“Gerçek şu ki, Erdoğan’ın elindeki koz Vilnius ardından elinden yavaş yavaş kaymaya başlayacak. Çünkü herşey, darmadağın olan ve artık hiçbir şekilde gelgitleri, yazboz oyunlarını kaldırmayan dış politikanın köklü olarak değişip, sağduyulu bir yaklaşımla değişip değişmeyeceğine bağlı.”
Vilnius NATO Zirvesi’nin en önemli gündem maddesini oluşturan Türkiye-İsveç “pazarlığı” ile ilgili olarak günlerdir zamanımın önemli bir kısmı, İsveç medyasının sorularını yanıtlamakla geçiyor. Bunun sebebi, İsveç’te ritmik olarak ve siyasi kültür farklılıklarını doğru okuyarak yorum yapacak uzman sayısının çok az olması. Mevcut olanların önemli bir bölümü, bir yıldır tam bir at pazarlığına dönüşen, NATO’da ne kadar heveskar olduğu ayykuka çıkan İsveç’in karar vericilerini özellikle sersemleten gelgitleri, sanki hadise İsveç ile Lüksemburg arasında geçiyormuş gibi düz mantıkla okuyageldi.
Türkiye’de de durum bu açıdan farklı değil. Medyaya hükmeden aşırı milliyetçi söylemle iyice sersemlemiş bir “uzman” kesimi, haftalardır süreci bir nevi deve güreşi gibi görmekte, kim kime ne kadar gol attı kıvamında sözde analizlerle ekranları işgal etmekte. Kalite yerlerde sürünüyor.
“Kim kazandı, kim ne aldı?” çerçevesinde, birkaç noktayı açıklığa kavuşturmakta yarar var.
- İsveç’in NATO’ya mesafeli, ama “fiili işbirliği”ne dayalı geleneksel “tarafsızlık” siyaseti, geçen bahar aylarında bir u dönüşü ile, dönemin sosyal demokrat partisi tarafından NATO üyelik başvurusuna yöneldi. 200 küsur yıllık tarafsızlık siyasetinin mimarı olan partinin bu dönüşü ile ilgili tartışmalar bitecek gibi görünmüyor. (Partinin sol kanadı şüphe veya öfke içinde.) Geçen yaz Madrid’de üyelik başvurusundan başlayarak İsveç hükümetleri, gizlenmesi mümkün olmayan bir “aşırı heves” sergilediler. Ankara bunu çok net okudu ve durumdan vazife çıkardı. Ve, “Türkiye dostu” NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in bastırmasını fazla sorgulamadan, İsveç ve Finlandiya, (sonradan İsveç açısından son derece bağlayıcı, dolayısıyla sorunlu olduğu anlaşılan) bir akitnameye apar topar imza attılar. Ardından, Madrid’den Vilnius’a kadar, Saray’ın İsveç hükümeti ile kedi-fare oyunu da başlamış oldu.
- Ankara oyunu bugüne kadar gayet iyi kurguladı ve oynadı. İsveç bir yandan ülkedeki Kürtler ve Gülenciler ile ilgili olarak uzatmalı bir tartışma sürecine girdi, anayasa değişikliği gerçekleşti, iadeler ciddi ve somut olarak gündeme geldi. PKK yanlısı gösteriler ve Kuran yakmalar, dünyanın en özgür ülkelerinden biri olan İsveç’te ifade ve gösteri özgürlüklerinin dahi sorgulanması (ve sınırlanabilirliği) gibi garabet bir duruma yol açtı. Medya ve hukukçular haklı olarak ayağa kalktı. Genel algı, “Türkiye’nin egemen bir başka ülkenin içişişlerine açık müdahalesi ve siyaset dikte eder hale gelmesi”nde yoğunlaştı. Her hal-u karda Türkiye, İsveç’teki özgürlük kullanımının “başdenetçisi” haline geldi. Türkiye’deki “İsveç sınavı veriyor mu?” tartışmaları da bunun teyidi oldu. Ancak, oradaki toplumsal direniş sınırlarını, kültürel kırmızı çizgilerin altını da çizdi.
- Ne olursa olsun İsveç’te ifade ve gösteri hakları kullanılmaya devam edecek. Kürtler de yürüyecek, Kuran da yakılacak. Çünkü demokrasilerde temel kanunlara istisna koyamazsınız, orası Türkiye veya İran değil. Ve hiçbir yürütme gücünün yurttaşların özgürlük kullanımını durdurmasına imkan ve ihtimal yok. Dolayısıyla İsveç hükümeti Ankara karşısında zorda kalmayı sürdürecek.
- Ortada henüz “kazanan” da yok. Türkiye’de iktidar yanlılarının iddia ettiği gibi Erdoğan herhangi bir şey kazanmış değil. Muhalefet cenahının iddia ettiği gibi taviz de verilmiş değil. Erdoğan, baştan beri saçma sapan bir öneri olan “AB sürecinin canlandırılması” önerisinin getirisi olmayacağını biliyor. 15 yıl önceki AB sürecinde üyeliğe en çok destek veren ülkenin İsveç olduğunu bildiği gibi. Beklediği gibi, eli silaha değmemiş muhaliflerin iadesi de söz konusu olmayacak. Sadece, o da zamana bağlı olarak, terör finansmanı konusunda İsveç-Türkiye işbirliği daha net bir çerçeveye oturacak. Ancak o da, PKK’ye finansman sağlayanlara karşılık Türkiye’ye yuvalanmış organize suç örgütü mensuplarının İsveç’e iadesi ile mütekabiliyet esasına göre şartlandırılacak.
- İsveç’in de kazandığı bir şey henüz yok. Beklenen NATO üyeliğinin acilen Meclis’te onaylanmasıydı. Ama anlaşılıyor ki Ankara, Stockholm’le kedi-fare oyununu oylamayı erteleyerek sürdürme niyetinde. Sebebi belli: Erdoğan, “hazır mezar ölüsü” olarak gördüğü İsveç’i “daha çok tavize zorlanabilir” buluyor. Elbette, bir kere NATO üyeliği aldı mı, İsveç’in bir daha üyelikten çıkarılamayacağını da biliyor. Oyunun farkında.
- Ama genel çerçevede NATO ve özellikle ABD açısından sorunlar var. Erdoğan Kuran yakma konusunda İsveç’i ne kadar sıkıştırırsa sıkıştırsın, buna NATO’nun sessiz kalması ilginç. Çünkü mevcut NATO üyelerinden en az dokuz tanesinde “kutsala saygısızlık” (Kuran yakma, dine hakaret vs) suç değil. Dolayısıyla kimse İsveç’in sınava sokulmasını İsveç dışında ciddiye almıyor. Alınırsa, bu dokuz ülkenin de NATO’yu terketmesi gerekecek!
- Asıl sorun, Erdoğan’ın “PYD/YPG” ve “FETÖ” gibi, başka hiçbir ülkede veya BM’de terör örgütü olarak kabul görmemiş olan yapıları, Vilnius’taki Türkiye-İsveç ortak açıklamasına ekletmesinden kaynaklanacak. Bu isimlerin terör örgütü oldukları kabul görmedikleri halde bir NATO belgesine girmesi, bir diplomatik skandal.
- Erdoğan bu başarıya imza attı, ama PYD/YPG’nin DAEŞ’e karşı (devam eden) mücadelesinde savaşçı birimler olarak ABD’nin bizzat hamisi olduğunu bildiği halde – veya bile bile – bunu yaptı. ABD (ve Fransa) bu isimlerin belgeye geçmesine sessiz kalarak bir içtihadın NATO içtihadına girmesine aracı oldular.
- Bunun hangi sonuçlara yol açacağını, örneğin bir anti YPG sınır ötesi harekatta NATO’yu hangi pozisyona sokacağını, Suriye ve Türkiye Kürtlerinin “feda edilmesine” kadar gidip gitmeyeceğini göreceğiz.
- Sonuç olarak, şu anda herşey ortada: Ukrayna zaten perspektif almadığı için hayalkırıklığı içinde. Türkiye, sürünceme olayının şimdilik tadını çıkarıyor, ama gerçekleşmesi (Kongre onaylasa bile) pratikte en az beş yıl alacak olan (üstelik hem Yunanistan ile uzlaşmayı hem de Akdeniz’de Mavi Vatan hayallerinden vazgeçmeyi gerektiren) F-16 sürecine güvenmesi için de bir sebep yok.
- İsveç, Türkiye’nin elini kolunu bağlamasının içte çok ciddi tartışmalarını ve belki de hükümet krizini yaşayacak; ama en iyi ihtimalle de “köprüyü tatlı vaatlerle bir an önce geçme”nin hayallerini kuruyor.
- Gerçek şu ki, Erdoğan’ın elindeki koz Vilnius ardından elinden yavaş yavaş kaymaya başlayacak. Çünkü herşey, darmadağın olan ve artık hiçbir şekilde gelgitleri, yazboz oyunlarını kaldırmayan dış politikanın köklü olarak değişip, sağduyulu bir yaklaşımla değişip değişmeyeceğine bağlı. Böyle de sürebilir, ama seyahat daha da engebeli bir yola girecek. İki arada bir derede oynamanız için varlıklarınızın, kaynaklarınızın ve ekonominizin sağlam, öngörülebilir ve güvenilir olması gerek.
——–
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.