14 Mayıs seçimlerine katılım yüzde 88.9 ile 1991 seçimlerinden bu yana en yüksek seviyesine çıktı. Cumhurbaşkanı seçiminin 1’inci tur oylamasında da yüzde 88.9 olarak gerçekleşen katılım, 2’nci turda yüzde 84.2’ye düştü. Güneydoğu Anadolu, Kuzeydoğu Anadolu, Ortadoğu Anadolu ve Doğu Karadeniz bölgelerinde Türkiye ortalamasının altına düşen seçime katılım oranı, batıya geldikçe yükseldi.
Ayrıca, doğu bölgelerinde 2018 seçimlerine göre düşen katılım, 28 Mayıs’taki 2’nci tur oylamasında da düştü. Geçersiz oy oranları da milletvekili seçiminde daha yüksek oldu, en çok geçersiz oy doğu bölgelerinden çıktı.Oy oranlarının yıllar içindeki değişim seyrine bakıldığında, Ak Parti’nin 2002 oyuna geri döndüğü görülse de Ak Parti’nin kaybettiği oyların muhalefet blokuna geçmediği de görülüyor.
Erdoğan kendi partisi oy kaybetse de seçmenini Cumhur İttifakı içinde tutmayı başardı. Bunu başarırken seçmenine “devletin güvenlik ve beka riskini”, “sol fikriyata ve teröre karşıtlığını”, “sosyal yardımları ve kazanımları kaybetme korkusunu”, “değişimin kaos ve karmaşa üreteceğini” anlattı.
Tüm bunları müesses nizamın gücüyle yaptı. Duyguları manipüle etti. Seçim süreci adil ve demokratik işlemedi, siyasi alana müesses nizamın tüm aygıtlarıyla müdahale edildi.
Süreci etkileyen unsurları, aktörleri, algıları, duyguları çoğaltabiliriz. Bunların her birinin şu veya bu oranda etkisi oldu kuşkusuz. Seçimi ikinci tura taşımayı ve ikinci turda kazanmayı hedeflemişti ve başardı.Erdoğan seçimi kazanmayı başardı ama başarırken oy sayısını artırarak değil, partisine ve kendisine bir kez de olsa oy vermiş seçmenini etrafında tutmayı başararak kazandı.
2014 cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan 21 milyon oy almış. Hatırlayalım, o seçimde MHP Ekmeleddin İhsanoğlu’nu desteklemişti. Yine dikkatinizi çekeyim, 2014 seçimleri oy vermeyenlerin de en yüksek olduğu seçim olmuştu.
2018’de Erdoğan’ın oyu 26.3 milyona çıktı ama Ak Parti oyuna MHP oyu eklendi. Bu kez 27.8 milyon oy aldı, bu oyun 5.5 milyonu MHP, 1.5 milyonu Yeniden Refah Partisi ve 0.5 milyonu Büyük Birlik Partisi’nden geldi.
Seçmen sayısı 2014’ten 2023’e yüzde 15 oranında artmışken Erdoğan oyu sayısal olarak artmamış aslında.Tüm muhalefet oyu ise 25 milyon mertebesinde değişmeden kalmış.
Yine hatırlayalım, 2017 referandumunda da “evet” oyları 25.1 milyon, “hayır” oyları 23.8 milyondu. Bir bakıma, hangi seçimi yaparsak yapalım, 25 milyon bir tarafta 27 milyon diğer tarafta bir bölünme olduğunu ve bu bölünmenin de giderek kalıcılaşmakta olduğunu gözlüyoruz.
14 Mayıs seçimlerine katılım yüzde 88.9 ile 1991 seçimlerinden bu yana en yüksek seviyesine çıktı. Cumhurbaşkanı seçiminin 1’inci tur oylamasında da yüzde 88.9 olarak gerçekleşen katılım, 2’nci turda yüzde 84.2’ye düştü. Güneydoğu Anadolu, Kuzeydoğu Anadolu, Ortadoğu Anadolu ve Doğu Karadeniz bölgelerinde Türkiye ortalamasının altına düşen seçime katılım oranı, batıya geldikçe yükseldi.
Ayrıca, doğu bölgelerinde 2018 seçimlerine göre düşen katılım, 28 Mayıs’taki 2’nci tur oylamasında da düştü. Geçersiz oy oranları da milletvekili seçiminde daha yüksek oldu, en çok geçersiz oy doğu bölgelerinden çıktı.
Oy oranlarının yıllar içindeki değişim seyrine bakıldığında, Ak Parti’nin 2002 oyuna geri döndüğü görülse de Ak Parti’nin kaybettiği oyların muhalefet blokuna geçmediği de görülüyor.
Erdoğan kendi partisi oy kaybetse de seçmenini Cumhur İttifakı içinde tutmayı başardı. Bunu başarırken seçmenine “devletin güvenlik ve beka riskini”, “sol fikriyata ve teröre karşıtlığını”, “sosyal yardımları ve kazanımları kaybetme korkusunu”, “değişimin kaos ve karmaşa üreteceğini” anlattı.
Tüm bunları müesses nizamın gücüyle yaptı. Duyguları manipüle etti. Seçim süreci adil ve demokratik işlemedi, siyasi alana müesses nizamın tüm aygıtlarıyla müdahale edildi.
Süreci etkileyen unsurları, aktörleri, algıları, duyguları çoğaltabiliriz. Bunların her birinin şu veya bu oranda etkisi oldu kuşkusuz. Seçimi ikinci tura taşımayı ve ikinci turda kazanmayı hedeflemişti ve başardı.
Erdoğan seçimi kazanmayı başardı ama başarırken oy sayısını artırarak değil, partisine ve kendisine bir kez de olsa oy vermiş seçmenini etrafında tutmayı başararak kazandı.
2014 cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan 21 milyon oy almış. Hatırlayalım, o seçimde MHP Ekmeleddin İhsanoğlu’nu desteklemişti. Yine dikkatinizi çekeyim, 2014 seçimleri oy vermeyenlerin de en yüksek olduğu seçim olmuştu.
2018’de Erdoğan’ın oyu 26.3 milyona çıktı ama Ak Parti oyuna MHP oyu eklendi. Bu kez 27.8 milyon oy aldı, bu oyun 5.5 milyonu MHP, 1.5 milyonu Yeniden Refah Partisi ve 0.5 milyonu Büyük Birlik Partisi’nden geldi.
Seçmen sayısı 2014’ten 2023’e yüzde 15 oranında artmışken Erdoğan oyu sayısal olarak artmamış aslında.Tüm muhalefet oyu ise 25 milyon mertebesinde değişmeden kalmış.
Yine hatırlayalım, 2017 referandumunda da “evet” oyları 25.1 milyon, “hayır” oyları 23.8 milyondu. Bir bakıma, hangi seçimi yaparsak yapalım, 25 milyon bir tarafta 27 milyon diğer tarafta bir bölünme olduğunu ve bu bölünmenin de giderek kalıcılaşmakta olduğunu gözlüyoruz.
****
1950’de Demokrat Parti ile başlayan “sağ siyasi damarın” daha sonra Türkçü ve İslâmcı partilerin güçlendiği oranda dağıldığını, ama Ak Parti ile beraber tüm sağ hareketin konsolide olduğunu görüyoruz.
Türkçü, milliyetçi hareket ise her koşulda kendi varlığını ve partisini en düşük zamanında bile yüzde 10 mertebesinde koruyor.
Bir bakıma İslâmcı hareket tarz değiştirerek geleneksel sağı da kendi içinde eritmiş ya da kapsama alanını genişletmiş denebilir.
Merkez sol kanatta ise CHP yüzde 40 mertebesini yalnızca iki seçimde geçebilmiş durumda; arada Halkçı Parti, Sosyal Demokrat Parti ve Demokratik Sol Parti şeklindeki ayrışmalara karşın, bugün hepsi yine CHP’de konsolide olurken oy oranı yüzde 25 mertebesine kilitlenmiş halde.
Şimdiye dek yapılan seçimlerin sonuçlarına dair bir başka okuma, sonuçları geleneksel sol-sağ siyasi tanımları üzerinden anlamlandırmak oldu. Tabloyu sağ ve sol üzerinden toplayarak özetlediğimizde dikkat çeken temel örüntü, 1950 seçimlerinden bu yana sağ oyların ya da muhafazakâr seçmenin siyasi tercihlerine hitap eden sağ partilerin oylarının toplamının ortalama yüzde 60-65 bandında, seküler seçmeni veya sol fikriyatı temsil eden oyların da yüzde 35-40 bandında olması.
Fakat bu oylar bugün yüzde 27-29 gibi CHP ve sol partilere, yüzde 10-13 gibi de Kürt siyasetini temsil eden partilerde konumlanıyor.
Bu da bizi daha önce bahsettiğim muhafazakârlar-sekülerler-Kürtler şeklindeki üç Türkiye analizine getiriyor. Ülkenin de dünyanın da çağ değiştirdiği son yetmiş yılda bu üçleme ve ağırlıkları değişmiyor ise sorun var demektir. Çünkü sorun, aynı zamanda üç Türkiye olmasıdır ve üç Türkiye’nin seçmeni aynı siyasi pozisyon ve kimlikten düşünmeye, davranmaya devam ettikçe de gidişatın baş aktörü değişmeyecek bir sayısal kompozisyondur karşımızdaki.
(Evvelce yazılan bir yazıda) şunu not etmişim:
“Altılı Masa’nın fırsat alanı da bu yeni siyasetten geçiyor. Ara dönemler hariç sol-sağ veya muhafazakar-milliyetçi-sosyal demokrat partiler ilk kez bir araya gelmiş durumdalar. Onları bir araya getiren koşullar, gerekler ve kendi gerekçelerini aşarak yeni bir siyaset üretmek zorundalar. Kimliklerini, seçmen tabanlarını da aşarak hatta dönüştürerek yeni bir hikaye yazmak zorundalar. Ancak o zaman sol-sağ ayrışmasını ya da kimliklere dayalı üç Türkiye tablosunu aşabilirler.
Seçim tarihini hangi fırsatın üzerinden anlamlandırmaya çalışırsak bugünkü gidişatı değiştirebiliriz sorusuna cevap aramak için bakarsanız, cevap değişim, düzen değişikliği vaadinin önde olduğu seçimler bana kalırsa.
O nedenle bugün Altılı Masa’daki partiler kendi kimliklerine, seçmen tabanlarının duygularına, kendi zihni ve ruhi ambargolarına, kendi parti çıkarlarına sıkışarak o beklenen büyük hikaye ve siyaseti üretemediklerini görmeliler.”
Yazının başında Erdoğan kazandı demiştim.
Ama bu analizler gösteriyor ki aslında muhalefet kaybetti. Çünkü muhalefetin elbette Kılıçdaroğlu ve CHP başta olmak üzere tüm aktörleri durumu, gidişatı yalnızca güncelden okudular ve bir ütopyaya, bir vizyona dayanmayan söylemlere yaslandılar. Sonuçta neden bir aday etrafında birleştiklerini, değişimin kaos ve karmaşa üretmeden başarılacağını seçmene anlatamadılar.
Hikayeye güven olmayınca aktörlere de güven oluşmadı. Herkes, aktörler de seçmen de son on beş yıldır bulunduğu pozisyonu değiştirecek motivasyonu ve dürtüyü hissetmedi.
_________
Bu makale Gazete Oksijen sitesinden kısaltılarak aktarıldı. Tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir; FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.