İnsanlar ve toplumlar yurttaş olmak, ortak hayata dahil ve müdahil olmak gayretinden vazgeçip bireysel alanlarına ve bireyselliğe, giderek de bencilliğe çekilerek sorumluluğu güç atfettiği mekanizmalara, kurumlara ve kişilere devrediyor. O mekanizmalar, kurumlar değişimi ve belirsizliği yönetmek yerine güvenliği ve olanı korumayı kendine misyon ediniyor.
Bu fırsat aralığında popülist ve otoriter liderler bireylerin vazgeçtiği sorumluluğa talip olarak, değişimi ve yeniyi, farklılığı savunanları düşmanlaştırarak kitlelerin desteğini alıyor. Popülist söylem hayatın ürettiği belirsizliğin kaynağı olarak farklılıkları, özgürlükleri gösteriyor.
Popülist ve otoriter liderlerin sorunlar yumağını çözmek yerine tercih ettikleri, İskender’in Gordion düğümünü kılıçla kesmesi gibi sorunları baskılayarak, yok sayarak çözmeye çalışmak oluyor.
Bu çözümsüz sarmal kendi teorisini üretiyor. Toplumların güçlü liderlikler istedikleri, otoriter yönetimlere razı oldukları, tüm dünyada milliyetçiliğin, muhafazakarlığın yükseliyor olduğu tezleri itirazsız kabul edilir hale geliyor.
Bu tezlere bir de yerel katkımız var elbette; bu memleketin insanlarının liderci oldukları. Bu kabulden yola çıkınca da örneğin Erdoğan’la siyasi rekabet kim daha popülist davranacak, kim daha karizmatik tarzda konuşacak, kim daha fazla maddi çıkar vaat edecek yarışmasına dönüyor.
Acaba gerçekten öyle mi? Popülizmi daha kaba popülizmle, karizmatik liderliği daha karizmatik başka bir liderlikle yenmek mümkün mü? Yalnızca siyasetten düşünmeyelim, hayatın herhangi bir alanındaki örgütlenmenin, parti, sivil toplum kuruluşu, sendika, oda, şirket, kooperatifin başarısı bugün güçlü bir liderliğe mi bağlı? Lider elbette önemli bir unsur ama hikayenin tek açıklayıcısı değil.
Liderlik üzerine yönetim ve siyaset bilimlerinde çokça teori ve modelleme var. Teorideki modellemelerden birisi liderliğin belirli özellikler ile mümkün olacağını söylüyor. Bir liderin kimliği, karakteri, zekası, eğitimi, ileri görüşlü olup olmadığı, iletişim yetenekleri, moral değerleri, başarma arzusu gibi sahip olduğu özellikler, liderlik sürecini etkiliyor.
Bir başka modelleme, liderlerin davranışlarını merkeze alıyor. Buna göre liderleri başarılı yapan unsur sahip olunan özellikler değil, liderlik yaparken ortaya koyduğu, grup üyeleriyle, toplumla olan iletişimi, ekip arkadaşlarına yetki verip vermemesi, amaçları belirleme şekli gibi davranışlar.
Bir üçüncü modelleme değişik zaman ve koşulların değişik liderlik tarzları gerektirdiğini savunuyor, bir bakıma konjonktürün önemine, liderin tarzındaki esnekliğe dikkat çekiyor. Bir de dördüncü modelleme olarak kahraman, kurtarıcı gibi sıfatlarla anılan, özellikle toplumların tarihlerindeki kırılmaların öncüleri olan, Atatürk gibi liderleri esas alıyor.
Tüm bu modelleri de kapsayan ve bugünün liderinde aranan iki temel unsur var, “şahsiyet” ve “maharet”. Hem kişilik özellikleriniz, sağlam bir karakteriniz hem de bilişsel ve duygusal eğitiminiz, beceriniz, başarılarınız, maharetiniz, tarzınız olacak.
Bu şahsiyet ve maharet özelliklerinizle takipçilerinizde güven oluşturmaya başlayabilir, size inanmalarının başlangıç çizgisinde dikilebilirsiniz. O başlangıç çizgisinden çıkış yapıp, koşmaya başladığınızda, samimi ve sahici olup olmadığınız ve vaadinizin, vizyonunuzun, iddianızın ne olduğuna bakıyorlar.
Polemik ustası oldunuz diye, müritleriniz sizi yüceltti diye, sihirli formülleri biliyorsunuz diye, gruplaşmalar, çeteleşmelerle hiyerarşik yapıda en üstte bulunuyorsunuz diye değil gerçekten lider olduğunuzda takipçiniz oluyorlar.
Yani mesele oturduğunuz koltuğun, makamın adının ne olduğu, örgütün organizasyon şemasındaki en üst kutuda adınızın olmasından ibaret değil. En üst kutuda adınızın yanında genel müdür, genel başkan yazmasının bir önemi yok. Yalnızca organizasyon şemasına ve makam adına yaslanıyorsanız hiyerarşik gücünüz, yetkiniz olsa da insanlar o makamın gücünden çekindikleri için etrafınızdalarsa lider olamıyorsunuz, yalnızca genel müdür, genel başkan kalıyorsunuz.
Yeterince sabırla beklerseniz, diplomanız ve ilişkileriniz elverdiği için bir gün o makama gelebilirsiniz ama o makam size güven ve takipçilerin inanmışlığını vaat etmiyor. Bunları şahsiyetinizle, sahiciliğinizle, maharetiniz ve vizyonunuzla sizin inşa etmeniz gerekiyor.
Kaldı ki bugünün örgütlenmelerinde yalnızca günün gereklerini yerine getirmek de yetmiyor. Sanayi toplumunun organizasyonlarında, örgütlerinde liderlik değil yöneticilik için bile çevre, beden ve akıl yetiyordu. Bugün ise bu karmaşıklığın içinde duygusal melekeler ve birliktelikler, şefkat, merhamet, vicdan, sezgi, toplumsal duyarlılıklar gibi başka hasletler de gerekiyor.
Yani iyi bir yönetici olabilmek için bile “çevre, beden, akıl, gönül” beraberliği ve uyumu lazım. Lider olmak için ise tüm bunlara ek olarak vizyon, iddia ve ütopya…
Tüm bu özelliklerin bir kişide, bir arada olması zor iken, her şeyi bir kişinin şahsiyetine, maharetine bırakmak ne kadar doğru? Gerçekten sade bireylerin bunu istediğine inanıyor muyuz?
Bireyler istedikleri hayata, hayallerine ulaşmak için güçlü lider istiyor değiller, sorunlardan, risklerden kaçınmak için güç ve otoriteye razı oluyorlar. Eğer lider olarak yeni bir hayatın mümkün olabildiğine inanmıyorsanız, takipçileriniz de size inanmıyor.
Olağanüstülüğün olağanlaştığı zamanlarda esas olan tutarsızlık, öngörülemezlik değil. Aksine asıl vizyonunuz, iddianız sağlamsa günlük, taktiksel tutarsızlıklarınız kabul görüyor. Yeter ki ana hedefinize siz de takipçileriniz de inanmış, güvenmiş olsun. Asıl hikayeye inandırmadan, ara ve günlük hikayelere güven inşa etmek mümkün değil.
O nedenle bazı iddiaların tersine günümüz ideolojisizlik, tutarsızlık, popülistlik dönemi değil. Tam aksine sağlam bir ideoloji, kendisi inanmış ve birbirine güvenen kadrolar, tutarlı ve bilimsel söylem, size ve iddiaya inanmış bir örgüt ve de şahsiyeti ve mahareti konusunda güvenilen bir lider zamanı.
Bugünün dinamikleri artık insanlarla iletişimi ve karşılıklı güveni en yüksek seviyede inşa edebilen, çok sesliliğe, çok disiplinli düşünmeye güvenen, samimi ve sahici, enerjik, cesur, adil liderleri zorunlu kılıyor. Örgütünü, yapısını, toplumu hiyerarşik güçle ve otoriter yöntemlerle yönetmek değil, herkesin kendini o hikayede, iddiada var hissettiği, yolculukta, süreçlerde dahil olduğuna inandığı demokratik liderliğe ihtiyaç var.
Liderliğin sadece doğuştan gelen özelliklere bağlı olduğu, fiziksel özelliklerin ve küçük grup içi ilişki maharetinin belirleyici olabildiği, öğrenme kanalları tıkalı, çevresinden yalnızca koşulsuz sadakat bekleyen, tek tipte lider yapısının kabul gördüğü bu ara dönemi kutsamak doğru değil.
Bireylerin ve toplumların risklerden kaçınma arzusu güçlü olduğu için değil yarına dair hayallerini gerçekleştirme potansiyeline inandıkları liderler bulamadıkları için oluşan bugünkü tercihler sizi yanıltmasın. Dünya da ülke de yeni liderler, önderler, liderler, başkanlar bekliyor.
Yanıltıcı olan, Gordion düğümünü İskender’in yaptığı gibi kesip atmayı liderlik sanmak. Bu yöntem sürdürülebilir bir toplumsal esenlik getirmez. Otoriter yönetimleri, güçlü liderlikleri savunmak günümüzün belirsizlik ve karmaşıklığına cevap değil.
Bu yazı Gazete Oksijen‘den alınmıştır.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.