Türkiye’de yapılan cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri’nden Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın önde çıkması sonrası muhalefetten özeleştiri bekleniyor.
Seçimlerde hedeflenen vekil sayısı konusunda geride kalan ve 2018 seçimlerinin çok gerisinde bir oy oranı elde eden Yeşil Sol Partisi çatısı altında seçime giren HDP’de ise ilk kopuş, altı yılı aşkın süredir cezaevinde bulunan HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’tan geldi. Partisini amatör bir seçim kampanyası yürütmekle eleştiren Demirtaş, “Aktif politikayı şu aşamada bırakıyorum” açıklamasıyla gündeme oturdu.
Artı Gerçek‘ten İrfan Aktan’ın sorularını yanıtlayan Demirtaş, nedenlerini, bundan sonra ne yapacağını ve HDP için önerilerini anlattı.
– Erdoğan hapisten çıkamayacağınızı söylerken taraftarları “Selo’ya idam” sloganı attı. Bu sloganı duyduğunuzda ne hissettiniz?
Açıkçası hücre arkadaşım Selçuk Mızraklı ile birlikte o tabloya güldük ve o güruha acıdık. Liderleriyle birlikte Saray’ın bahçesinde Orta Çağ görüntüsü veren bir acziyete acımak dışında yapacak bir şey yok.
– 14 Mayıs akşamı seçim sonuçları netleşmeye başladığında ne hissetmiş ne düşünmüştünüz?
Tam olarak o sonuçları beklemiyordum. Yeşil Sol Parti’yi de Kılıçdaroğlu’nu da daha yüksek bekliyordum. Sonuçlara hem üzüldüm hem de muhalefetin seçim akşamı verdiği dağınık görüntüye öfkelendim.
– Peki 28 Mayıs akşamında?
Sonuç çok şaşırtıcı değildi. Kılıçdaroğlu seçimi kazandı aslında. Fakat başta hileler, sonra da yurt dışı oyları ve sonradan vatandaş yapılanların oyları gibi faktörler eklenince bu tarihi seçimi resmi olarak Erdoğan almış oldu. Yaşananların seçimle, demokrasiyle, halk iradesinin sonuçlara yansımasıyla uzaktan yakından ilgisi yok. Olanlar tümüyle bir operasyondu.
– 28 Mayıs sonrası genel kanaat, iktidarın Kürt siyasetine yönelik baskılarının hiç olmadığı kadar sert olacağı yönünde. Sizce iktidar, elindeki araçlarla bundan sonra ne yapabilir?
Doğrusu uygulanmayan bir tek toplu katliamlar kaldı, herhalde onu da göze alacak değiller. Fakat kaba şiddetin yanına seyreltilmiş kültürel soykırımı da ekleyeceklerdir. Özellikle HÜDA PAR aracılığıyla toplumun hücrelerine kadar nüfuz etmeye odaklanacaklardır. Kürtlerin de buna her zamankinden çok direnmeyle ve ideolojik mücadeleyle yanıt vermeleri gerekecek.
– Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilememesinin kısa, orta ve uzun vadede Türkiye açısından sonuçları ne olur?
Daha fazla otoriterleşen, yoksullaşan, kamplaşan, dışarıya daha da bağımlı bir Türkiye göreceğiz.
– Dışarıda olsaydınız mevcut tablo karşısında nasıl bir muhalefet stratejisi izlerdiniz?
Benim bir mucize formülüm yok, bir kurtarıcı da değilim ama tabanımızın önüne somut hedefler koyup kitleleri heyecanlandırarak ayağa kaldırmakta katkılarım olabilirdi. Cezaevinden ancak sosyal medya ve diğer medya aracılığıyla katkı sunabiliyorum. Bu da eksiklere, yetersizliklere yol açabiliyor. Biri de bunu sosyal medya fenomenliği olarak tanımlayabiliyor, sanki amacım buymuş ve elimde başka imkan varmış gibi!
– Peki size yönelik “popülist siyaset yapıyor” eleştirilerine yanıtınız nedir?
Popülist siyasetle HDP’nin ilkelerini görünmez hale getirdiğim eleştirilerine saygıyla yaklaşıyorum. Popülerlik ile popülistliği birbirine karıştıranları bir kenara bırakarak tüm bu eleştirilere anlam biçiyorum. Kendi açımdan bu saatten sonra zorlamanın bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Arkadaşlarım bunu ısrarla söylüyorlarsa bir bildikleri vardır ve artık kendilerinden üstün bir performans beklemek de hepimizin hakkıdır.
– Bundan sonra siz ne yapacaksınız? Nasıl bir siyaset yürüteceksiniz?
Aylar önce Genel Merkezimize, sonuçlar ne olursa olsun seçimlerden sonra aktif siyasi çalışma yürütmeyeceğimi belirtmiştim. Halen aynı düşüncedeyim. Dışarıda canla başla mücadele eden tüm yoldaşların, bu süreci özgücümüzle ve başarıyla tamamlayacağına inanıyorum ve bu konuda hepsine güveniyorum. Partimize yönelik eleştiri ve önerilerim tümüyle iyi niyetli, yapıcı ve katkı sunma amaçlıdır. Hiç kimse, eleştirilerimi HDP’yi yıpratmak için kullanmaya kalkmasın. Ben HDP’liyim ve öyle de kalmaya devam edeceğim. Bunu herkesin iyi bilmesini istiyorum.
– Ekonomik sorunlardan otoriter rejime, gençlerin vaziyetinden yoksul kitlelerin haline, deprem enkazından dış ilişkilere kadar, Türkiye’nin durumu malum. Sizce bu tabloya rağmen AKP nasıl oldu da yüzde 35 oy alabildi? Özellikle muhalefetin Z kuşağına dair beklentileri çok yüksekti ama bu beklenti de tam karşılanmış görünmüyor. 14 Mayıs sonuçlarını tüm bu vaziyeti göz önüne alarak nasıl açıklıyorsunuz?
Bu seçim daha en başından eşitsiz, adaletsiz ve gayrimeşru bir zeminde yürüdü. AKP devletin tüm olanaklarını yalan, iftira, karalama, baskı, engelleme için kullandı, sandıklarda şaibeli müdahaleler oldu. Son yedi yılı tam bir otoriterizmle geçirmiş Türkiye’de demokratik bir yarışın koşulları zaten yoktu. Dolayısıyla ortaya çıkan sonucun meşruiyeti hep tartışmalı olacak. Muhalefet, bu gerçeği bilmesine rağmen hep karşısında normal bir iktidar varmış gibi davranarak, rejimi meşrulaştırarak büyük hatalar yaptı. Yine, HDP’nin kriminalize edilmesini peşinen kabul ederek iktidarın değirmenine adeta su taşıdı. Karşınızdaki, olağan dışı yöntemler kullanarak seçim yerine operasyon yaparken siz ancak söylemde ve pratikte buna karşı olağanüstü yöntemlerle mücadele ederek başarı sağlayabilirsiniz.
– Peki bunun için ne yapılabilirdi?
Mücadeleyi de toplumsallaştırarak seçime kadar getirmek gerekiyordu. Yoksa son bir-iki ayda yapılacak seçim kampanyasıyla yedi yıllık toplumsal mühendislik operasyonunu alt etmek mümkün değil. Aslında halkın çoğunluğu değişimden yanaydı fakat bu değişim isteği bir toplumsal harekete dönüştürülemedi, siyasi partilere sıkıştırılıp oradan sonuç alınmak istendi.
-14 Mayıs seçimlerinde Yeşil Sol Parti’nin elde ettiği sonuç HDP Eş Genel Başkanları tarafından da başarısızlık olarak değerlendirildi. Bu sonucun arkasında üç temel unsur olduğu söyleniyor. HDP’ye yönelik baskılar, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın iki ayrı parti olarak seçime girmesi ve Yeşil Sol Parti’nin milletvekili aday listeleri. Siz bu değerlendirmeye katılıyor musunuz? Bu sonuç engellenebilir miydi?
Öncelikle şunu belirteyim, dünkü yazımda ve bu röportajda yaptığım eleştirileri daha önce defalarca partimizle paylaştım. Yani ilk defa şimdi ifade etmiyorum. Elbette HDP’ye çok yönlü saldırılar, büyük baskılar var. Bunlar her dönemde oldu. En rahat olduğumuz düşünülen 7 Haziran 2015 seçimlerinde Adana ve Mersin il örgütlerimize eş zamanlı bombalı saldırılar düzenlendi, mitinglerimize organize saldırılar yapıldı, Diyarbakır mitingimiz bombalandı, arkadaşlarımız katledildi. Kıyaslamak için değil, böyle bir hakikat de olduğu için hatırlatıyorum sadece.
Emek ve Özgürlük İttifakı’nı aslında ayrı bir başlıkta ele almak gerekir. Kuruluş amacı, ilkeleri ve hedefleriyle heyecan verici olmasına rağmen, ne yazık ki kağıt üzerinde kaldı. Bazı bileşenler böyle bir ittifak yokmuş gibi ta başından beri ayrı davrandılar, ayrı çalıştılar. İş gidip gelip adaylıklara ve ayrı liste tartışmalarına kilitlendi. O süreçler de iyi yönetilemediği için son derece yıpratıcı tartışmalarla hem motivasyon kaybına hem de çok değerli zamanların kaybına yol açtı.
İttifak fikri de stratejisi de çok değerli, çok önemli olmasına rağmen bütün taraflar süreç yönetimindeki başarısızlık nedeniyle ciddi derecede zararlara yol açtılar. Bu konuda herkesin sağlıklı bir özeleştiri yapması ve bu olumsuz deneyimden dersler çıkarması gerekiyor. Ayrıca Kürt partileriyle ittifak da yeterince önemsenmedi ve orada da önemli bir sonuç elde edilemedi. Oysa Kürt ulusal ittifakı da stratejik önemdedir ve HDP’nin temel ilişki ağlarından biridir. Bu alanlardaki eksiklerin de mutlaka giderilmesi gerekiyor.
– Aday listeleri hakkındaki görüşünüz nedir?
Listelerin oluşturulmasında belli bir yöntem eksikliği olduğu, halkın beklenti ve önerilerinin dikkate alınmadığı eleştirileri var. Bu eleştirilerin ciddiyetle ele alınması ve tüm yerellere izahatta bulunarak samimi bir özeleştiri verilmesi gerekir. Adaylarımızın ve seçilen arkadaşlarımızın hepsi de çok değerli, kıymetli yoldaşlardır fakat mesele onların kişiliğinden bağımsız bir iç demokrasi meselesidir. Bunca deneyimimize rağmen halen halk demokrasisini ve demokratik toplumu önemsememek teknik bir eksiklikten öte ideolojik sapmadır. Bunun sorumlusu da en başta parti yönetimidir. Seçim dönemi siyasetinin de zaaflarla dolu olduğunu düşündüğümüzde yönetimimiz ne yazık ki ciddi yetmezliklere düşmüştür. Bence tüm bu süreç için halka bir özür, özeleştiri borçları var. Ayrıca ben de kendimi bu sorumluluğun dışında tutmuyorum. Kendimi sorumlulardan biri olarak kabul ediyorum elbette.
– Peki size göre bu süreçten nasıl bir ders çıkarılması gerekiyor?
Bu süreçten çıkarılacak derslerle yerelden başlayarak hızla büyük kongrenin toplanması ve yönetimde değişiklikle birlikte taze kana ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Gördüğüm kadarıyla halkımız da Eş Genel Başkanlar başta olmak üzere parti yönetiminden bu olgunluğu ve sorumluluğu bekliyor.
– 2015’ten beri devam eden yoğun baskılar karşısında HDP’nin yapabilip de yapmadığı ne var?
Bence taktik hamlelerdeki eksikleri, hataları tartışmadan önce şunu netleştirmemiz lazım; Kürt siyasi hareketi yoğun tutuklamalar, sürgünler ve baskılar nedeniyle çok ciddi bir kadro erozyonuna uğradı. İl ve ilçe örgütlerinden Genel Merkeze, Kadın ve Gençlik Meclislerine kadar tüm alanlarda ciddi bir nitelik zayıflaması oldu. Özverili ama deneyimsiz arkadaşlar ellerinden geleni yaptılarsa da yeterli olamadı. Yani yapılması gerekenler apaçık ortada ama yapabilecek nitelikli kadro yapısından yoksunuz. Bu nedenle, Kürt siyasi hareketinin yapması gereken en önemli şey yeni bir söylem, eylem ve örgütlenme modeliyle, niteliği geri çağırmak olmalıydı. Kürt hareketi, artık vasata prim veren tarzı bırakıp binlerce nitelikli insanı göreve çağıran bir modeli hayata geçirmelidir. Çünkü genç, kadın, işçi, köylü, işsiz, öğrenci, orta sınıf dahil tüm kesimlerden nitelikli katılım olmadan mücadelede hamle ve yenilenme kolay olmayacak. Bizim cesur ve nitelikli siyasi kadrolarla başaramayacağımız hiçbir şey yok. Bence HDP’nin en temel eksiği bu. Bu giderilirse gerisi kolaydır. Ama bunun giderilmesi de yeniden yapılanma hamlesinin samimiyetine, başarısına bağlı. Özetle, yeniden yapılanmayı temel gündem yapmalıyız.
– Seçimden önce Gültan Kışanak’ın TİP’e yönelik “ortak listeyle seçime girme” çağrısını siz de desteklemiştiniz ama bu çağrınız karşılık bulmadı. Genel olarak TİP’in bu süreçteki politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ortak listeyle seçime girilseydi sonuç çok farklı olur muydu?
TİP’in kararı yanlıştı, halen yanlıştır. Devrimci, öncü siyasetin görevi kitlesini değiştirme, dönüştürme iddiasında ısrar etmektir. Erkan Baş’ın beni ziyaretinde de öncesinde de bu görüşlerimi kendilerine iletmiştim. “Kürtlerle yan yana durmazsak oy alabileceğimiz kesimler var” deyip alacağınız oylar, neyi ne kadar çözmeye ve dönüştürmeye yarar ki? Kürt sorunu trafik sorunu değil ki ‘’bu cadde tıkalı, öbür yoldan gidelim’’ diyebilesiniz. Kürtleri ve Kürt halkının ulusal taleplerini ıskalayıp, görmezden gelip Türkiye’nin hangi sosyal, sınıfsal, siyasal soruna kalıcı çözüm üretebilirsiniz ki? TİP bunları en iyi bilen partilerden biri olmasına rağmen gerçeğe sırtını dönmeyi tercih etti. Yanlış yapıldı. Umarım bunun telafisi için herkes çok samimi bir çaba sarf eder, etmelidir.
-Seçimden sonra bazı Kürt çevreleri, artık Türkiyeli sosyalistlerle birlikte yol yürünmemesi gerektiği yönünde değerlendirmeler yaptı. Sizce bundan sonra Kürt hareketi nasıl bir hatta ilerlemeli, ne yapmalı?
HDP’nin sadece seçim dönemlerinde sosyalist partilerle ittifak arayışında olmaması gerekir. Mücadele birliği çok daha anlamlı ve önemli. Bundan sonra da siyasi ittifak yerine mücadele ortaklığı esas alınmalı. 1 Mayıslardan Newrozlara, grevlerden protesto yürüyüşlerine kadar her yerde ortak mücadele yürütülmeli. Seçim ittifakına sıkışan birliktelikler yarardan çok zarar getiriyor çünkü. HDP’de bileşen kotası, kontenjanı ve benzeri uygulamalara son verilmeli. Bu, HDP’li kimliğini oluşturmak için de gerekli. Tüm bileşenler mücadele birliği yapar, seçim zamanı da herkes ön seçime girer, Genel Merkezin az sayıda kotası olur, gerisi halk tarafından belirlenir. Bu çok daha demokratik ve halkçı bir yöntem. Bu yöntem genel seçimlerde de yerel seçimlerde de uygulanmalı. Dışarıdayken de bunları savunuyordum, halen aynı düşüncedeyim.
–Yeşil Sol Parti’nin milletvekili aday listelerinin, yereldeki bazı itirazlara rağmen merkezden belirlemesinin mevcut sonuçta etkili olduğunu düşünüyor musunuz? Sizin bu konuda partinizle herhangi bir istişareniz oldu mu? Başka türlü bir yöntem, başka türlü bir sonuç yaratır mıydı?
Elbette başarısızlığın nedenlerinden biri, yerelin yeterince gözetilmemesi. Aday belirleme yöntemiyle ilgili, Genel Merkez ile herhangi bir istişaremiz olmadı. Az önce de belirttiğim gibi, Genel Merkeze sınırlı bir kota ayrılması ve adayların çoğunun ön seçimle belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Elbette ön seçimin de çeşitli sorunları var, o sorunları en aza indirecek çalışmalar yapılması gerekir. Ön seçimle belirlenecek belediye başkanı ve milletvekili adayları, yerelin tercihi olacaklarından çok daha güçlü çalışmalar yürütürler. Şayet bu yöntem benimsenseydi bazı yerlerde daha fazla milletvekili çıkarabilirdik ama tamamen bambaşka bir sonuç olur muydu, onu bilmek mümkün değil.
-Seçim çalışmaları sürecinde HDP’yle yoğun bir temasınız oldu mu? Seçim kampanyasından cumhurbaşkanlığı adaylığına ve milletvekili listelerine kadar, çeşitli konularda sizinle istişareler yapıldı mı?
Avukat arkadaşlarım düzenli ziyaretler yaptıkları için partimizin Genel Merkezi ile iletişimde teknik bir sorunumuz olmuyor. Ancak sanırım Genel Merkezin yoğunluğu nedeniyle zaman zaman bizi bilgilendirme konusunda eksiklikler yaşanıyor. Özellikle seçim dönemlerinde bu eksiklik daha fazla olabiliyor.
-HDP Eş Genel Başkanları 14 Mayıs sonrası tablo karşısında özeleştiri yapacaklarını söyledi. Sizce bu özeleştiri ne ve nasıl olmalı?
Her şeyden önce ben dahil hepimiz fedakar, emektar, yurtsever halkımıza amasız fakatsız bir özür borçluyuz. Halkımız elinden gelenin fazlasını yaptı, biz etkili politikalar ve taktikler geliştiremedik. Samimi ve özlü bir özeleştiri vermek zorundayız. Ben kendi adıma, halkımıza layık bir politika ortaya koyamadığımız için içtenlikle özür diliyorum. Pratikteki çabalarımla bu eksiklikleri giderme sözü veriyorum. Ayrıca, bana yönelik yapıcı eleştirilere teşekkür ediyorum. Eleştirilerden yararlanmaya çalışacağım. Mücadeleyi cezaevinden her yoldaşım gibi dirençle sürdürürken, aktif politikayı bu aşamada bırakıyorum.
-Yani HDP’den istifa mı ediyorsunuz?
Tartışmalar bir kez daha hatalı bir zeminde yürütüldüğü için şunu ekleme ihtiyacı hissediyorum; ben ne HDP’den ne de herhangi bir görevden istifa ediyorum. Güncel, aktüel siyasete müdahil olmayacağımı ve bu çerçevede aktif politikayı bıraktığımı belirtiyorum.
Partimiz HDP’nin de tüm yerellerde kapsamlı, geniş katılımlı halk toplantıları alarak bu özeleştiri sürecini işletmesi gerekiyor. Bu toplantılar aynı zamanda halkın görüş, öneri ve eleştirileri alınarak büyük kongreye gidişin de bir altyapısı olmalı. Bize en çok lazım olan şey, parti içi demokrasi. Parti içi demokrasi azaldığında sapmalar ve hatalar peş peşe geliyor.
-Parti içi demokrasiyi sağlamanın yolu ne?
Demokrasiyi işletebilmek için artık yeni mekanizmalar ve parti içi kurumlar oluşturmak zorundayız. İletişim teknolojisinin geldiği aşama, cep telefonlarından süreçlere katılımı, denetlemeyi mümkün hale getirmişken artık delege sistemine son verip tüm kademelerdeki yönetimlerin doğrudan halk tarafından, parti üyeleri tarafından seçilmesini sağlamalıyız. Parti, önemli kararları da bu yöntemle mutlaka halkın onayına sunmalı. Halk istediği her anda ve her yerde partiyi denetleyebilmeli, sorgulayabilmeli. Bunun imkanlarını yaratmak zorundayız. Yeni yönetimimiz ilk iş olarak bunu önüne koymalı. Bu yapılmadıkça ilerlememiz mümkün değil. Çünkü partimizin gerçek ve tek sahibi halktır, o halde bırakalım da halk partisini yönetebilsin, siyaset yapabilsin. HDP’nin kuruluş paradigması hayati derecede önemlidir, pratikte bunu boşa çıkarmak ciddi bir sapmadır. Dışa karşı demokrasiyi savunurken içte dar bürokratik, grupçu yaklaşımlar HDP siyasetinde olamaz, olmamalıdır. Bu sadece bir eksiklik değil, aynı zamanda suç pratiğidir. Herkesin bunu bilerek hareket etmesinde yarar var.
-Emek ve Özgürlük İttifakı, aday çıkarmama kararını nasıl aldı? O süreçte ne tür tartışmalar yaşandı? Sizin görüşünüz, öneriniz ne yöndeydi?
Cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışmaları başlamadan önce ben Genel Merkezimize, Cumhurbaşkanı adayı olmaya hazır olduğumu ve seçimi ikinci tura bırakıp o aşamada demokratik hamlelerle daha fazla katkı sunabileceğimizi belirttim. Ayrıca, benim adaylığım partimizin de oy oranını artırabilir dedim. Aslında siyasi yasağım yoktu ama ola ki Yüksek Seçim Kurulu adaylığımı reddetse bile sonrasında çıkaracağımız adayın tabanımızın sahiplenmesinin daha kolay olacağını belirttim. Fakat bu önerim, herhangi bir gerekçe sunulmadan reddedildi. Gerekçesini halen bilmiyorum. Bu tartışmalar sürerken deprem oldu ve sonrasında aday çıkarmamaya doğru evrildi süreç. Bu karar da Genel Merkez ve ittifak bileşenlerince ortak alındı. Bana da öncesinde bilgi verildi, elbette bu kararın arkasında durduk.
-Erdoğan seçim sürecinde sık sık sizin isminizi (Selo) andı ve sizi hedef gösterdi. İktidarda oldukları sürece sizin hapisten çıkarılmayacağınızı söyledi. Erdoğan’ın Demirtaş karşıtı söylemine siz ve partiniz yeterli yanıtlar verebildiniz mi?
Erdoğan, direnen Kürt halkını hedef almanın bir yolu ve Kürt karşıtlığını kodlamanın bir yöntemi olarak “Selo”yu kullanıyor. Açıkça Kürt demek yerine Selo demiş oluyor yani. Erdoğan son üç seçimi de benim ismim üzerinden Kürtlere karşı bir karalama kampanyası şeklinde yürüttü. Ondan beklenen de farklı olmaz herhalde. Ben buradan kendisine, hak ettiği cevap verme imkanına sahip değilim. Dışarıdaki arkadaşlarım ise son günlerdeki birkaç kısa tweet hariç, neredeyse hiç cevap vermediler. Bu gerçekten ilginç bir durum. Ancak Kürtler, Erdoğan’a hak ettiği cevabı fazlasıyla verdi. Halkımızın mücadeleye, kendi değerlerine sahip çıkmaktaki kararlılığı gerçekten çok değerli ve saygıdeğer. Bu konuda halkımıza hep borçlu olacağım.
-Daha önceki bir söyleşimizde de sormuştum; hapisten ne zaman çıkabileceksiniz?
Hakkımda zaten verilmiş tahliye kararları var, bu kararlar ancak hukuk işlediği gün uygulanacak herhalde. O günün ne zaman geleceğini de mücadelemiz belirleyecek.
-İçişleri Bakanı, 23 Mayıs günü Twitter hesabından paylaştığı bir TV konuşmasında şöyle diyor: “Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk siyasetinin en önemli attığı adım, son yıllarda bu konudaki, HÜDA PAR adımıdır. Bak bundan 10 yıl sonra göreceksiniz, HÜDA PAR adımının hangi stratejik adımla atıldığı ve kimlerin önünü tıkadığı ve Türkiye’de bu adımla beraber Doğu ve Güneydoğu politikasında muhafazakârlık aksının tekrar nasıl devreye gireceği ve Türkiye’nin bir kesiminin olduğu gibi… Bu öyle stratejik bir adım oldu ki, bu HÜDA PAR adımı; niteliği, sayısı, yani yüz bin olur, yüz elli bin olur, iki yüz bin olur, iki yüz elli bin olur, hiç önemli değil. Bazı adımlar devletler açısından, ülkeler açısından nicelik değil, nitelik adımlarıdır… Burada Türkiye Cumhuriyeti devleti çok önemli ve stratejik bir adım atmıştır. Ve bunun faydasını Türkiye’de on yıl sonra, ‘bunu Süleyman Soylu diye bir fani söyledi’ diyecekler. Ama bunu Tayyip Erdoğan yaptı.” Sizce Soylu neden devletin HÜDA PAR planını açıkça ilan ediyor?
Süleyman Soylu bu demeciyle devlet içi ve dışı tüm yapılara “HÜDA PAR’dan korkmayın, kendileri devletimizin aparatıdır, çekinmenize gerek yok” demeye getiriyor. HÜDA PAR’dan ürküp Erdoğan’a oy vermekten cayabilecek ulusalcı, milliyetçi, ırkçı çevrelere de garanti veriyordu aslında. Tabii aynı zamanda Kürt siyasal hareketine de açık bir tehdit mesajı göndermiş oluyor. 90’lı yıllardaki operasyonların 2023 versiyonuna hazırlandıklarını açıkça söylüyor ki bu da korkutma, sindirme amaçlı. Zaten uzun yıllardır Kürt coğrafyasında bürokrasiye HÜDA PAR yerleştiriliyor, devlet imkanları HÜDA PAR’in hizmetine veriliyor. AKP’nin yıprandığı için giremediği yerlere Kürt kimliği kullanılarak HÜDA PAR eliyle girilmeye çalışılıyor.
Bizim Kobani Kumpas Davası içeride tutulmamız da HÜDA PAR’a alan açmanın yol vermenin amaçlarından biri. Süleyman Soylu açıkça, HÜDA PAR’ın bir devlet aparatı olduğunu söylerken HÜDA PAR’dan buna itiraz gelmiyor. HÜDA PAR’da iyi niyetle siyaset yapanlar bilmeli ki, bu politika kendilerine de Kürtlere de kazandırmaz. Tarihimiz bunun gibi hatalarla dolu; ders çıkarmaları gerekir. Kürdü Kürde kırdıran hiçbir politika hayır getirmez. Doğru olan politika, tüm Kürtlerin el ele vermesidir. Diyalog ve istişare içinde, Kürtlerin hakları için yan yana durmasıdır.
Peki HÜDA PAR’a vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Bey’i avukatlık yıllarımdan tanırım, kendisine şunu belirtmek isterim: Kürdün eli, Saray’ın bahçesinde bir Kürt siyasetçi için idam sloganları atılırken tuttuğunuz Mustafa Destici’nin elinden kıymetsiz değil. Bugün gidip tutmanız gereken el, Meclis’te HDP’lilerin elidir. Hiçbirimiz artık kirli oyunlara prim vermeden halkımızın çıkarlarına odaklanmalıyız. Umarım bu mesajlarım, tarihsel önemi itibarıyla karşılık bulur.
– Soylu’nun açıklamasını sorduğumuz Prof. Hamit Bozarslan şöyle bir tespitte bulunuyor : “Bu planda iki önemli hedef var. İdeolojik hedefte Kürt toplumunun muhafazakârlaştırılması ve buradan yola çıkılarak HDP ve geleneğinin yok edilmesi, Kürt toplumunda özellikle kadınların aldığı rolün, elde ettikleri konumun yerle bir edilmesi bulunuyor. Bunun mümkün olup olmadığını şu anda kestirmek mümkün değil ama Kürt hareketi bunu bir uyarı olarak almalı.” Bu “uyarı” karşısında Kürt hareketi ne yapmalı, ne yapabilir? Sizce Kürt toplumunun muhafazakârlaştırılması planı tutar mı?
Bu öyle basit bir plan değil tabii. Kapsamlı bir çöktürme planının yeni aşaması. Çok yönlü ve çok boyutlu saldırının sadece bir ayağıdır bu söylenenler. Tabii ki Kürt hareketi deneyimleri, birikimleri ve kurmay zekasıyla tüm bu planlara karşı kendi direniş planını ortaya koyacaktır. Elbette halkımızın inancı, yaşam tarzı, ibadeti, hassasiyetleri; kimliğinin parçasıdır. Buna sahip çıkmak hepimizin görevidir. Ancak dinin, iktidar ve devletin hizmetine sunulmasına da karşı çıkacağız. Kürt halkı İslam’ı devletten öğrenmedi, devlete peşkeş çekilmesini de kabul edemez. Kürt halkı da bu konuda şerbetlidir, dirençlidir. Kültür ve sanattan basına, siyasal alandan kadın ve gençliğe, ekonomik sahadan yerel yönetimlere kadar her yerde zaten dehşet bir saldırı yıllardır kesintisiz sürüyor ve tüm barbarlığına rağmen sonuç alamıyorlar, yine alamayacaklar. Sonuna kadar ve tüm gücümüzle direneceğiz, hepsini boşa çıkaracağız.
– Bozarslan aynı söyleşimizde şu tespitlerde bulunuyor: “Muhalefetin kendisinin demokratik bir perspektife sahip olamaması, iktidara iktidarınkiyle aynı dilde cevap vermeye çalışması… ‘Biz de muhafazakârız, biz de milliyetçiyiz’ söylemi, başarıyı ıskalatan önemli unsurlardan biriydi. Hannah Arendt’in de altını çizdiği gibi, size hangi sıfat yakıştırılarak saldırılıyorsa, kendinizi ancak o sıfatla savunabilirsiniz. Eğer size, örneğin Alevi olduğunuz için saldırılıyorsa, kendinizi ancak Alevi olarak savunabilirsiniz. Bunu da yapabilmek için Aleviliği meşrulaştırarak yola çıkmalısınız. Eğer size LGBTİ olduğunuz için saldırılıyorsa, ‘hayır efendim biz muhafazakârız, biz Türküz’ filan diye kendinizi savunamazsınız. Eğer size Kürt olduğunuz için saldırılıyorsa, ‘bağışlayın ama biz de Türküz’ diyerek kendinizi savunamazsınız. Eğer size ateist olduğunuz için saldırılıyorsa, ‘evet ama biz dine saygı gösteriyoruz’ diye kendinizi savunamazsınız. Çünkü size yönelik saldırı, karşı tarafa saygı gösterip göstermemenizden değil, doğrudan varlığınızdan kaynaklanıyor. Bir kadına mini eteği yüzünden saldırılıyorsa, o kadın ancak mini eteğiyle savunulabilir. Saldırıya uğramamak için mini etek giymeyen bir kadın, artık mini etekli bir kadın değildir. O halde karşı taraf mini etekli birini yok etmiştir. Saldırıya uğramamak için yok olmak mı, gizlenmek mi, görünür olmaktan çıkmak mı, yoksa varlığını sürdürmek için direnmek mi? Maalesef Türkiye’de muhalefetin genel olarak bu bilince varması şu veya bu nedenle mümkün olamadı. İttifaklar da bunu mümkün kılamadı. Başkanlık sistemini oluşturan anayasa değişiklik paketinin barındırdığı en tehlikeli nokta sanırım ittifak zorunluluğuydu. Belki de artık siyaseti ittifaklar dışında, hatta siyasi partiler dışında düşünmek gerekiyor. Yarınki siyasi hareketlerin ne olabileceği sorusu üzerine kafa yormalıyız.” Bozarslan’ın bu değerlendirmelerinin üstüne, özellikle “yarınki siyasi hareketlerin ne olabileceği” sorusuna nasıl bir yanıt eklersiniz?
Hamit Hoca çok değerli tespitlerde bulunuyor. Kendisine selamlarımı, saygılarımı iletiyorum. Umarım tüm muhalefet, özellikle bizim arkadaşlar o röportajı dikkatle okurlar. Çünkü artık başka bir aşamaya geçildi Türkiye’de. Bizim de toplumsal, siyasal mücadeleyi hızla örgütlememiz, buna öncülük etmemiz gerekiyor. Yani partilere ve Meclis’e sıkışan muhalefet anlayışı hızla terk edilip mitingden yürüyüşe, grevden boykota kadar tüm sivil siyasi mücadele yöntemlerini öne çıkaran toplumsal mücadeleyi esas almalıyız. Ben ve cezaevlerindeki binlerce arkadaşımızın direnişinin temel dayanağı halkımızın mücadelesidir. Halkımıza çok teşekkür ediyorum. Halkımızın mücadelesi olmazsa hiçbirimiz de olmayız. Mücadeleye hep birlikte devam ediyoruz.
Bu söyleşi Artı Gerçek‘ten kısaltılarak aktarılmıştır.