Seçim sonuçları bir kesimde coşku, muhalif kesimlerde ise düşkırıklığı, zihin kargaşası ve gitigde koyulaşan bir trauma yarattı. Yorumlar da peşpeşe geliyor. Bunlardan biri, Paris’te Sosyal ve Ekonomik Etüdler Yüksek Okulu öğretim üyesi Prof Hamit Bozarslan’a ait.
Bozarslan, Liberation gazetesinin sorularını yanıtladı.
Erdoğan’ın zaferi sizi şaşırttı mı?
Evet, sonuçlar beni şaşırttı ve dehşete düşürdü. Yorgun, ama değişime ve demokratik dönüşüme hazır bir sivil toplum tarafından yönlendirilen, farklı bir Türkiye’ye inanıyordum. Siyasi çoğulculuk dönemleri yaşamış olsa da, Türkiye hiçbir zaman gerçekten demokratik olmadı. Birinci cumhuriyet yüzyılının ağır mirasından kurtulmayı düşünmesinin zaman alacağı, anlaşılabilir. 1960’lar sonunda Türklerin %80’i Türkiye’yi Batı’dan koruyacak güçlü, maço, babacan bir erkeğin ülkelerinin ihtiyacı olduğuna inanıyordu. Demokratik bir alternatif pahasına güçlü, ilahi bir figüre başvurma refleksi, hala milliyetçileri desteklemekte olan Türkiye’de ortadan kalkmış değil.
Çok partili serbest seçimlerin yapıldığı 1946’dan bu yana, 1973 ve 1977’de “sosyal demokratlar”ın kazandığı iki zafere rağmen, seçimlerin büyük ölçüde muhafazakarların lehine sonuçlandığı unutulmamalı.
“Türk ideolojisi” olarak tanımlanabilecek şey, birçok Türk’ün ülkelerinin iç ve dış tehditler karşısında mutlaka başarmasına şartlanmış görkemli bir misyonu olduğuna inanmasına yol açan, ulusal bir gizeme dayanmakta.
Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak ve böylece Türkiye’nin Batı’dan daha güçlü hale gelmesini önlemek amacıyla başlatılmıştı. Bu hala devlet gücü arzusuna yol açan bir “tarihten intikam” söylemi. Ve bu, özellikle hükümet tarafından belirlenmiş düşmanlara karşı çok şiddetli bir milliyetçi retoriğe dayanmakta.
Muhalefet milliyetçilik konusuna nasıl yaklaştı?
Kaybeden aday Kemal Kiliçdaroğlu’nun etrafinda kurulan koalisyon, Kemalizm, aşırı milliyetçilik ve İslamcılık gibi farkli ideolojileri savunan altı partiden oluşuyor.
Muhalefet seçmene güven aşılamak istedi ve milliyetçilik ile sosyal muhafazakarlığa Erdoğan’ınkine çok benzeyen, ama ondan biraz daha az ikna edici olan bir söylemle karşılık verdi. Muhalefet gerçek bir demokratik ve sosyal alternatif önermek yerine rakibinin güçlü yanlarının peşine düştü. Seçim kampanyası yeni bir fikir ortaya koymadı ve Kemal Kılıçdaroğlu, birçok kişiyi ikna edebilecek bir söylemle; beden ve gençlerin daha özgür olacağı bir toplum tasvir edemedi.
Erdoğan’in yeni görev döneminden ne bekleyebiliriz?
Türk toplumu ekonomik zorluklar, gençlerin umutsuzluğu ve 6 Şubat depreminin yanı sıra, zaman ve mekanda referans noktalarının olmayışı nedeniyle sersemlemiş durumda. Rusya ulusal bir düşman olarak tanımlanırken, şimdi bir müttefik. Aynı tersine dönüş Mısır ve İsrail için de geçerli. Başlangıçta Recep Tayyip Erdoğan’ın destekçisi olan Fethullah Gülen, kendisini “terörist” olarak sınıflandıran propagandanın hedefi haline geldi.
Türk halkının kabul etmekte zorlandığı, ve rejimin fikirlerden yoksun bir söylemle gerekçelendiremediği bunca değişiklik paradoksal bir şekilde Erdoğan’ı güçlendiriyor: Şimdi Erdoğan tek referans noktası haline geldi.
Ekonomik olarak son demlerini yaşayan, ve yaşadığı zorluklara cevap vermekten aciz bir cumhurbaşkanını seçen Türkiye için kendimizi çok karmaşık yıllara hazırlamalıyız.
Artık cumhurbaşkanlığı çoğunluğunun önemli bir parçası olan şiddet yanlısı Ülkü Ocakları gibi aşırı sağcı gruplar, kleptokrasi ile parçalanmış bir devlet tarafından desteklenen “paramilitarizasyon sürecini” devam ettirecekler.
Bu zorluklar yeni demokratik umutlara ilham verebilir mi?
Türkiye, özellikle entelektüel ve sanatsal alanlarda, ülkenin demokratikleşmesi için elzem olan geniş siyasi direnç alanlarına sahip. Özgür ve demokratik bir sivil toplumun gelişmesi için bu dinamiklerin güçlendirilmesi hayati önem taşımakta. Erdoğan İstanbul’u, Ankara’yı ve gençleri geri kazanmak istiyor, ama bence bu çok karmaşık: Çünkü söylemi çok yorgun. Hem ülke içinde hem de cumhurbaşkanına destek veren diasporada direniş ve demokratik eğitim alanları geliştirmek için muhalefetin bu desteğinden faydalanmamız gerekiyor. Ancak bu süreç zaman alacak ve 2030 veya 2040 yıllarını düşünmemiz gerekmekte.
Söyleşinin orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.