“Kobanê davası, 2014 yılında IŞİD’in Kobanê’yi işgal girişimini protesto etmek için HDP MYK’sının Ekim 2014 tarihinde twitter üzerinden yaptığı açıklama nedeniyle altı yıl sonra açıldı. 2020 yılında açılan Kobanê davasında savcı 14 Nisan 2023 tarihinde son mütalaasını verdi” diye anlatmaya başlıyor son gelişmeyi akademisyen Hakan Tahmaz, sitesinde yayınladığı makalesinde.
Ve geçmişten bugüne uzanan sürecin ayrıntılarını aktarıyor:
“Savcının 13 sayfada özetlediği 5268 sayfalık mütalaasına karşı hazırlanmaları için HDP eş başkanlarına ve siyasetçilere sadece 28 gün tanındı. Haftada dört gün süren 53 periyotluk dava süreci bu hafta tamamlandı. Duruşmaların hiç birinde, şüphelilerin ve savunmanların hiç bir talebi kabul edilmedi, lehte olan deliller toplanmaya çalışılmadı.
Davanın avukatlarından Nuray Özdoğan, hafta başı yapılan duruşmada bir ilk, ilginç bir gelişme yaşandığını duyurdu. Diyanet İşleri Başkanlığı, HDP’lilerin ‘dini değerleri temelden sarstığı’ gerekçesi ile davaya müdahil olarak katılma talebinde bulunmuş. Keza Esenyurt ve Pertek Belediyeleri, olaylardan 9 sene sonra, mahkemeye “yardımcı olmak istiyoruz” diyerek başvurmuşlar.
Avukat Nuray Özdoğan duruşmada, Diyanet İşleri Başkanlığının dilekçesinde “Dini değerleri referans alarak, dini değerler üzerinden bir tartışma yürüttüğünü ve siyasi bir davaya müdahil olmaya çalıştığını” ifade etmiş.”
***
2013 Gezi protestoları ardından tetiklenen “gerileme ve kapanma” sürecinde, gitgide genişletilen bütçesi ve yaygın kadrolaşması ile hükümetin en etkin ve işlevsel organı olarak temayüz eden Diyanet’in, siyaseten ve hukuken en dikkat çekici davalardan biri olan Kobanê Davası’nda isminin müdahil olarak kayda geçmesi, karmaşık bir krizler silsilesi ile savrulan Türkiye’de nasıl bir gelişmeyi işaret ediyor?
Bu konuda Hakan Tahmaz’ın ve Berrin Sönmez’in makaleleri aydınlatıcı ve özellikle hukuk boyutunda uyarılarla dolu.
Berrin Sönmez’in Duvar’da yayınlanan yazısının bir bölümü şöyle:
“Olayların üzerinden altı yıl sonra açılıp yargının siyaset üzerinde sopa olarak kullanıldığı davalardan birisi oldu Kobanê. Altı yıl sonra açılıp yıllar içinde pek çok adliye değiştirmiş, defalarca dosyalarda ayırma ve ekleme işlemleri yapılmış bu siyasi davanın iddianamesi de 6 bin sayfa. Ankara Sincan Adliyesi 22’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dava önce Diyarbakır’da başlayıp sonra Malatya’ya taşınmıştı.
2 Ağustos tarihli duruşmada ilginç ve belki de siyasi tarihimizde ilk denilebilecek bir gelişme yaşandı. Diyanet İşleri Başkanlığı davaya kamu idaresi olma sıfatıyla katılma talebinde bulundu. 11 Mayıs tarihli dilekçesinden bizler salı günü duruşmada haberdar olduk. Esenyurt gibi bazı belediyeler de katılma talebinde bulunmuş “mahkemeye destek olma” amacıyla, fakat onların katılma talebi kabul görmemiş.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın katılma talebi kabul edildiği için şimdi artık bu ülke hukuksuzluk serisinde yeni bir aşamaya geçmiş sayılabilir.
IŞİD’in Kobanê’ye yönelik saldırıları üzerine 6-8 Ekim 2014’te gerçekleşen protestolar gerekçe gösterilerek Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu 18’i tutuklu 108 kişinin yargılandığı Kobanê Davası, Diyanet’in katılmasından nasıl etkilenecek, merak konusu.
Yıllar sonra açılıp yıllardır süren davalarda somut delil eksikliği ve gizli tanık (yalancı şahit) bolluğu yetersiz kaldı ki bir türlü siyasetin ihtiyacına uygun sonuçlanamadı. Şimdi iktidarın en önemli propaganda aygıtı haline gelen Diyanet, Kobanê duruşmalarında sahne alınca duruşmaların seyrini ve kararı etkiler mi, şimdiden kestirmek güç. Ancak din-devlet ilişkisinin geldiği boyutun önemli bir göstergesi. Artık iktidarın ihtiyaç duyduğu anlarda yargı üzerindeki baskı gibi verilecek hukuksuz karara toplum nezdinde meşruiyet kazandırma fonksiyonu da yüklenmiş olarak Diyanet, siyasetin en kullanışlı aparatı oluyor demek mümkün.
Diyanet’in katılma dilekçesinden hiçbir dini gerekçe yok diyebilirim. Yazmadan önce aynı merakla yana yakıla dilekçenin tam metnini görmek istedim. Bir gazeteci arkadaşımız gönderdi ve okuduğumda Diyanet’in görev tanımıyla uyumlu hiçbir katılma gerekçesi olmadığını gördüm. Sadece sorumluluğu Diyanet’e ait olan ibadet yerlerinin şiddet eylemlerinden zarar görmesinden söz ediliyor.
Bu iddiada ise herhangi bir somut olgu belirtilmemiş. Hangi cami/mescitin, hangi tarihte ve ne tür bir zarar gördüğüne dair olgu iddiası geçmiyor dilekçede. Bu konuda sadece verilen zararın vatandaş nezdinde devleti itibarsızlaştırdığı ifadesi gerekçe gösterilmiş.
Yaklaşık üç sayfalık dilekçede Diyanet Kanunu’ndan ihtiyaca binaen alıntı yapılmış. Dinin temel kaynaklarından doğru ve güncel bilgi aktarımına ilişkin yasal yükümlülüklerine atıf var. Oysa bu yasal görevi nedeniyle Diyanet asıl olarak Kobanê davasında HDP’li politikacılara ağır cezalar istemek yerine vaktinde IŞİD’in karşısına güçlü sağlam dini dayanaklarla çıkmalıydı.
Bu nedenle yasal yükümlülük iddiasını ihtiyaca binaen kullanmış yorumunu yapıyorum. Bu politikacıların “dini değerlerimizi aşağılayan söylemleri” oluyormuş ki tek bir somut örnek verilmiyor dilekçede. Bunun dışında tüm yazılanlar ise sade suya tirit hükmünde, bölünme korkulu hamasetten ibaret.
Anlaşılan siyasi davalarda artık sıkça sahne alacak Diyanet İşleri.
Peki iktidar neden Diyanet’in davaya katılmasına ihtiyaç duydu? Somut delil bulamadığı için “manevi destek” arıyor olabilir. Yalnız haber verelim o dilekçede kesinlikle manevi bir ruh yok. Salt materyalist söylemlerle dolu popülist politikacı kaygısı hakim.
Misal Diyanet yerine Merkez Bankası bir kamu idaresi sıfatıyla katılma talebinde bulunsa yine benzeri bir dilekçe metni okurduk. Fakat tabii ki iktidarın siyasi hesaplarına Diyanet kadar kullanışlı bir aparat olarak monte edilemezdi.
Etnik ayrıştırmanın dinî ayrıştırma ile iç içe geçirilmesi girişimi olarak görülen Kürt siyasetini güya çoğulculaştırma politikası, iktidarın uzun yıllardır sürdürdüğü muhalefeti bölme taktiğinin bir diğer ayağı.
Hüda Par ile bu taktik dindar Kürtler ile seküler Kürtler arasında da bir ayrıştırma harekatı olarak görüldü. Diyanet’in Kobanê davasına katılması iktidarın Kürtler arasındaki dindar-seküler ayrıştırmasını tahkim ederek HDP’nin Kürt siyasi hareketinin en güçlü temsilcisi olmasını engelleme politikasını tahkim etmeye hala çok ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.
Büyük ihtimalle Kobanê davasının sonucu AYM kararını da şekillendirecek. Diyanet’in katılması, HDP’nin yerini almış olan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (YSP) üzerinde kurulacak baskıyı sürdürülebilir kılmak amacına yöneliktir. İktidarın hedefi Kürt halkının seküler politikacılara ve partilere değil Hüda Par’a meyletmesini sağlamak.
Kürt seçmenin ezici çoğunlukla seküler partilerden yana gerçekleşen tercihini değiştirmesi için bu davada Diyanet’in desteğine ihtiyaç duyulmuş gibi görünüyor. Dindar-seküler karşıtlığı Kürt siyasetinde hayli azalmışken Hüda Par’a can verme nedenlerinden birisi de kutuplaşmanın kırılmasını durdurmak olmalı.
Kürt halkının Kobanê davasına olan desteğini azaltırsa verilecek hukuksuz karara meşruiyet sağlayacağını düşünüyor olmalı iktidar.”
***
Hakan Tahmaz da, makalesinde “görüldüğü kadarıyla hızla sona yaklaşılıyor” diyor. Sitesinde yayınladığı yazısının en can alıcı bölümü şöyle
“AK Parti seçim yenilgisini ilk kez 7 Haziran 2015 seçimlerinde tattı. İkinci kez ise İstanbul, Ankara büyükşehir belediyeleri başta olmak üzere 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde tattı ve ciddi siyasal sarsıntılar yaşadı.
2023 Mayıs seçimlerine bu yenilgilerin tecrübesiyle hazırlandı. Her iki yenilginin belirleyicisinin önemli bir siyasal aktörünün Kürt siyasal hareketi olduğunu tespit etti. Bu tespit iktidar partisini, Kürtleri (HDP’yi) demokratik siyaset alanından dışlama, etkisizleştirme, tasfiyesini hızlandırma arayışına ve çabalarına yönlendirdi.
Anayasa Mahkemesi’nde görülen HDP’nin kapatılması istemli dava ve IŞİD’in Kobanê’ye yönelik saldırısı sonrasında yaşanan 6-8 Ekim 2014 olayları nedeniyle, HDP eski Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş dahil 108 siyasetçinin yargılandığı Kobanê davasının 2019 yerel seçimlerinden hemen sonra açılması tesadüf olmasa gerek.
Bu iki davanın, 2013-2015 çözüm sürecinin bitirilmesi sonrası izlenen güvenlikçi ve tasfiye politikaların son aşaması olduğu anlaşılıyor.
Bu süreçte Kürt siyasetçilerine yüzlerce dava açıldı, binlercesi tutuklandı. Bu iki dava dahil bütün bunlar, 30 Ekim 2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu kararlarında, Kürt demokratik hareketini çökertme planı şeklinde tanımlandı.
MGK toplantısı sonrasında yapılan MGK genel sekreterliğinin açıklamasının A bendinde “milli güvenliğimizi tehdit eden, kamu düzenini bozan, iç ve dış legal görünüm altındaki illegal faaliyet yürüten paralel yapılanmalar ve illegal oluşumlar ile yürütülen mücadelenin kararlıkla sürdürüleceği vurgulanmıştır” cümlesi yer alır.
Burada sözü edilen, altını çizdiğim hedefin esas olarak HDP ve demokratik Kürt siyaseti olduğu süreç içinde bütün çıplaklığıyla görüldü.
Bu davaların siyasi kumpas davaları olduğu bütün dünyaca biliniyor. Bu iki davada da siyasi iktidarın ihtiyaçlarına göre yol alındığı görülüyor.
2024 Yerel seçimleri öncesi her iki dava sonuçlanmış olacak. HDP Eş başkanlarının, Anayasa Mahkemesinde görülen kapatma davasına ilişkin son sözlerini sonbaharda söylemeleri bekleniyor. Kapatma davasının güçlendirilmesi veya karara meşruiyet zemini yaratılması için, öncesinde Kobanê davası sonuçlandırılmaya çalışılıyor.
Türkiye’nin geldiği yeri göstermesi bakımından çok ilginç gelişmeler.
Diyanet İşleri Başkanlığı bu taleple “siyasi bir aktör olarak toplumsal alanda sahne almaya” soyunmuş durumda. Bunun sonuçlarını kestirmek zor olmasa gerek.
Daha da tehlikelisi bütün bunların sol muhalefet ve toplum tarafından görülmüyor, görmezlikten geliniyor veya kavranamıyor olması.
İktidarın bu davada, başka davalarda da uygulayabileceği normlar yarattığının ne yazık ki muhalefet güçleri farkında değiller. Sessizce köşelerinde izliyorlar. 2016 yılında “anayasaya aykırı ama dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet diyeceğiz” tutumundaki gibi yeni rejimin inşasını kolaylaştırıyorlar.
Sabah akşam, olur olmaz Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan şikâyet edenler, ‘devlet laisizminin’ yok edilmesinden yakınanlar, söz konusu Kürt siyasal hareketi olduğunda gıklarını çıkarmıyor.
Görüldüğü kadarıyla hızla sona yaklaşılıyor. Cumhuriyetin ikinci yüzyılının eşiğinde Kobanê davası, HDP’nin kapatılması davasının yasal zeminini oluşturacak. Aynı zamanda Kürt sorununun geleceği açısından turnusol kâğıdı işlevi görecek ve yeni rejimin karakterini belirleyecek.
Çünkü bu dava, 2014 yılında bütün dünyayı sarsan IŞİD’ın karanlıklar imparatorluğu yaratma çabalarına karşı durma çabası gösterilmesi ile başka bir yaşam arzusu bahane edilerek sürdürülen bir siyasi kavganın ürünü.
Kısacası muhalefet krizinden çıkabilmek için, Kürt sorunu gibi milli meseleler söz konusu olduğunda bir an önce “Kobanê düştü düşecek” diyenlerle birlikte hizalanmayı terk etmesi gerek.”
Bu yazı Gazete Duvar‘dan ve Hakan Tahmaz‘ın kişisel blogundan alınarak aktarılmıştır.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.