“Erdoğan’ın kedisi ne siyah ne beyazdır ne de fare tutabiliyor. Ama Pazar günü bir daha öğrendik ki Türkiye seçmeninin çoğunluğu için bu bir sorun değil. Ne olursa olsun, Erdoğan’ın sözleri ile, “mezara kadar” onunla beraber yatmaya kararlı.”
Demokratik olsun olmasın hemen hemen bütün ülkelerde seçim yapılır. Ama geriye dönüp baktığımızda milletlerin kaderinde belirleyici rol oynayanların partiler, parlamentolar, hatta ideolojiler değil, liderler olduğunu görürüz.
Ülkelerini batıranlar da liderlerdir, yüceltenler de. Bunun geçen yüzyıldaki en güzel örneği Çin’dir. Çin 29 yıl ara ile iki muazzam değişim yaşadı. Birincisi Mao Zedung’un (1893-1976) yarı-sömürge olan Çin’i savaşarak komünist Çin Halk Cumhuriyeti’ne çevirmesidir. Sonuç, yarım milyondan fazla entelektüelin öldürülmesi veya sürülmesi ve tarihteki en büyük kıtlıktır. 1958 ile 1962 arasındaki büyük açlıktan 15 ila 45 milyon Çinlinin öldüğü tahmin ediliyor.
Koyu baskı ve yaygın yoksulluk Mao döneminin en büyük iki özelliği oldu. Mao’nun ölümünün ardından Çin’in liderliği kısa bir aradan sonra 1978’de Deng Xiaoping’e (1904-1997) geçti. Deng uzun yıllar asker ve yönetici olarak Mao ile beraber çalışmış, iki defa onun hiddetine uğrayarak kovulmuştu. Mao’yu taklit edebilir ve onun gibi lüks içinde yaşarken halkı yoksulluğa terk edebilirdi. Ama öyle yapmadı.
Komünist ideolojinin sefaletten başka bir şey getirmediğini en tepeden gözlemlemişti. Sistemi değiştirmeye girişti ve Çin’i bugün dünyadaki iki süper güçten biri olmasını sağlayan reformları hayata geçirdi. Pazar ekonomisini benimsedi ve ülkeyi yabancı sermayeye açtı. Sonuç, hikâye etmeye gerek olmayan Çin ekonomik mucizesidir.
Deng komünizmi ekonomik bir model olarak terk ederken felsefesi basitti. Kendisi şöyle özetledi. “Kedinin beyaz veya siyah olması önemli değildir; eğer fare yakalıyorsa, iyi bir kedidir.”
Bu sene yüzüncü yılına giren Türkiye Cumhuriyeti de iki büyük reform dönemi yaşadı. Birincisi Atatürk’ün Sultanlık’tan Cumhuriyet’e, hilâfetten laikliğe, gerilikten modernliğe atılımı idi. Daha hayata veda etmeden reformlarının altı kazıldı. Demokrat Parti döneminde büyük ölçüde popülizme kurban edildi.
İkinci dönemin mimarı Turgut Özal’dır. Özal askerin (unutulan ve hatırlandığında hor görülen) desteği ile 1980’de yürürlüğe koyduğu reformlarla Türkiye’yi “komünist olmayan bir Sovyet tipi” yoksulluk ekonomisinin çukurundan dışarı çekti. Ve eğer uygulanmaya devam edilseydi Güney Kore gibi Türkiye’yi zengin ve modern bir ülke yapacak bir serbest pazar modeli getirdi. Ama rant ve yolsuzluk ağır bastı ve Özal’ın reformları daha hayatta iken geri çevrilme sürecine girdi. Onun 1993’te altmış altı yaşında ölümünden yedi yıl sonra Türkiye, tarihinin en büyük ekonomik krizine çarptı.
AKP ve Erdoğan’ı iktidara getiren, siyasi istikrarsızlık ve bu krizdir. Erdoğan, Özal’ın programını devam ettirebilirdi ve bir süre ettirdi, ama orada kaldı. Türkiye’de akılsızlık sonunda her zaman galip gelir.
Çin Mao’dan sonra Deng ile ideolojiyi terk ederken Erdoğan pragmatizmi bırakıp Müslüman Kardeşler ideolojisinin liderliğine soyundu ve Osmanlı hayalleri kurdu. Kutuplaştırıcı, kokuşmuş bir tek adam rejimi yarattı.
Erdoğan’ın kedisi ne siyah ne beyazdır ne de fare tutabiliyor. Ama Pazar günü bir daha öğrendik ki Türkiye seçmeninin çoğunluğu için bu bir sorun değil. Ne olursa olsun, Erdoğan’ın sözleri ile, “mezara kadar” onunla beraber yatmaya kararlı.
Bu yazı Diyalog Gazetesi‘nden alınmıştır.
Yukarıda ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.