Pek çok kişi aday kimlikleri üzerinden eleştiri yaptı. Bence konu adaydan çok ötede görünüyor. Doğru aday elbette etkili olur, ama asıl olarak siyaset bir organizasyon işidir. Rakibin iyi organize olduğu, mahalle düzeyinde bire bir propaganda yaptığı yerde makro politikayla yol alamazsınız.
Politikaya (siyasete) yaklaşımımızı da ekonomide olduğu gibi ikiye ayırarak yapabiliriz: Makro politika, mikro politika.
Makro politika, geniş tabanlı siyaset olarak tanımlanıyor. Bana göre yeterli bir tanım değil bu. O nedenle ben bunu ülke genelini ilgilendiren konularla ilgili politika olarak tanımlamanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Bu tanımlama çerçevesinde bir siyasal partinin ekonomi, laiklik, kadın hakları, demokrasi ve diğer rejimler, din, eğitim, dış politika gibi konulardaki genel yaklaşımları makro politikanın konularını oluşturur.
Mikro politika, bir organizasyon içinde yer alan bireylerin ve grupların, yeteneklerini, amaçlarını gerçekleştirebilmek için kullanmaları eylemi olarak tanımlanıyor. Bunu politikaya uyarladığımızda şöyle bir tanımlama daha uygun olabilir; ülkeye göre daha küçük birimleri ilgilendiren konularla ilgili politikalara mikro politika diyebiliriz. Herhangi bir ilde, kasabada, köyde, mahallede uygulanacak olan politikalar bu gruba girer.
Makro politikayla mikro politika birbiriyle her zaman ve her yerde uyumlu olmayabilir. Örneğin makro politika laiklik, demokrasiyi iyileştirmek, kadın – erkek eşitliğini yüceltmek üzerine kurulmuşken, bu konularla pek ilgisi olmayan insanların yaşadığı herhangi kasabada ya da köyde oranın asıl sorunu olarak görülen suya erişim sorunu, yol yapımı, sosyal yardımlar, ısınmaya yapılan harcamaların yüksekliği gibi konular öne çıkarılabilir.
Siyasal partiler, seçmeni kendi taraflarına çekebilmek için bu iki politikayı birbiriyle dengeli ve uyumlu olarak götürmek zorunda. Tutucu bir kasabada makro politikanın öncelikleri olan laiklik, kadın hakları gibi konuların öne çıkarılması oy kaybına yol açabilir. Söz konusu kasaba, tam tersini savunan insanların çoğunlukta olduğu bir kasaba olabilir. Bu durumda orada bu kavramlardan çok yerel sorunları öne çıkarmak, onların çözümü için çözüm yolları açıklamak akılcı bir yaklaşım oluşturur.
Doğal olarak bunu yapabilmek için önce anketlerle durumu belirlemek sonra sahada olmak ve oralarda yaşayan insanlarla sürekli iletişim halinde olmak gerekir. Bir parti ve üyeleri hakkında yapılan yalan ve yanlı yayınları düzeltmek için televizyonlara çıkmaya izin verilmese de halkla iç içe olacak yerel temsilciler bunları anlatarak doğruları anlatmaya çalışabilir.
Buraya kadar anlattıklarım işin teorik yönüydü, uygulamayı görebilmek için kendi ülkemize, Türkiye’ye, bakmakta yarar var. Türkiye’ye, CHP özelinde bakacağım. Bunun nedeni, son derece ağır ekonomik koşullara, depremlere, yirmi yılı aşkın bir iktidarın normalde yaratacağı bıkkınlıklara karşın millet ittifakının da desteğini almış olan CHP’nin Cumhurbaşkanı adayının seçimi kaybetmiş olması.
Öncelikle millet ittifakının seçimde nerelerde yenilgiye uğradığına bakalım: Ege ve Akdeniz bölgelerinin iç kısımları, Karadeniz, Ankara ve Eskişehir dışında İç Anadolu’nun tamamı, Güneydoğu Anadolu.
Benzer bir durum CHP’nin milletvekili seçimlerinde aldığı oylar için de geçerli. Bu durum geçmiş bütün seçimlerde de aşağı yukarı böyleydi. CHP’nin ve Cumhurbaşkanı adayının gerek milletvekili gerekse cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kullandığı sloganlar hemen hep makro politika konularıydı.
Kamuoyu araştırması yapan kuruluşların bazılarına “CHP’nin yıllardır kazanamadığı İç Anadolu ve Karadeniz bölgelerinde seçmenin talebinin ne olduğu konusunda bir araştırma yaptırıp yaptırmadığını” sordum. Aldığım yanıt olumsuzdu.
Bunun anlamı buralarda niçin seçim kaybettiğini bilmeyen bir partinin buradaki insanlara dönük bir mikro politika programı olmayacağı idi. Oysa her ilin milletvekillerinin il ve ilçelerde sorunları anketlerle tespit ettirdikten sonra bunlara çözüm önerileri getirmesi, yöre halkını dinleyip onların önerilerini Meclise taşıması hayati önem taşıyor. AKP, mesela böyle çalışıyor.
Pek çok kişiden gelen bilgiler bir evde cenaze varsa ve o ev CHP’li belediyenin sınırları içinde olsa bile AKP teşkilatının derhal devreye girip her türlü desteği verdiği yönünde. Bu yaklaşımlar taşrada hatta büyük kentlerin varoşlarında bile çok fazla prim yapıyor.
İç Anadolu’da bir köyde yaşayan insanların laiklikle, kadın – erkek eşitliğiyle ilgisi Mars’a uydu gönderilmesine olan ilgisinden fazla değil. Bu söylemler elbette makro politikanın temelini oluşturmalı ama bunların yanında yerel alanda mikro politikaya da ağırlık verilmeli.
İşte bu noktada kime ne kadar ulaşıldığı önem kazanıyor. ‘Seçimlere Bir de Bu Açıdan Bakalım’ başlıklı yazımda AKP’nin üye sayısının 11,2 milyondan fazla, CHP’nin üye sayısının 1,4 milyona yakın olduğunu gösteren bir tablo paylaşmıştım.
Buna göre CHP için çalışacak her bir üyeye karşılık AKP için çalışacak 8 üye var demektir. Birçok kişi AKP’ye üye olanların bir kısmının iş bulabilmek veya işe girebilmek için zorunluluk altında üye olduğunu ve bu sayının gerçekten kendisini AKP’ye üye hissedenleri temsil etmediğini söylüyor.
Bunu bilemem tabii, olabilir de ama yarısı böyle olsa yine de yirmi yıllık bir parti için bu sayı ne kadar yeterliyse yüz yıllık (ya da 1992’de ikinci kuruluşundan sonraki otuz yıllık) bir parti için o kadar yetersiz bir sayıdır.
CHP’nin önümüzdeki seçimlerde başarılı olabilmesi için makro ve mikro politika ayrımına, yeni üyeler kazanmaya, yerel siyasetin çok daha fazla içine girmeye ve adaylarını da bu çerçevede belirlemeye odaklanması gerektiğini düşünüyorum.
Bu yazı Mahfi Eğilmez’in blogundan alınmıştır.
Yukarıda ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.