Kağıt üzerinde bu seçim, Erdoğan’ın 20 yıllık sert iktidarına karşı en ciddi meydan okumaydı.
Türkiye ekonomisi, yükselen enflasyon, düşen lira ve en azından kısmen Erdoğan’ın çılgın ekonomi politikalarının neden olduğu bir hayat pahalılığı krizi nedeniyle darmadağın olmuş durumda.
Hükümetin Şubat ayında Türkiye’nin güneydoğusunda meydana gelen, 50.000 kişinin ölümüne ve 1,5 milyon kişinin yerinden edilmesine neden olan ölümcül depreme karşı beceriksizce verdiği yanıt AKP’nin çok sayıdaki yolsuzluk ve kötü yönetim skandalına eklenince Cumhurbaşkanı için daha fazla sıkıntı yaratmıştı.
Ve uzun zamandır ilk kez, Türkiye’nin parçalı muhalefeti, bloğun cazibesini genişletebilecek ortak bir adayın arkasında birleşmeyi başarmış ve seçmenlere Erdoğan’a karşı güvenilir bir alternatif sunmuştu.
Hakimiyeti azalsa da Erdoğan, Türkiye’nin en popüler lideri olmaya devam ediyor. Ekonomik krizleri, mülteci krizlerini, yolsuzluk skandallarını, protesto hareketlerini ve hatta bir darbe girişimini geride bıraktı.
Kabadayılık söyleminden yararlanma, milliyetçi duyguları körükleme ve kimlik politikaları ile güvenlik kaygılarını kendi lehine kullanma konusunda geniş deneyime sahip yetenekli bir popülist.
İktidarı üzerindeki çoğu bağımsız denetimi (ordu, yargı ve medya dahil) ortadan kaldıran ve cumhurbaşkanlığı yetkilerini genişleten Erdoğan’ın seçim gücü, yayın organlarına hakim olmasıyla, ve hem seçmenleri cezbetmek hem de rakiplerini zayıflatmak için devlet olanaklarını kullanmasına olanak tanıyan görevde olma avantajlarıyla çok daha geniş destek buldu.
Erdoğan ikinci tura kalmamak için gereken %50’nin yarım puan altında kalsa da, 28 Mayıs’taki ikinci turda cumhurbaşkanlığını garantilemek için ezici bir favori konumunda.
Hesap çok basit: Erdoğan Pazar günü cumhurbaşkanlığını doğrudan kazanmaya sadece 275.000 oy uzaklıktayken, Kılıçdaroğlu’nun açığı 2,8 milyon oydu.
Cumhurbaşkanı bu 2,5 milyonluk avantajı ikinci tura taşıyacak.
Bu noktada Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ı yerinden edebilmesi için sadece katılım oranını arttırması ya da en azından koruması değil, aynı zamanda aşırı sağcı milliyetçi Sinan Ogan’ı (%5,2) ve popülist Muharrem İnce’yi (%0,4) destekleyen seçmenlerin neredeyse tamamını kazanması gerekecek.
Böyle bir şey olmayacak.
İnce, oylamadan üç gün önce sürpriz bir şekilde yarıştan çekildi, ancak oy pusulasında kaldı. Destekçilerinin çoğu, ikinci tur için sandığa gitmeyecek olan protest ya da düzen karşıtı seçmenler.
Gitseler bile, 250,000’den az oyla Kılıçdaroğlu’na bir şey kazandıramayacaklar.
Oğan ise 2,8 milyon oyunu hem Erdoğan’dan hem de Kılıçdaroğlu’ndan aşağı yukarı eşit olarak almıştı. Bunlar arasında yer alan, genellikle Erdoğan’ın müttefiki Milliyetçi Hareket Partisi’ne (MHP) ya da iktidardaki AKP’ye oy veren milliyetçi seçmenler, Kılıçdaroğlu’nun başkanlığını önlemek için oylarını iktidardaki partiye verme konusunda hayli motive olacaklar.
Buna mukabil, muhalefetteki Türk milliyetçisi İYİ Parti destekçilerinin Kılıçdaroğlu’nu desteklemek için sandığa gitme olasılığı daha düşük.
***
Zafer kazanacak olan bir Erdoğan, Türkiye’nin demokrasisinin içini boşaltan, ekonomisini bir sepet kutusuna çeviren ve geleneksel Batılı müttefiklerinden uzaklaştıran senaryosunu ikiye katlama konusunda cesaretlenecek.
Cumhurbaşkanı’nın alışılmışın dışındaki ekonomi politikalarındaki ısrarı, er ya da geç sürdürülemez hale gelecek; ülkeyi içinden çıkılması zor bir ekonomik krize doğru itecek.
Yurtdışında ise, Erdoğan, Türkiye’nin küresel nüfuzunu artırmaya çalışırken, Rusya ve Çin ile bağlarını derinleştirerek, uzun süreli müttefikleri olan ABD ve Avrupa’yı hayal kırıklığına uğratıcı hassas denge oyununu sürdürecek.
Artan güvensizlik ve gerilime rağmen Türkiye’nin Batı’ya olan ekonomik ve güvenlik bağımlılığı, ilişkilerin pragmatizm tarafından yönetilmeye devam edeceği anlamına da geliyor.
Erdoğan hem Rusya ile ticareti genişletmeye ve Ukrayna’yı desteklemeye hem de Batı’nın yaptırımlarından kaçınmaya devam edecek. İsveç’in NATO üyeliğini onaylayacak ama bunu ABD’nin kendisine F-16 savaş uçakları satmayı kabul etmesi koşuluyla yapacak. Türkiye’yi NATO’da tutacak ama giderek daha fazla oyun bozucu olarak hareket edecek.
Dış politikaya ilişkin bu yaklaşım, Türkiye’nin “jeopolitik kararsız devlet” olarak rolünü pekiştirmeye yardımcı olacak, ancak aynı zamanda Ankara’yı daha güvenilmez bir müttefik haline getirecek ve yanlış hesaplama riskini artıracaktır.
Rusya ve Çin’de gördüğümüz gibi, gücün aşırı konsolidasyonu, karar alma mekanizmasının merkezileşmesi ve muhalefetin bastırılması kötü politikalar için bir reçetedir. Tartışmasız güç, tartışmasız iktidar demektir.
Üçüncü bir Erdoğan dönemi daha istikrarsız, otoriter ve öngörülemez bir Türkiye getirecek. Eğer 28 Mayıs’ta bir mucize olmazsa, Türkiye’nin geleceği karanlık görünüyor.
Bu yazı Gzsero Media sitesinden kısaltılarak çevrildi. Tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
Yukarıda ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.