NATO yetkilileri ve birçok diplomat, Recep Tayyip Erdoğan’ın bir dizi taviz karşılığında İsveç’in NATO üyeliğine ilişkin fiili vetosunu kaldırdığı bir anlaşmayı kutladı.
NATO amaçlarına uygun hareket etmek yerine, F-16’ları NATO üyesi Yunanistan başta olmak üzere komşularına karşı kullanması oçok daha fazla olası olan Türkiye’ye yönelik savunma yaptırımlarını kaldırmanın tehlikeleri hakkında daha önce yazmıştım.
Türk gazetelerinde uzman bir Türkiye analisti ve üretken köşe yazarı olan Robert Ellis ek bir konuyu gündeme getirdi. (Ellis) Erdoğan, İsveç Başbakanı Ulf Kristersson ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg arasındaki görüşme ardından yapılan NATO basın açıklamasında şu paragrafa dikkat çekiyor:
“İsveç ve Türkiye bugün, hem 2022 Madrid NATO Zirvesi’nde kurulan Üçlü Daimi Ortak Mekanizma hem de bakanlık düzeyinde her yıl toplanacak ve uygun şekilde çalışma grupları oluşturacak yeni bir ikili Güvenlik Anlaşması kapsamında işbirliğini sürdürme konusunda anlaşmıştır. Bu Güvenlik Anlaşmasının ilk toplantısında İsveç, 4. madde de dahil olmak üzere Üçlü Muhtıranın tüm unsurlarının tam olarak uygulanmasına yönelik tüm biçimleri ve tezahürleriyle terörizme karşı devam eden mücadelesinin temeli olarak bir yol haritası sunacaktır. İsveç, YPG/PYD’ye ve Türkiye’de FETÖ olarak tanımlanan örgüte destek sağlamayacağını yinelemektedir.”
Bu metinle ilgili iki sorun var.
Birincisi, Erdoğan ile diğer NATO üyelerinin Kürtleri benzer şekilde mi değerlendirdiği belli değil. Amerika Birleşik Devletleri, Kürdistan İşçi Partisi’ni (PKK), isyanının zirveye ulaşmasından çok sonra 1997 yılına kadar terörist bir oluşum olarak belirlemedi, ve ancak o zaman, Clinton’un Türkiye ile milyarlarca dolarlık bir silah anlaşmasını sağlaması için ortaya konmuş bir Türk koşulu olarak kabul ederek terörizm listesine ekledi.
Türkiye bugün Suriyeli Kürtlerin (YPG/PYD) PKK ile bağlantılı olduğunu savunuyor. Oysa bu NATO belgesi, ABD’nin ve Avrupa’daki birçok kişinin Suriye Kürtlerini (YPG/PYD) Türkiye’nin en azından pasif olarak İslam Devleti’ni desteklediği bir dönemde İslam Devleti’ne karşı savaştıkları için desteklediğini görmezden geliyor.
Daha geniş anlamda, Erdoğan’ın hakimiyeti altında olmayan herhangi bir Kürd’ü PKK’lı olarak etiketleme alışkanlığı var:
Bir Yezidi köyünü bombalayıp kadınları ve çocukları öldürüyor mu? Sorun değil, onlar PKK ajanlarıydı. Sincar’da bir Kürt çiftliğine saldırmak mı? Çiftçiler PKK’lıydı.
Türkiye gerçek teröristleri şımartmaya, barındırmaya ve silahlandırmaya devam ederken, bu masala ne İsveç’in ne de başka bir NATO üyesinin kendisini kaptırması gerekir.
İkincisi, FETÖ [Fethullahist Terör Örgütü] Erdoğan’ın muhalefeti gayri meşru ve terörist olarak resmetmek için kullandığı, her yoruma açık, “çaya çorbaya limon” türünden bir terim. Erdoğan, ABD’den Erdoğan’ın eski müttefiki olan Fethullah Gülen’i iade etmesini talep ettiğinde, Türkiye’nin ABD Adalet Bakanlığı’na teslim ettiği kanıtlar, esasen, Erdoğan yanlısı gazetelerden gelen kupürlerden ibaretti, belki de biaraz daha fazlası… İsveç konusunda Erdoğan, onun baskısından kaçan liberal Türk gazetecilerin gerçekten de “FETÖ ajanları” olduğunu iddia etmekte.
Ulf Kristersson, Stoltenberg’in ısrarıyla, şimdi İsveç demokrasisini feda etmekte istekli görünüyor. Bu İsveç’i muhalifler için bir sığınılacak bir yer olmaktan çıkarıp, onlar için bir avlanma alanına dönüştürecektir. Erdoğan’ın kimin terörist olup olmadığını belirlemesine izin vermek,bundan sonra hem sürekli krizlerin tohumunu atacak, ve Erdoğan’ın bitmek tükenmek bilmeyen şikayetlerinin yolunu açacaktır.
İsveç’in NATO üyeliği NATO yeteneklerini geliştirmek fazla katkıda bulunmayacaktır, ancak bu durumda İsveç’i ve Avrupa’yı zayıflatmanın yollarını açıyor.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Norveç lideri Vidkun Quisling, Nazi Almanya’sı ile işbirliği yapmış, ülkesine ihanet etmişti. Aldığı ödül sadece nihai bir idam mangasının mkarşısında konmak değil, aynı zamanda soyadının bir işgalciyle işbirliği yapan birini tanımlamak için bir kelime olarak İngilizce diline benimsenmesi de oldu.
Kristersson elbette Quisling değil; Türkiye de Nazi Almanyası ile eşdeğer değil.
Bununla birlikte, Kristersson’ın korkaklığı ve temel (demokratik) ilkelere ihanet etme hevesi, soyadının yakında “yabancı bir diktatörü yatıştırmak için liberalizme ve insan haklarına ihanet eden kişi”yi tanımlamak için kelime dağarcığına girme olasılığını artırıyor.
Bu yazı AEI sitesinden alınarak, FTP tarafından çevrilip yayınlandı.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.