Yıllar ve yıllar önce, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) üyesi olabileceğine inanılan günlerde, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde değişik vakıfların düzenlediği toplantılarda bu konu tartışılırdı.
O tartışmalı vakıf toplantılarının çoğunda ben de yer aldım.
Hemen her toplantıda ‘AB üyesi Türkiye’ umuduna desteğimi belirtirken yine hemen hepsinde sonuçtan duyduğum kuşkuyu da dile getirmiştim.
“Mış gibi yapmak” kalıbını kullanarak…
AB üyesi ülkeler ve Brüksel Türkiye’yi üyeliğe kabul edecekmiş gibi yapıyor, bizdeki siyasiler ile Ankara da AB üyesi olmaya hazırmış gibi davranıyordu.
[Öyle toplantılardan birine Bülent Arınç da davetliydi. Almanya’ya aynı THY uçağıyla gitmiştik. Toplantı mekanına benden saatler sonra gelebilmişti Arınç. Gümrükte güvenlikçiler kendisini birkaç saat tutmuşlar. O sırada Meclis başkanıydı. Kendisini karşılamaya gelmiş konsolosluk görevlilerini o kadar saat yanına yaklaştırmamışlar. Avrupalıların ‘mış gibi’ davranış örneği olabilir diye aklıma gelince yazıma sonradan (saat: 09.45’te) ekledim.]
Hangisi daha önce ‘mış gibi’ davranmaktan vazgeçip gerçek niyetini ortaya koydu bilemiyorum; ancak bu oldu. Türkiye Brüksel ile belli dosyalar üzerindeki müzakereleri ısrarlı biçimde sürdürdükten sonra, sıra kritik konulara geldiğinde, yan çizmeye başladı; AB üyesi ülkeler de Türkiye’yi aralarında görmekten mutluluk duyacakları görüntüsü vermekten vazgeçtiler.
Zaten ‘AB üyesi Türkiye’ merkezli toplantılar da bir süre sonra bitti.
Sanıyorum en az 10 yıldır durum böyle.
Bir ara, Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı sırasında, Ankara, Türkiye’nin sınırlarına yığılan sığınmacıların önünü kesme arzusundaki Avrupa ülkeleriyle bu konuyu görüşürken, ülkemizin AB’nin temel anlaşmalarından doğan ‘serbest dolaşım’ hakkını müzakereye açtı.
‘Vizesiz Avrupa’ seyahati ufukta öyle belirmişti.
Avrupa’nın önemli ülkeleri, yerine getirilebilecek birkaç madde karşılığı vizesiz seyahat konusunu çözmeye söz verdiler.
Sonrası biliniyor: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu müzakerelerin devamını durdurdu.
Türkiye o gün bugündür müzakereler sırasında verdiği sığınmacıları sınırları dışına göndermeme sözünü yerine getiriyor, ancak aynı müzakerelerde kendisine verilmiş ‘vizesiz Avrupa’ hakkını talep etmekten vazgeçmiş bulunuyor.
İsveç’in NATO üyesi olması için başlatılan ve Türkiye’nin onay vermeye üzerine bayağı uzayan süreç, Vilnius’ta varılan ‘uzlaşma’ ile nasıl olduysa ülkemizin AB üyeliği konusunu yeniden gündeme taşıyıverdi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan İsveç’in NATO’ya üyeliğine itiraza son verme karşılığı Türkiye’nin AB üyeliği önündeki engellerin kaldırılmasını talep ettiğini açıkladı.
NATO genel sekreteri Jens Stoltenberg de AB üyeliğinin Türkiye’nin hakkı olduğunu vurguladı.
Ya zirveye katılan Avrupa ülkeleri?
Onlardan bu konuda bir ses çıktığını işitmedik.
Anlaşılan Avrupa yeniden ‘mış gibi yapmak’ niyetinde değil…
Yıllar öncenin toplantılarında Avrupalı siyasileri de dinlemiş biri olarak onların bu tavırlarını yadırgamam zor. Yeniden başa dönmek ve sonu belirsiz bir süreci başlatmak istemiyor olabilirler.
Peki ya Türkiye?
Ülkemiz…
Türkiye Avrupa’yı süreci yeniden başlatmaya zorlayabilir.
Süreç yalnızca Türkiye’nin zorlamasıyla başlayabilir.
AB’nin beklentileri belli: Siyasi ve idari alanda Kopenhag kriterleri var, ekonomik alanda da Maastricht kriterleri…
Kriterler halkımızın lehine.
Vilnius zirvesinde AB üyeliği konusunun yeniden gündeme taşınır gibi olması, beklenebileceği gibi, muhalefette kuşkulara yol açtı.
“Muhalefettir, iktidarın her yaptığına karşı çıkması görevidir” diye konuya yaklaşılabilir. Ancak dile getirilen kuşkular tamamiyle yersiz değil. AB sürecini samimiyetle sürdüren AK Parti hükümeti, yolun bir noktasında, elde edilmiş mesafeyi sıfırlayacak adımı da atabilmişti.
Bozduğunu yeniden yapmaya kalkışmasının kuşku doğurması kaçınılmaz.
En azından “Yeniden ‘mış gibi yapma’ dönemi mi başlayacak?” kuşkusu yerinde.
İnsan hakları ihlallerinden ve adalete olan güven eksikliğinden başlayarak bazı adımların atılmaya başlanması bu yoldaki kuşkuları bütünüyle gidermese bile hafifletmeye yeter.
Bunu yapmaya hazır mı AK Parti ve hükümet?
Onlar buna hazır olsalar bile iktidarın ikinci ortağı -MHP- bunu yapmalarına müsaade eder mi?
MHP’nin AK Parti’nin o yola girebileceğinden tedirginlik duyduğunun işaretleri Devlet Bahçeli’nin çıkışlarından alınabiliyor.
Galiba önümüzde ilginç bir dönem var.
Bu yazı Fehmi Koru’nun blogundan alınmıştır.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.