. Dolayısıyla tamamen başarısız olduğunu söylemek mümkün değil. Ama bu sadece kazandığınız zaman kazanılan bir oyun.
İkinci turu Kılıçdaroğlu kazanabilir mi?
Mutlaka, ama çok zor. Zor dememin birkaç sebebi var. Biri basit toplama çıkarma. 49.5, 50+1’den küçüktür. Ama tabii bunun işlemesi için Kılıçdaroğlu ve Sinan Oğan’ın bütün seçmenlerinin yine aynı şekilde oy vermesi gerek.
Fakat bir diğer ihtimal de şu: Oy vermemiş 7-8 milyona yakın insan var. Acaba bu insanların tercihleri kime daha yakın? Özellikle büyükşehirlerde ve Güneydoğu’da genç seçmeni nasıl dahil edeceklerini iyi düşünmeleri lazım. Hem onları hem de yeniden kendi seçmeninizi sandığa götürebilecek bir heyecan şart.
Bu seçim karşı tarafın oyununu kendinize çevirmekten ziyade kimi sandığa götürebildiğinize bağlı olacak.
______________
Bu mülakat Gazete Oksijen’den alındı.