Seçimleri Erdoğan’ın kazandığı bir vakıa: Tam olarak adil olmasa bile serbest seçimin galibi o oldu. Milyonlarca seçmen, ister başından beri onu gerçekten desteklemiş olsun, ister medyadaki hükümet yanlısı kuvvetli önyargılardan ve AKP “parti-devleti”nin cömert vaatlerinden etkilenmiş olsun, hem hayranları hem de düşmanları tarafından bilinen adıyla “reis” lehinde oy kullandı.
Bu seçim zaferi, Erdoğan yönetiminin güçlü ve zayıf yönlerini ortaya koyuyor.
Türkiye’nin muktediri bir siyasetçiden de öte bir siyasetçi. Meslekte geçirdiği uzun yıllar boyunca geliştirdiği beceri, seçimleri kazanmak. Birden fazla rakibini saf dışı bırakmasını bildi; kendisine meydan okuyan iki ismi, – Selahattin Demirtaş ve Ekrem İmamoğlu’nu – etkisiz hale getirmeyi başardı.
İlki cezaevinde. Görünen o ki uzun yıllar daha orada kalacak. İkincisi, parmaklıklar arkasına hapis yatma, veya en azından hakkındaki düzmece suçlamalara dayanan dava nedeniyle görevden alınma riskiyle karşı karşıya.
Daha önemlisi, Erdoğan devlet ya da sivil toplum içindeki her türlü alternatif güç merkeziyle uzun süredir uğraşmakta. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) zaman zaman hükümet aleyhine kararlar vermesine rağmen yargı kontrol altına alınmış durumda.
AKP ve ortağı Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) sağlam bir çoğunluk elde etmesiyle parlamento da bir nevi “hizaya girmiş” durumda. Devletin mali kaynakları, başta inşaat sektörü olmak üzere, yandaş işletmeler tarafından kapışılıyor. Düşük faiz oranları insanların tasarruflarını yiyip bitiriyor olabilir, ama devlet destekli krediye erişimi olanlar için işe yarıyor.
Medyanın tek bir görevi var: Sevgili lideri övmek ve Türkiye’nin uluslararası sahnedeki başarılarını göklere çıkarmak.
Kısacası Erdoğan her şeyi halletmiş durumda.
Muhalefetin sandıktan birinci çıktığı bir senaryoda bile seçim çok az bir farkla kazanılmış olacaktı. Yüksek Seçim Kurulu ve saray medyası da dahil olmak üzere, Erdoğan’ın devlet aygıtı devreye girecek ve zaferi engelleyecekti. Las Vegas’ta dedikleri gibi, ev (kasa) her zaman kazanır.
Türkiye’de “ev”, Ankara’nın Beştepe semtindeki devasa cumhurbaşkanlığı sarayıdır.
Yine de Erdoğan’ın işi bu yeni dönemde daha da zorlaşacak. Türkiye’nin ekonomisi kırılgan. Döviz ve altın rezervleri eriyor, bu da TL’nin ileriye dönük olarak desteklenmesini zorlaştırıyor.
Erdoğan ışığı görüp uluslararası piyasaları yatıştırmak için faiz oranlarını artırmadığı sürece, Türkiye maliyesi, ülkenin Körfez’deki dost ve rakiplerinin insafına kalacak. Çin ve Rusya bir miktar nakit verebilir, ama IMF ölçeğinde bir kurtarma paketi sunamazlar.
Yüksek enflasyon yaşam standartlarını aşındırmaya devam edecek ve hoşnutsuzluğu körükleyecek. Büyüme yavaşlayacak.
Sorunun bir bölümü tabii ki ekonomideki yapısal dengesizliklerden kaynaklanıyor. Düşük tasarruf oranı, durgunlaşan verimlilik, bazı bölgelerde müzminleşen yüksek oranlı işsizlik ve büyük cari açık, büyümeyi yavaşlatıyor. Buna ek olarak, küresel ortam da elverişsiz.
Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı ve COVID’in neden olduğu tedarik zinciri şokları enflasyona neden oldu ve Avrupa Birliği gibi anahtar ihracat pazarlarında talebi düşürdü.
Fakat bir de Erdoğan faktörü var: Bu işleri daha da kötüleştiriyor, etkili politika çözümleri üretilmesini de engelliyor. Cumhurbaşkanı’nın makroekonomik yönetime müdahale etmesinin ve gücü ekonomist teknokratların elinden alma isteğinin bir bedeli var.
Bu durum daha uzun vadeli bir zorluğu işaret ediyor. Erdoğan’ınki gibi “kişiselleşmiş rejimlerde” istikrar, ister resmi ister gayrıresmi olsun, liderin ve sahip olduğu gücün bir fonksiyonu.
Ancak, seçim kampanyası sırasındabir televizyon yayınından sağlık sorunları nedeniyle çekilmek zorunda kaldığını gördüğümüz gibi, Erdoğan da bir insan. Sistemin tepesinde daimi olarak kalması mümkün değil.
Ortada bir veliaht yok. Beş yıl sonraki genel seçimlerden önce bir veliaht belirse bile, Erdoğan’ın yerini doldurmakta zorlanacak. Örneğin kitlesel hile veya baskıya başvurmadan bir cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak, halefi için imkansız bir görev olabilir.
Dolayısıyla Erdoğan’ın 2028’den sonra da iktidarda kalma ihtimali çok yüksek, çünkü kendisinden sonra gelecek kimse yok.
Bu senaryo, ister iki dönem başkanlık sınırının kaldırılması (Putin’in 2020’de Rusya’da yaptığı gibi), ister parlamenter sistemin geri getirilmesi (bu durumda Erdoğan başbakan olarak geri dönecektir) olsun, anayasa değişikliği anlamına geleceği için, bir risk oluşturuyor.
Yeni bir anayasa referandumu, muhalefete giderek yaşlanan Erdoğan’a karşı toparlanmak ve meydan okumak için bir fırsat daha verebileceğinden rejimin başını ağrıtabilir.
Millet İttifakı’nı oluşturan partiler şu anda dağılmış durumda. Ancak seçmen tabanları hiçbir yere gitmiyor. Ne olursa olsun, Türkiye toplumunun yarısı Erdoğan’a karşı kin beslemeye devam edecek.
Türkiye’nin lideri, bir başka siyasi meydan okuyuşun daha üstesinden gelmiş olarak, rakipsiz görünmekte. Ancak gücünün zirve noktasını geçtiği de tartışmalı. Önümüzdeki yıllarda Türkiye’yi yönetmek hiç de kolay olmayacak.
Bu makale Foreign Policy Research Institute (FPRI) tarafından İngilizcde olarak yayınlandı. Orijinal metne buradan erişilebilir.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.