Geçen Pazar günü yapılan seçimlerden çıkan sonuç muhalefet çevrelerinde bir süredir esen iyimser havayı dağıtmış görünüyor. Ben şahsen ümidimi korumakla beraber, bu gazetedeki yazılarımda muhalefetin 14 Mayıs seçimlerine ilişkin aşırı iyimserliğine katılmayan ihtiyatlı bir dil kullandım.
En başta belirtmek gerekir ki, uluslararası gözlemciler tarafından da tespit edildiği üzere, 14 Mayıs seçimleri, gerek seçim öncesi şartlar gerekse kampanya sürecinin işleyişi bakımından demokratik seçimin evrensel standartlarına tam olarak uygun gerçekleşmemiştir. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Gözlemci Heyeti’nin açıklamasında belirtildiği gibi, muhalefet için ‘’sınırlamalarla dolu bir seçim yarışı” ve “demokratik bir seçim için tam koşulların yerine getirilmediği” bir seçim süreci yaşadık.
İktidar ile muhalefet arasında adil rekabet şartlarını bozan en önemli faktör, kampanya süresince gerek cumhurbaşkanı gerekse bakanların başta TRT, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ve malum resmî haber ajansı olmak üzere, devlet imkânlarını kendilerinden yana seferber etmekte hiçbir sınır tanımamaları oldu.
Millet İttifakı neredeyse iktidar partileriyle değil de devletle yarışmak zorunda kaldı. Bu seçimlerde ayrıca Cumhur İttifakı’nın maalesef dürüstlükten uzak bir seçim propagandası yaptığına ve yer yer Millet İttifakı partilerine ağır iftira niteliğinde olan isnat ve ithamlarda bulunmaktan geri durmadığına da tanık olduk.
Nitekim, maalesef, “Altılı Masa” ne Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı seçilmesini sağlayabildi, ne de Millet Meclisi’nde umduğu çoğunluğu elde edebildi. Bunu söylemekle, bu istenmedik sonucun kusurunun tamamen muhalefete ait olduğunu ima etmiyorum.
Millet İttifakı’nın mevcut şartlarda Cumhur İttifakı’nın seçmen tabanının oy verme davranışını kendisinden yana etkileme şansının düşük olmasının bazı objektif nedenleri var.
Malum, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Tayyip Erdoğan 2018’deki seçime göre 3 puan gerileyerek te olsa yarışı % 49.5 oy oranıyla birinci bitirdi. Bu oy oranı AKP (% 35), MHP (% 10), Yeniden Refah (% 2.8) ve B. Birlik Partisi’nin (% 1) oylarının toplamına denk düşmekte.
Burada ilginç olan, tek yetkili icracı (‘’Başkan’’) olarak görev yaptığı son beş yılda felâket derecesindeki kötü yönetim performansına rağmen Erdoğan’ın bu dönem içindeki oy kaybının sadece % 3 kadar olması, tersinden söylersek, oy veren seçmenlerin yarısının halâ Erdoğan’ı desteklemeye devam etmesi.
Deprem bölgesinde bile (Hatay hariç) Erdoğan’a olan desteğin daha da yüksek olması hepimize şaşırtıcı gelmekte.
Bu durumun açıklanması daha ayrıntılı tahlilleri gerektirmekle beraber, şimdilik kısaca şunları belirtmek kâfidir:
Genel olarak bakıldığında, öteden beri olduğu gibi seçim kampanyası boyunca da, Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın propagandası ağırlıklı olarak hem güvenlik ve beka meselesini milletin ve devletin temel meselesi olarak takdim etmek, hem de bu meselelere muhalefetin duyarsız olduğunu ısrarla vurgulamak üzerinde yoğunlaştı.
Özellikle Erdoğan’ın ana propaganda temalarından biri de, etnik-kültürel kimliğine ve partisinin tek-parti dönemiyle bağlantılı kötü şöhretine referansla kişisel olarak Kılıçdaroğlu’nu düşmanlaştırmak oldu.
Mesele Erdoğan ve ortaklarının kampanyalarını bu temalara dayandırmış olmalarından ibaret de değildir; asıl mesele Cumhur İttifakı tabanının buna inanmaya dünden hazır olmasıdır.
Kamu hayatıyla ilgili bilgi akışının iktidarın elinde tekelleşmiş olmasının da yardımıyla, milliyetçi-muhafazakâr ağırlıklı kitlelerin buna inandırılması hiç de zor olmamıştır.
İktidarın deprem felâketine mukabele etmedeki başarısız performansına rağmen bölgedeki seçmenin Erdoğan’ı desteklemekten vaz geçmemesine gelince, bir kere, bu bölge halkı zaten dünya görüşü ve hayat tarzı ve bunun doğal bir uzantısı olan siyasî tercihleri bakımından Erdoğan’la aşağı yukarı tam bir uyum içindedir.
Bu insanların “Allah’tan geldiği”ni düşündükleri “geçici bir felâket” nedeniyle siyasî tercihini değiştirmeleri zaten beklenemezdi. Kaldı ki, milliyetçi-muhafazakâr kitleler hemen hemen her zaman ‘’Devleti(miz)i’’ affetmeye hazırdır.
İkincisi, aynı kitleler yaşanan aksaklıkları doğrudan doğruya “Reis’”e değil de, onun bilgece kararlarını uygulamakta başarısız olan bürokratik kurum ve mekanizmalara atfetme eğilimindedir.
Cumhurbaşkanlığı yarışında Kemal Kılıçdaroğlu’nun performansına gelince: Kılıçdaroğlu partisinin o zamanki cumhurbaşkanı adayı olan Muharrem İnce’nin 2018’de aldığı % 30.6 oyun 14.5 puan üzerine çıkarak % 45 oranında oy almayı başardıysa da, Erdoğan’ın 4 puan gerisinde kaldı.
Bu arada, cumhurbaşkanı adayı olarak Kılıçdaroğlu’nun aldığı oy CHP’nin aldığı oy oranının (% 25) 20 puan üzerinde gerçekleşmiş bulunuyor. Kılıçdaroğlu’nun oyunun partisinin aldığı oydan yüksek olması elbette onun CHP’nin değil de Millet İttifakı’nın adayı olmasından kaynaklanıyor.
Yine de İttifak tabanının tamamının cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’na oy verdiği kuşkulu. Nitekim İyi Parti seçmenlerinin bir kısmının (tahminen % 3 kadarının) Sinan Oğan’ı desteklemiş olduğu tahmin edilmektedir.
Kılıçdaroğlu’nun toplam oyunun bir kısmı da (tahminen % 7 kadarı) HDP tabanından gelmiş olmalıdır. (Bir kısım muhafazakâr eğilimli Kürt seçmenin de cumhurbaşkanlığı seçiminde Tayyip Erdoğan’a oy vermiş olması muhtemeldir).
Kılıçdaroğlu’na yönelik geri kalan yaklaşık % 6 oranındaki desteğin kaynağının ise Millet İttifakı’nın küçük ortakları ile TİP olduğu anlaşılmaktadır.
Bu duruma göre, 28 Mayıs’taki ikinci tur oylamada başarılı olması, yani Kılıçdaroğlu’nu cumhurbaşkanı seçtirebilmesi için, Altılı Masa’nın bir yandan ilk turda Sinan Oğan’ı desteklemiş olan İyi Parti’li seçmenleri geri kazanması, öbür yandan HDP’nin muhafazakâr tabanından Erdoğan’a oy verdiği tahmin edilen kesimini Kılıçdaroğlu’nu desteklemeye ikna etmesi gerekmektedir.
Bunun kolay bir iş olmadığı açıktır, çünkü bunu sağlamak için milliyetçi-ulusalcılıkla dindar-muhafazakârlığı birleştirmeye çalışan, kendi içinde çelişkili bir söylem geliştirmesi gerekir.
Altılı Masa’nın ikinci turda başarılı olması için izlenebilecek başka bir strateji de şudur:
Kimisi AKP-MHP yönetimine karşı olmakla beraber yılgınlığa veya ümitsizliğe kapıldığı için, kimisi de AKP’den soğumakla beraber muhafazakâr dünya görüşleri yüzünden muhalefetten yana tutum almakta tereddüt ettiği için ilk turda sandık başına gitmemiş olan seçmen kitlelerini Kılıçdaroğlu’na oy vermeye ikna etmek olabilir.
Her halükârda Altılı Masa’nın işi hiç de kolay değildir.
Yukarıda ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.