Erdoğan’ın kazanması, rejim kadar muhalefetin de çalışması sonucu gerçekleşti.
Muhalefet ve onu destekleyen ilm-i siyaset Erdoğan ve şürekâsının ruh ve şuur hâlini pek hafife aldı.
Cumhuriyetin yüzüncü yılında taçlandırılacak rövanş histerisi, Recep Tayyip Erdoğan’ın Mustafa Kemal Atatürk’ü ikâme etme takıntısı, “Türkiye Yüzyılı” destanı, büyüklük kompleksi… Bütün bu semboller kazanmayı emrediyordu.
Kaybetme durumunda ise, içeride olduğu kadar dışarıda da başlarına gelebilecekleri gayet iyi hesaplayan bu suç makinesi klik, kazanmaktan başka şansı olmadığına inanmıştı.
Erdoğan’ın 2013’te, Mayısta Gezi Kalkışması, Temmuzda Mısır’da hempası Mursî’nin alaşağı edilmesi ve 17/25 Aralık ifşaatı sonrasında nevrinin nasıl döndüğü ve nasıl canavarlaştığı da yeterince tahlil edilmedi.
Hakeza “Anadolu irfanının” ve rejimden beslenen azman kitlenin velinimeti Erdoğan’ı kaybetme kaygısı da dikkate alınmadı.
Sosyal medyayı kuşatmış bulunan yeniyetme “siyaset influencer’larının”, böylesi bir diktatör ile faşist kitlesinin seçimle gelmiş olmalarına rağmen seçimle gitmeyeceklerini anlamaları mümkün değildi elbet.
Sonuçta muhalefetin “Erdoğan mahallesinin” şartsız desteğini okuyamaması, diğer taraftan çoktan iptal edilmiş hukuk devletine olan kör inancı yüzünden seçim kazandırıldı.
İkincisinden başlayalım.
Rejim Mart 2019’da önde gelen büyükşehir belediyelerini kaybettiği günden itibaren 2023 seçimine odaklandı. Her veçhesiyle. Büyükşehirlerin kaybı 2015’ten bu yana yapılan seçim hilelerinin zaaflarını faş etmişti.
Bu sefer sistemi, kazanmak için her türlü hukuk dışı dayatmaya ve açık hileye başvurmaya hazır şekilde baştan aşağıya kuşattı. Öyle ki 2023 seçimiyle ilgili neredeyse istisnasız her karar, yasa, uygulama özünde hileliydi.
Üniversite diploması olmayan Erdoğan, üçüncü defa aday olamayan Erdoğan, seçim bölgelerini rejim partilerine peşkeş çeken ve aksine muhalif partileri türlü tavize mecbur eden seçim sistemi, suçsuz ama yasaklı Kürt siyasetçiler, il ve ilçe seçim kurullarının rejimin kapıkulu hâkimleri tarafından zapt-u rapt altına alınması, YSK’nin salt biatçı hâkimlerle doldurulması, kampanya esnasında yalnız rejime çalışan medya, seçim günlerindeki kolluk tahkimatı, oy pusulalarında enva-i çeşit dalavere, seçim sonuçlarında kotarılan memleket çapında düzmece…
Hile bunların hepsiydi.
Muhalefet göz göre göre gerçekleşen ülke çapındaki bu seçim mühendisliğini hafife aldı. Ölümcül tuzağa balıklama atlamasının temelinde kesinlikle kazanacağına dair aşırı özgüven ve mesnetsiz umut vardı. Yukarıda saydığım bütün hileleri kâh yok saydı, kâh üstelerinden gelirim zannetti. Oynamaya razı olduğu oyunu, girmeye can attığı rekabeti hukuk devleti normlarına uygun ve nizamî farzetti.
Oysa eline aldığı her zar hileliydi.
Hileyi görmezden gelme ısrarının ardında “nasıl olsa kazanacağız” halüsinasyonu kadar memleketin bir hukuk devleti hatta bir demokrasi olduğu romantizmi vardı.
Seçim tertip etmenin demokrasi olmak için yeterli olduğu varsayımından hareketle; çığrından çıkmış hukuk sistemine hâlen kurallar uyarınca işlediği muamelesi yapıldı.
Oysa rejimin son on yıllık icraatı tamamen hukuk dairesi dışında gerçekleşiyor. Nitekim “şu icraat anayasaya aykırı”, “bu karara suç duyurusunda bulunacağız”, “filanca hükmü Yargıtay’a taşıyoruz” şeklinde cereyan eden legalist/hukukçu itirazın hukukdışı sistemde hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Ya da, hukukdışı bir işleyişle sadece hukukî yol ve yordamlarla mücadele edilemez.
Türkiye işte böylesi bir sanal ortamda seçime gitti.
Erdoğan ve rejimin kazanmasının ardındaki esas belirleyici etken, rejimin, muhalefet tarafından geçici farzedilen kitle desteğiydi.
Ekonomici/faydacı bir yaklaşımla Erdoğancı kitlelerin eve ekmek götüremeyince ya da depremde mahvolunca mübarek reislerinden vazgeçecekleri varsayımı pek yaygındı. Hâlâ öyle.
Defalarca işaret ettiğim gibi, Türkiye’nin totaliterleşmesinin ardında 20. yüzyıldaki Alman, İtalyan ve Rus totaliter rejimlerinin ardındaki ekonomik, politik ve sosyal altüst oluşlar yok. İktisadiyat mühim ama belirleyici değildi. Nitekim buradaki totaliterleşme dünyanın gözbebeği, AB adayı, model ülke, yatırım cenneti Türkiye’den neşet etti.
Kökü, yüzyıl önce gerçekleştirilen etnik-dinsel temizliğin yarattığı ahlâkî ve hukukî çöküşe kadar giden bu istisnaî durum, lâyıkıyla değerlendirilemedi.
Reich’a atfen “faşizm arzusu” olarak da tanımlanabilecek sözkonusu toplumsal davranış, bugün herkesin hayret ettiği gibi, başına ne felâket gelirse gelsin faşist reisine biattan milim şaşmayan bir kitleyle tecelli ediyor.
Unutmayalım: Bu hoyrat, kindar ve mesut kara kalabalık Erdoğan ve rejim tarafından eziklikten kurtarıldı, muktedirleştirildi.
Muhalif çevreler geçen Pazardan bu yana adaylarının yanlışlığı, doğruluğu üzerinden kısır bir tartışma içerisinde. Yukarıda saydığım koşullar çerçevesinde başka bir adayın da başına aynı şeyler gelirdi.
Kaldı ki muhalefet, rejimin tam aksine, siyaset yapmaya seçim ortamıyla başladı. Memleketin kadim marazlarından “seçimden seçime siyaset” üzerine Nisanda yazdım. Rejim bütün siyaset alanını kuşatmışken muhalefet yeni ve alternatif politikalar üretmek yerine, vekil maaşını cebe atıp icraata homurdanıp durdu beş sene.
Seçim vakti gelince de başta Kürt meselesi olmak üzere memleketin kangrenleşmiş sorunlarına kalıcı çözümler üzerinde ortaklaşmada doğal olarak çuvallayıp tek bir “politikayla” seçime girdiler: “Recep Tayyip Erdoğan’ı tıpış tıpış yollamak”.
Olamazdı, olmadı.
Yukarıda ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.