Son söyleneceği en başta söyleyelim: “Eğer bugün böylesine yoksulluk çekiliyor, birçok mal ve hizmete sabahtan akşama zam geliyor, Türk parasının daha da değer yitirmesini önlemek adına adeta bin takla atılıyor, kimse yarınına güven duyamıyorsa bunun tüm sebebi olmayacak zamanda faiz indirimine gidilmesidir.”
Bu sorunların ortaya çıkmasına yol açan çok önemli bir etken daha var:
“Türkiye, geçmişte siyasilere ‘Bu böyle olmaz’ diyebilen, hatta gerektiğinde istifa edebilen bürokrat geleneğini kaybetmiştir.”
Soru şudur:
“Türkiye eğer o eski bürokratlarına benzer kadrolara sahip olsaydı ya da siyasiler ekonomiye doğrudan müdahale etmeseydi, daha açık ifadeyle karışmasaydı şu an girişte sıraladığım sorunları yaşıyor olur muyduk?”
Hani bilimkurgu filmler vardır, zamanda yolculuğa çıkan kahramanımız geçmişteki bir yanlışı düzeltir, böylece tarihin akışı değişir ya… Biz de geçmişe gitsek (mesela yani) ve bazı yanlışları düzeltsek nasıl olur?
Hadi şimdi gelin zamanda bir yolculuğa çıkalım ama önce yakın dönemde yaşananları kısaca hatırlayalım.
2018-2019 yıllarına, Rahip krizi sırasındaki faiz artırımı ve sonrasında “Laf dinlemiyor adam”la başlayan sürece de gidebiliriz ama o kadar uğraşmayalım, hafızalarımızda daha taze olan son faiz indirimi ve hemen öncesine uzanalım.
Kasım 2020’de Merkez Bankası Başkanlığı görevine getirilen Naci Ağbal, bu koltukta ancak dört buçuk ay oturabildi. Ağbal aslında Merkez Bankası kökenli bir isim değildi ama politika faizindeki dağınıklığı toparlamış, faiz artışına gitmiş ve Türk parasının değer kazanmasını sağlamıştı.
Mart 2021’de başkanlık el değiştirdi ve koltuğun yeni sahibi Şahap Kavcıoğlu oldu. Faiz eylüle kadar yüzde 19’da kaldı ve o ay indirim başladı. İşte o indirimle birlikte TL hızla değer yitirdi, enflasyon fırladı ve bugünlere gelindi.
Birinci senaryo olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özellikle Merkez Bankası’na hiç karışmadığını ve bankanın bağımsız bir şekilde karar aldığını varsayalım.
Kasım 2020’de Merkez Bankası Başkanı olan Ağbal, mart 2021’de faizi yüzde 19’a yükseltti. Göreve geldiği dönemde yüzde 14’lerde bulunan ve martta yüzde 16’ya yükselen enflasyonu tehlike olarak gören Ağbal faizi yükselterek enflasyona karşı önlem aldı.
Martta kendi isteğiyle görevi bırakan (tabii ki öyle olmadı, Ağbal görevden alındı) Ağbal’ın yerine başkan olan Kavcıoğlu da aynı faiz politikasını yürüttü. Kavcıoğlu başkanlığındaki her PPK toplantısından sonra yapılan açıklamada politika faizinin enflasyonun altında belirlenmeyeceğine vurgu yapıldı.
2021’in temmuzuna gelindiğinde yıllık enflasyon yüzde 19’a dayanmıştı. Bir ay daha bekleyen ve ağustos gerçekleşmesini de gören Merkez Bankası, ağustos sonundaki yıllık TÜFE’nin yüzde 19.25’e çıkması üzerine faiz artırdı. (Dikkat yolculuk başladı!) Politika faizi eylül 2021’de yüzde 19’dan yüzde 20’ye çıkarıldı. Merkez Bankası, enflasyonla mücadelede kararlı olunacağı ve gerektiği takdirde faiz artırımına devam edileceği mesajı verdi.
Faiz artırımı ve açıklamadaki kararlı dilin etkisiyle 8.40’larda seyretmekte olan dolar önce 8.20’ye, daha sonra 8’e geriledi.
Merkez Bankası enflasyonun yeniden yüzde 19’un altına inmesini ve doların yatay seyrini yeterli görmedi. Ekim toplantısında faiz yüzde 21’e yükseltildi.
2018’deki rahip krizi sırasında faiz yükseltmekte siyasi baskılar yüzünden gecikilmesi ve bu yüzden kurun ve enflasyonun yükselmesi gibi bir olumsuzluk bu sefer yaşanmıyordu. Merkez Bankası dilediği zaman dilediği kararları alabilen bir konumdaydı.
Merkez Bankası çok proaktif bir şekilde çalışıyordu ve tabii ki “Kur çok artarsa kur korumalı mevduat gibi bir enstrüman çıkarmak gerekir” diye düşünmeye de gerek kalmamıştı!
2021 yılı yüzde 20’nin biraz altında bir enflasyon ve 8 dolayında bir dolar kuruyla kapatıldı.
Tümüyle bağımsız çalışan ve araç bağımsızlığını sonuna kadar kullanabilen Merkez Bankası’nın kredibilitesi üst düzeydeydi. Dövizi artırmaya niyetlenenler çıkmıyor değildi ama bunların niyeti Merkez Bankası’nın piyasaya gireceğini duydukları an kursaklarında kalıyordu. Merkez Bankası’nın adı yetiyordu.
Öyle “başka ülkelerde” denenen kamu bankaları eliyle arka kapı satışları tabii ki söz konusu değildi. Hem Merkez Bankası döviz satsa bile bunu kamuoyuna açıklardı, gerçi satış yapılmadığı için açıklama yapmak da gerekmiyordu.
2022’de Türkiye ekonomisini de etkileyen en olumsuz gelişme kuşkusuz Rusya-Ukrayna savaşıydı ve bu yüzden enerji fiyatlarında belirgin bir artış yaşandı. Ancak Merkez Bankası buna karşı da hazırlıklıydı ve olumsuz etkileri en aza indirmek için gerektiği ölçüde adım atmaktan geri durmadı. En büyük avantaj da tabii ki Türk parasının çok değer yitirmemiş olmasıydı, bu da faizin gereken düzeyde belirlenmesiyle sağlanıyordu.
Enerji fiyatlarındaki artışla yıllık enflasyon bir ara yüzde 25’i zorlamış ve bu durum alarm zillerinin çalmasına yol açmış, ancak yıl yine yüzde 20’nin altında kapatılmıştı.
Enflasyon yüzde 15-20 arasında olduğu için 2022’nin haziranında kira artışını yüzde 25 ile sınırlamak gibi bir karar da tabii ki alınmamıştı!
2023’teki Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimi öncesi iktidar partisi harcamaları çok artırdı. Ne var ki Merkez Bankası yine devreye girerek bu parasal genişlemenin enflasyonu azdırmaması için faizi bu sefer daha yüksek oranda yukarı çekti.
Maliye ve para politikasının uyumlu yürütülmesi sayesinde seçim sonrasında ne Maliye Bakanını ne de Merkez Bankası Başkanını değiştirmeye ihtiyaç duyuldu.
Türkiye ekonomisi istikrarlı bir görünüm sergiliyordu. Tabii ki enflasyon AB ortalamasına göre hala çok yüksekti; yüzde 15-20 dolayında bulunuyordu ama tüm toplum bu oranın yakın zamanda tek haneye ineceği konusunda hemfikirdi.
Benzinin litresi iki yıl önceki yaklaşık 8 liraya göre 1 lira kadar artarak 9 liraya, motorin de 7 liradan 8 liraya çıktı.
TÜİK’in enflasyon ölçümlerine kimse kuşkuyla bakmıyor, çalışanlara verilen zamlar da enflasyonun altında kalmıyordu.
Son dönem için Türkiye ekonomisinin temeline dinamit konulan tarih Merkez Bankası’nın faiz indirimi kararı aldığı 23 Eylül 2021’dir. Politika faizinin yüzde 19’dan yüzde 18’e indirilmesiyle başlayan ve faizde yüzde 8.50’ye kadar gelinen süreç…
Peki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın isteğine rağmen bu yapılmayabilir, faiz indirilmeyebilir ve girişteki senaryo gerçek olabilir miydi?
Bir bürokratın yapmadığını yapacak bir başkası elbette bulunabilirdi ama dikkatinizi çekerim bir tek kişi bile “Bu olmaz, yanlıştır” dedi mi, dediyse de ayak direyebildi mi?
Girişte belirttiğim bürokratik geleneği kaybetmek, işte budur.
Üç örnek vereceğim..
- Rüşdü Saracoğlu Merkez Bankası Başkanı’dır ve Süleyman Demirel hükümetinin ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Tansu Çiller ile anlaşamamaktadır. İki isim arasındaki görüş ayrılıklarını Ankara’da bilmeyen yoktur. Ama Saracoğlu doğru bildiğini yapmaya devam eder. Ne zamana kadar mı? Demirel Cumhurbaşkanı olup Başbakanlık koltuğuna Çiller oturur oturmaz Saracoğlu Merkez Bankası Başkanlığı görevini bırakır. Çünkü Merkez Bankası Başbakanlığın ilgili kuruluşudur ve Saracoğlu da Başbakan Çiller ile yakın bir çalışma içine girmek durumundadır.
- İkinci örnek Hazine Müsteşarlığı görevini bırakan Mahfi Eğilmez’dir. Eğilmez, yapısal reformlar yapılacağı sözünü alarak Başbakan Mesut Yılmaz’ın Hazine Müsteşarlığı görevi teklifini kabul eder. Bu reformlar ve özellikle enflasyonun düşürülmesi konusunda detaylı bir çalışma yapan Eğilmez, bu çalışmasını Başbakana sunar. Mesut Yılmaz, bir basın toplantısında, kapsamında bu çalışmanın da bulunduğu bir açıklama yapacaktır. Ancak Yılmaz, o toplantıda bu konuya hiç değinmez. Mahfi Eğilmez, Hazine Müsteşarlığı görevini kabul etmesi için verilen söz tutulmadığı için istifa eder. Eğilmez’in Müsteşarlık görevi beş ay bile sürmemiştir.
- İstifa ile sonuçlanmasa da üçüncü bir örnek daha var. Eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması gündeme geldiğinde buna karşı çıkar. Bu görüş kamuoyuna yansıyınca dönemin Başbakanı Erdoğan Yılmaz’ı çağırarak niye böyle düşündüğünü sorar. Yılmaz, Merkez Bankası’nın Yasasında (TCMB Yasası Madde 2) “Bankanın merkezi Ankara’dadır” yazdığını, bu hüküm yeni bir yasayla değiştirilmediği sürece merkezin İstanbul’a taşınmasının mevzuata aykırı olacağını söyler ve bu taşınma gerçekleştiği takdirde istifa edeceğini belirtir. Ancak Durmuş Yılmaz’ın görev süresi taşınma işleminden çok önce dolar. Şimdi Merkez Bankası bir anlamda ikiye bölünmüş durumda bir kısmı Ankara’da, bir kısmı İstanbul’da faaliyet göstermektedir.
——-
Bu yazı Ekonomim‘den alınmıştır.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.