Gazeteci Oktay Candemir @oktaycandemir adresinden 6 Eylül 2022’de Twitter’da şöyle yazmıştı:
“6-7 Eylül’de kahvehaneye girerek içeride oturanlara “Erkek olan dışarı çıksın!” diye bağırır. Kahvehanede oturan herkes bu kadını çok iyi tanımaktadır. “Dağ Başını Duman Almış” marşını okuyarak kitleyi Rum dükkanlarını yağmalamak için yürütür. Bu kadın Müzeyyen Senar’dır.”
Bu iddia üzerine, yıllardır aklıma takılan bazı soruların cevabını bulmak için uzun bir yolculuğa çıktım. Bu yolculuğun hikayesi bir tarih anlatısından ziyade tarihle ilgili bir konuda “dedektiflik” hikayesi ile sonuçlandı, bunu baştan söyleyeyim. Böylece anlatımda kullandığım birinci tekil şahıs zamirini veya bazı “teklifsiz” ifadelerimi hoş görmeniz mümkün olur.
Uzunca yoldan anlattım hikayesi, çünkü “gerçeğe ulaşmanın” aslında hiç de kolay olmadığını göstermek istedim. Hala da “gerçeği” bildiğimi düşünmüyorum, olsa olsa gerçeğe biraz daha yaklaşmışımdır.
Şu ana kadarki bilgilerimle, 16 Temmuz 1918’de doğan, 8 Şubat 2015’te 96 yaşında ölen Müzeyyen Senar’ın, Türk Sanat Müziği’nin nadide temsilcisi, kendisi hakkında yazılan biyografide dendiği gibi Cumhuriyet’in Divası’nın, 6-7 Eylül 1955 pogromu ile ilişkilendirilmesi ilk 7 Eylül 2001’te AGOS’ta yayımlanan Yervant Gobelyan yazısı ile başladığını tespit etmiş bulunuyorum:
“Ülkemi O Gün Batırdılar” başlıklı yazıda Gobelyan “Taksim Kazancı Yokuşu’nda oturuyor ailem. (…) Evimizin bulunduğu sokağa yöneldik, ortalıktaki korkunç durumu evdekilere anlattık ve kapıyı kimseye açmamalarını söyledik, sonra tekrar caddeye çıktık. Yokuşun başında lETTcilerin gittiği kahve vardı. Taksim trafik merkezi olduğundan şoförler ve biletçiler burada nöbet ve servis sıralarını beklemek için çay kahve içer, sohbet ederlerdi. Birden meydan tarafından bir kadın peşine birkaç kişi takmış, hışımla kahveye geldi. “Siz ne biçim Türksünüz, nasıl Müslümanlarsınız? Selanik’te Rumlar Atatürk’ün doğduğu evi bombaladılar, siz burada oturmuş çay içiyorsunuz, yazıklar olsun size. Haydi, durmayın, kalkın bakalım!” deyip herkesi peşine taktı. Beyoğlu caddesine doğru yürümeye başladılar. Daha sonra, o kadının bugün hâlâ hayatta olan M.S. adlı Türk Sanat Müziği şarkıcısı olduğunu sokağın Türk esnafından öğrendik. Bunlar, kendi gözlerimle gördüklerim ve yaşadıklarım…”
O gün belki gazetelerde yer almadı bu iddia ama muhtemelen AGOS yazarları arasında konuşuldu konu. Nitekim bunun ipuçlarını ileriki yıllarda görecektik. Yeri geldiğinde değineceğim.
Bu yayından beş yıl sonra yani 2006 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi-Atatürk İlkeleri ve İnkılapları Tarihi Enstitüsü’nde Hülya Gölgesiz Gedikler’in “1950-1960 yılları arasında İzmir’de gündelik yaşam” başlıklı doktora tezi kabul edilmiş. Tezin danışmanı Kemal Arı imiş.
Ulusal Tez Merkezi’nde metnine ulaşabileceğiniz tezin 251. sayfasında şöyle yazıyor:
“[D]iğer yandan [İzmir Valisi] Kemal Hadımlı, dönemin [İzmir] Emniyet Müdürü Zeki Demir’e olaylara müdahale etmesi yönünde emir vererek göstericilerin arasına karışıp, omuzlarda taşınmıştır. Ayrıca eski İstanbul Valisi Ethem Yetkiner’in eşi Müzeyyen Senar’ın da “Dağ Başını Duman Almış” marşını söyleyerek göstericileri teşvik ettiğinden ve valinin ancak sabaha karşı olayların yatıştırılması için güvenlik güçlerine emir verdiğinden söz edilmektedir. Olayın hemen sonrasında 495 kişinin ifadesinin de alındığı belirtilmektedir.”
Bu tezin önemi şuydu: ilk defa Müzeyyen Senar’ın adı 6-7 Eylül 1955 olayları ile birlikte ve net şekilde dile getiriliyordu. Ancak olay mahalli Yervant Gobelyan’ın yazısında ima edildiği gibi İstanbul-Taksim değil İzmir’di! İzmir’in neresiydi, tez yazarı rivayetine bunu dahil etmemişti. Anlatının sorunlu yanı ise, bir doktora tezinde kaynağı belli olmayan bir söylentinin bilgi gibi aktarılmasıydı.
Bir de maddi hata var: Müzeyyen Senar Ethem Yetkiner’le hiç evlenmedi, 1953-1955 arasındaki Türkiye’nin Suudi Arabistan Sefiri Tevfik Hamza Bey’le evliydi. Demek ki tez danışmanı Kemal Arı’nın da dikkatinden kaçmıştı bu hususlar.
Ancak 2015 yılına kadar herhangi bir kimsenin bu doktora tezine atıfla Müzeyyen Senar’ın 6-7 Eylül’deki “rolüne” ilişkin bir iddiada bulunduğu tespit edebilmiş değilim. Yani Yervant Gobelyan’ın iddiasının kaynağı bu olamaz, zaten Gobelyan İstanbul’da geçtiğini iddia ediyordu olayın.
25 Şubat 2015 günü Facebook’ta Recep Maraşlı’nın “KİM BU ÜNLÜ ŞARKICI?” başlıklı gönderisinde olay bu sefer başka bir mecrada yayılmaya başlamış, hem de gayet “teşkilatlı” bir biçimde. Okuyalım:
“Geçenlerde ses sanatçısı Müzeyyen Senar’ın vefatı üzerine yazdığım bir mesajdan sonra, sanatçının 6-7 Eylül’de ‘kahvelerden adam topladığı’ ve ‘talan edilen kürklerden kürk üstüne kürk giydiği’ gibi anlatımlarla gelişen bir tartışma yaşanmıştı. Bu bilgilerin kaynağı araştırılırken Sezai Sarıoğlu’nun, Hrant döneminde Agos’ta yayınlanan bir yazıda okuduğunu, ismin M.S. olarak geçtiği, MS’nin Müzeyyen Senar olup olmadığı ile ilgili Hrant’la konuşmak istediği, ama buna fırsat bulamadığı somut bilgisine ulaşmıştık. Sonunda Sarıoğlu’nun bahsettiği yazıya ulaştım. Bunun için Aris Yalman Nalcı ve Emre Can Dağlıoğlu’na çok teşekkür ediyorum. Yazı 2 Eylül 2001 tarihli ve Yervant Gobelyan’a ait. Yazıda Gobelyan kahvehanelerden adam toplayan kadını tasvir ediyor, ama bunun MS adlı ünlü bir Türk Sanat Müziği sanatçısı olduğunu başkalarından öğreniyor. ‘MS’ ile Müzeyyen Senar’ın kastedildiği bence açık. Çünkü o tarihlerde aynı ismin baş hafleriyle başka ünlü bir Türk Sanat Müziği şarkıcısı kadın daha yok. Ama Gobelyan kendisi doğrudan tanımadığı, diğer esnafın ise benzettikleri için mi yoksa gerçekten tanıyıp da mı söylediklerine belli ki Hrant Dink, tam emin olamadığı için ismin rumuz olarak kalmasını tercih etmiş. Maalesef Gobelyan vefat ettiği için bizzat kendisinden bunu sorma imkânı artık yok. Söz konusu yazıda ‘Kürk giyme meselesi’ anlatılmıyor. Artık onu da başka kaynaklardan araştırmak lazım.”
Gerçekten çok ilginç bir aktarım… Öncelikle Recep Maraşlı’nın akademik tarihçi olmamakla birlikte çeşitli konularda çok ciddi, çok önemli araştırmaları olan, bunları bilimsel formatta yazıya döken, bol okuyuculu bir yazar olduğunu anımsatmak istiyorum. Dolayısıyla kendisini tanıyan birinin Facebook gönderisindeki bilgilere güvenmesi çok doğal.
Gelelim ilginçliklere:
Bu aktarımdan anlaşıldığı kadarıyla konu Facebook’taki bir grupta tartışılmış. Tartışmaya sanatçı Sezai Sarıoğlu, gazeteci Aris Yalman Nalcı ve akademik tarihçi Emre Can Dağlıoğlu katılmış. Ayrıca Sarıoğlu’nun şahadetiyle 2007’den önceki bir tarihte merhum gazeteci Hrant Dink de dahil edilmiş.
Sonuç olarak karşımızda son derece güçlü bir “heyet” var. Bu heyet neye karar vermiş? Yazının başında atıfta bulunduğu Yervant Gobelyan’ın yazısında “kahvelerden adam toplayan kadın”ın Müzeyyen Senar’dan başkası olamayacağına! Çünkü o tarihlerde adının ilk harfleri M.S. olan başka sanatçı yokmuş! Hatta Maraşlı “somut bilgiye ulaştık”, “Müzeyyen Senar’ın kastedildiği bence çok açık” diyerek güçlendiriyor iddiayı. Neyse ki sonunda “söz konusu yazıda ‘kürk giydirme meselesi’ anlatılmıyor. Artık onu da başka kaynaklardan araştırmak lazım’ diyerek frene basıyor Maraşlı…
Konunun bazı çevrelerde tartışılmaya devam edildiğini 13 Eylül 2016 tarihli sivilsayfalar.org sitesinde yayımlanan bir röportajdan anladım. Röportajı gazeteci Bahar Kılıç, New York Üniversitesi Siyaset Bölümü Öğretim Görevlisi Ayda Erbal ile yapmış.
Erbal, Hülya Gölgesiz Gedikler’in tezini esas olarak Müzeyyen Senar’ın İstanbul’daki olaylardaki failliğini bir de tarih yazımı teorisiyle çerçeveleyerek bize sunuyor.
Erbal vardığı sonuçtan öyle emin ki, kimse kolay kolay araştırmaya devam etme cesareti bulamaz kendinde. Merak edenler için link burada: 6-7 Eylül tartışmaları, hafızası ve yüzleşmesi
Uzatmayayım, bu tarihten sonra Ekşisözlük’te, Facebook’ta ve Twitter’da “Müzeyyen Senar’ın 6-7 Eylül 1955 günü İstanbul’da Dağ Başını Duman Almış Marşı’nı söyleyerek, kahvehanelere girip siz adam mısınız? Siz Türk müsünüz?” dediği, bu eylemleriyle 6-7 Eylül olaylarına kolaylaştırıcı ve provokatör olarak katıldığı, hatta kat kat kürkleri üzerine giydiği” şeklindeki iddia yayılıp gidiyor. (Bir itiraf: O yıl ben bile bir Twit atmış olabilirim bu minvale.)
***
Buraya kadar söz “iddia makamı”nın idi. Elbette genel hukuk kuralı olarak “iddia eden iddiasını ispatla mükelleftir” diyerek konuyu ortada bırakabilirdim ama öyle yapmadım ve tek tek iddiaları irdelemeye karar verdim. Bu niyetimi belirttiğimde çevremdeki bazı kişiler Barış Ünlü’nün kült kitabı Türklük Sözleşmesi’nin (Dipnot Yayınları, 2018) ana temasına atıfla “bu konuyu niye irdeleme gereği duyuyorsunuz, Beyaz Türklerin suç işleyeceğine inanmak istemiyorsunuz galiba? Müzeyyen Senar’ı temize çıkarmak size mi düştü? İçinizdeki gizli Türkçü mü uyandı?” mealinde serzenişlerde (suçlamada mı desem acaba?) bulundular.
Yıllardır Barış Ünlü’nün mükemmel biçimde formüle ettiği Türklük Sözleşmesi’nin ne kadar güçlü bir yapıştırıcı olduğunu anlatan yüzlerce, belki de binlerce yazı yazmış olmam bir yana, Müzeyyen Senar’a gelinceye kadar 6-7 Eylül 1955 pogromuna dahil edilen 200 bin kadar kişi içinde bir değil binlerce modern ve şık giyimli hanımefendi olduğunu kamusal alanda ilk dile getirenlerden biriyim.
Yani bazılarının, muhtemelen Müzeyyen Senar’ın dostu ve biyografi yazarı Radi Dikici 2005’te yazdığı Cumhuriyet’in Divası Müzeyyen Senar kitabının başlığındaki unvanın ima ettiği “Kemalist” ayrıcalıklarından dolayı büyük 6-7 Eylül 1955 pogromunun alt metni olan Türklük Sözleşmesi’ni doğrulamak için büyük hevesle yaptıkları gibi, Müzeyyen Senar’ı olaylara monte etmeye hiç ihtiyaç duymuyorum.
Öte yandan Müzeyyen Senar’ı ne kişiliği ne sanatını icra edişi itibariyle sempatik bulanlardanım. Hatta Radi Dikici’nin kitabında uzun uzun anlatılan ama benim daha önce başka kaynaklardan bildiğim üzere Mustafa Kemal Atatürk’le ilişkisinden beri son derece antipatik bulmuşumdur.
Ancak bir tarihçi, konusuna sempati veya antipati duygularıyla yaklaşmaz. Nesnel olarak gerçekliğin ne olduğunu anlamaya çalışır. Ben de bunu yapmaya giriştim elbette.
***
Müzeyyen Senar’ın “6-7 Eylül” sırasında nerede olduğunu, olduğu yerde ne yaptığını anlamak için önce Milliyet ve Cumhuriyet gazetesinin arşivleriyle başladım taramaya. Tarama aralığı olarak 1 Eylül 1955 ile 30 Eylül 1965 arasını seçtim.
Bu aşamada yardımıma Facebook’tan Mustafa Billur adlı arkadaş koştu. Kendisini bu vesileyle tanıdım. Mustafa Bey, benimle birlikte Cumhuriyet arşivini benden çok daha başarılı biçimde taradı ve benim bulamadığım haberleri buldu. Şimdiden kendisine yürekten teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet’in internet arşivinden konumuzla ilgili olarak Mustafa Bey’in bulduğu ilk kupür 8 Eylül 1955 tarihinde gazetenin 1. sayfasında “İzmirde sükûn avdet etti” başlığıyla başlayan ve olayların İzmir’deki serencamını kısaca özetleyen haberdi. Haberin 5. sayfadaki devamında bizi ilgilendiren cümleleri görüyorduk:
“Konserler vermek üzere İzmirde bulunan Müzeyyen Senar Işıl dün akşam otomobilile motörüne dönerken bir grup nümayişçi ile karşılaşmıştır. Nümayişçiler otomobilin üzerine çıkardıkları Müzeyyeni kendileri için şarkı söylemeye zorlamışlardır. Fakat Müzeyyen durumu soğukkanlılığı sayesinde gayet iyi idare etmiş, -Haydi hep birlikte” diyerek ‘dağ başını duman almış’ marşını söylemeğe başlamıştır. Nümayişçiler de kendisine refakat etmişlerdir.”
Evet, böylece doktora tezinden sonra ikinci bir kaynaktan Müzeyyen Senar’ın “6-7 Eylül” günlerinde İzmir’de olduğunu okuyordum.
Yani Müzeyyen Senar, eğer “kötü bir şeyler yaptıysa” pek çok kişinin atıfta bulunduğu Yervant Gobelyan’ın iddia ettiği gibi İstanbul’da değil İzmir’de yapmıştı o “kötü şeyleri”.
Bu haberde ilginç birkaç bilgi var. Bir kere 8 Eylül 1955 tarihli haberde “dün” deniyor, yani 7 Eylül 1955 günü kastediliyordu. 6-7 Eylül 1955 pogromu hakkındaki ilk bilimsel kitabı (Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında 6-7 Eylül Olayları, Tarih Vakfı Yayınları, 2005) yayımlayan Dilek Güven’e göre İzmir’deki olaylar Gece Postası gazetesinin 6 Eylül 1955 tarihli baskısıyla başlamış, aynı akşam Fuar dolayısıyla Konak Meydanı’na çekilen Yunan bayrağını bir grup gencin “Kıbrıs Türktür! Gavurlara ölüm! Nidalarıyla indirip yakmasıyla ve yerine Türk bayrağı çekmeleriyle tırmanmış, İstiklal Marşı söyleyerek fuar alanına doğru yürüyüşe geçen güruh Lozan ve Dokuz Eylül girişlerindeki Yunan bayraklarını indirip yakmış, ardından Yunan pavyonunu taşlayıp içi donanımını parçaladıktan sonra binayı ateşe vermişti.
Aynı anda Alsancak’ta bulunan Yunan Konsolosluğu önünde bir başka grup protesto için toplanmış, yine bayrak indirme, ardından binaya saldırıp mobilyaları parçalama ve nihayet binayı ateşe verme ile sonlanmıştı pogrom.
Dilek Güven olayların ertesi güne kaldığını söylemiyor. Bu açıdan gazetenin “dün” derken hata yaptığını düşünüyorum.
İkinci ilginçlik pek önemli değil ama görmüşken söylemeden geçmedim. Haberde “Müzeyyen Senar Işıl” denmesi. Işıl soyadı Müzeyyen Hanım’ın 1943’te evlenip birkaç yıl sonra boşandığı (kaynaklarda boşanma yılı yok ama her hâlükârda 1953 öncesi olduğu, o tarihte artık yeni eşi Tevfik Hamza Bey’le evli olmasından anlaşılıyor) Ferit Işıl’dan geliyor olmalı ve gazetecilerin 15 yıl sonra bile Işıl demesi garip göründü bana.
Ayrıca Müzeyyen Senar’ın hangi mekândan çıkarken taciz edildiği, “motörü” derken neyin kastedildiğini anlamak mümkün değildi. Ama “nümayişçilere Dağ Başını Duman Almış marşını söylettiği” iddiasının belki de ilk kaynağını bulmuştuk!
Ancak Müzeyyen Senar hakikaten 6-7 Eylül günleri İzmir’de miydi? Bu şüphem devam ediyordu çünkü Radi Dikici’nin 2005’te ve 2017’de yayımlanan kitaplarında buna dair bir bilgi yoktu. Hatta Radi Dikici o yılları blok halinde atlayarak devam etmişti. Gazete taramalarımda da Müzeyyen Senar’ın adını içeren İzmir Fuarı ilanı bulamamıştım.
Sonuçta şüphelerim yersiz olmalıydı çünkü Mustafa Billur’un bulduğu 26 Şubat 1956 tarihli Cumhuriyet gazetesinin 3. sayfasındaki haberde: “İzmir 25 (Telefonla) Tanınmış ses sanatkarı Müzeyyen Senar hakkında İzmir Cumhuriyet Savcılığı tarafından tahkikat yapılmaktadır. Sanatkarın 6 eylül gecesi “Dağ başını duman almış” marşını söyliyerek halkı nümayişe teşvik ettiği iddia olunmaktadır. Müzeyyen Senar halen Amerikada bulunduğu için ifadesini almak şimdilik mümkün olmamıştır,” yazıyordu.
Bu sefer tarih 6 Eylül olmuştu. Bu haberde dikkatimi çeken husus ise Müzeyyen Senar’ın “Amerikada olması yüzünden ifadesinin şimdilik alınamadığı” idi. Dikkatimi çekmişti çünkü Radi Dikici’nin kitaplarında veya Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerindeki taramalarım sırasında karşıma böyle bir bilgi çıkmamıştı. Sadece 12 Kasım 1955 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki gazino ilanında (özgün imlasıyla) “Bebek Bahçesi Kışlık Paviyonunda İlahi Ses Sanatkarı Müzeyyen Senarı Avrupa seyahatine gidinceye kadar yarın akşamdan itibaren HER AKŞAM Yalnız Gazinomuzda dinliyebilirsiniz” cümleleri okunuyordu.
Böylece Müzeyyen Senar’ın Amerika’ya değil Avrupa’ya gideceğini öğrenmiştik, ancak iki haber arasında yaklaşık üç ay süre vardı ki, bu kadar uzun süre yurtdışında kalmış olmasının ne Radi Dikici’nin kitaplarına ne de gazete haberlerine konu olmaması ilginçti.
Müzeyyen Senar’ın “6 Eylül” olayından dolayı yargılanıp yargılanmadığını anlamak için doğal olarak mahkeme tutanaklarına bakmak gerekiyordu. İstanbul’daki yargılamalar Nureddin Aknöz’ün denetiminde İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi’nde olmuştu.
O yargılamaların tutanaklarına ulaşmam mümkün olmadı. Zaten artık Müzeyyen Senar’ın İstanbul’da değil İzmir’de olduğuna ikna olmuştum. Bu yüzden dönemin siyasi aktörlerinin yargılandığı Yassıada Duruşmaları’nın tutanaklarına yöneldim.
Bu tutanakları bir parçası olarak da 6-7 Eylül 1955 davasının tutanakları neyse ki 492 sayfalık pdf formatında bir metin halinde internetteydi.
Yargılamalar sırasında sorgulama çok karışık bir şekilde yapıldığı için ben 492 sayfalık tutanakları okuyarak, araştırma arkadaşım Mustafa Billur ise Word formatına döküp, anahtar sözcüklerle tarayarak inceledik ve ikimiz de Müzeyyen Senar adına rastlamadık. Mustafa Billur ayrıca Emine Gürsoy Naskali’nin 6-7 Eylül Olayları Davası, Yassıada Zabıtları-II (Kitabevi, 2007) kitabını da taradı, orada da Müzeyyen Senar adına rastlanmadı
Demek ki, 1956 Şubatındaki o sorgulama bir şekilde yapılmış ve Senar’ın olayla ilgisi olmadığına karar verilmişti. Nitekim o tarihten sonraki tarihlerde gerek Milliyet gazetesinde gerek Cumhuriyet gazetesinde Müzeyyen Senar’ın radyo ve gazino programlarına ilişkin 15 kadar ilan yayımlanmıştı. Yani Müzeyyen Senar’ın “darbeciler” nezdinde itibarının azaldığına dair herhangi bir emare yoktu.
Bu aşamada şu ana kadar “ilginçti”, “garip görünmüştü”, “belli değildi”, “söz edilmiyordu” diye kodladığım tüm soruları Müzeyyen Senar’ın biyografi yazarı ve en yakın arkadaşı Radi Dikici’ye soramadım, çünkü Radi Dikici 2021 yılında vefat etmişti.
Ve nihayet, Müzeyyen Senar’ın “suç tarihinde” İzmir’de olduğuna dair bir başka anlatıyı, üstelik gayet ayrıntılı şekilde Sami Coşkun’un Sanatta ve Siyasette İlham Gencer (Fosil Yayınları, 2009) adlı kitabının 16. Sayfasında buldum! Uzun bir bölüm ama ilginç olduğu için aynen aktarıyorum:
“Hiçbir gece tek bir masanın boş kalmadığı Mogambo Gazinosu, o gece 6-7 Eylül olaylarına tanık olacaktır. O gece, fuara gelenler yine Mogambo Gazinosu’nda yerlerini almıştır ve tanıdık simaların arasında değerli şarkıcı Müzeyyen Senar da bulunmaktadır. Gazino yine tıklım tıklım doludur. İlham Gencer henüz ikinci şarkısını okuduğu sırada bir anda müziğin sesi sloganlar ve bağırmalarla kesilir. Her şey durur. Ayten [Alpman] Hanım çok korkar eve eşinin (İlham Gencer’in) arkasına sığınır. Mogambo Gazinosu’nu kalabalık bir grup basmıştır. Hamile olan Alpman ne yapacağını şaşırmış, korku ve dehşet içindedir. Gelen çapulcuların başı Gencer’in önündeki mikrofonu almaya çalışır. O sırada Gencer, çapulcunun sol el bileğini kavrar ve aralarında boğuşma başlar. Bir kafa darbesiyle adamı yere yıkar. Diğerleri Gencer’in tepkisinden şaşkın bir halde durup kalırlar. Gencer orada gelişecek olayların hamile olan eşi Alpman’a ve doğacak çocuğuna zarar verebileceği düşüncesiyle, soğukkanlı bir şekilde çapulcuların elinden aldığı mikrofonla hemen İstiklal Marşı’nı söylemeye başlar. Pratik zekâsı olacakları engellemiştir. İstiklal Marşı okunurken herkes esas duruş vaziyetine geçer, tabii çapulcular da aynı vaziyete geçmiştir. Gözü müşteriler arasındaki Müzeyyen Senar’a takılır, o da korkmuş ve şaşkın bir tavırla herkes marşı okurken Türküz, Türküz, Türküz! diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamıştır. Güneş bir an için bulutların arasına saklanmışsa da Gencer’in kararlığı ile yeniden doğmuş, çapulcular neye uğradıklarını şaşırmış bir şekilde papucun pahalı olduğunu anlayarak, oradan kaçmışlardır. İstiklal Marşı mistiğinde orada çapulculardan kimse kalmaz. Bu sırada fuardaki gazinolar yerle bir edilmiş, iş yerlerinin yanısıra birçok insan da olaylardan payını alarak fuarı terk etmiştir. Gencer gösterdiği cesaretle çalıştığı yeri tahrip olmaktan kurtarırken, müşterilerinin de zarar görmesini engeller. Gençlik Marşı’yla “Dağ başını duman almış yürüyelim arkadaşlar” diyerek bir yanına eşi Ayten Alpman’ı bir yanına da Müzeyyen Senar’ı alıp, yakılıp yıkılan İzmir Fuarı’ndan işletmecilerin ve müşterilerin alkışları arasında ayrılmıştır. Ne yazık ki o yıl İzmir Fuarı tamamlanamadan kapılarını kapatmak zorunda kalmıştır.”
Görüldüğü gibi bu anlatıda Müzeyyen Senar birkaç kez anılarak “failliği” teyit ediliyordu. Ancak faillik gazinoyu basan çapulculardan korkarak üç kere “Türküz!” diye bağırmasıyla sınırlı gibi duruyordu. “Dağ başını duman almış marşını” Müzeyyen Senar mı söyledi, İlham Gencer mi anlaşılmıyor. Velev ki ikisi veya üçü birden söylemiş olsunlar, bu, yağmacıları desteklemekten ziyade panikten kaynaklanan bir savunma refleksi gibi görülüyor. Elbette “savunma”, Türklük Sözleşmesi’nin kodları ile yapılmıştı, onda gariplik yoktu!
Bu sefer İlham Gencer’in söylediklerini teyit etme ihtiyacı duydum elbette. Önce İlham Gencer o günlerde İzmir’de miydi onu araştırdım. Bu bağlamda Tunçel Gürsoy’u 2003 yılında İlham Gencer’le yaptığı bir röportajı buldum. Röportaj CAZZ dergisinin Mart sayısında yayımlanmış.
Oradan ilgili bölümü aktarıyorum:
“1955 yazında tekrar İzmir Fuarına gittik ve çaldık. Hasan Kocamaz, Ali Çetinkaya ve Aydemir Mete ile birlikte idik. İlk çocuğumuz İlhan 1954’de doğdu. Ayten o sırada kızım Ayşe’ye hamile idi. 6–7 Eylül olayları oldu.”
4 Mayıs 2010 tarihinde Yeni Asır’dan Besim Kozado’ya verdiği röportajda benzer ifadeler vardı:
“İzmir’de çalışmalarınız olmuş muydu? -Olmaz mı? İzmir’de önce 1951’de İzmir Tenis Kulübü’nü işlettim. İzmir Fuarı’na dört kere katıldım. 51-55 arası bir tek Ayten Alpman’la birer ay dolu dolu çalıştık. 1954’te Kübana’da, 1955’te Mogambo’da uzun çalışmalarım oldu. 6 Eylül olaylarından sonra mecburen ayrıldım İzmir’den.”
Ardından yine Mustafa Billur’un bulduğu, Yaprak Melike Uyar’ın 2014 yılında bir konferansta sunduğu “The Impact of Political History on Music Making: Issues of Ethnicity on Jazz in Turkey Between 1923-1955” başlıklı makaledeki (Google çevirisiyle aktarıyorum) şu ifadeleri okuduk:
“Bir dava ile Bozkurt adını alan bir Türk milliyetçisi olan İlham Gencer, 6-7 Eylül olaylarını anarken milliyetçi bir yaklaşım sergiliyor: ‘6-7 Eylül olayları yaşandı. O geceden sonra o kulüp kapanmıştı. Saldırganlar tüm İzmir’i yakıp yıktı. Çalıştığım kulüp ayakta kalan tek yerdi çünkü psikolojik bir hamle yaparak orayı kurtardım. Saldırganlar her yerin Rumlarla dolu olduğunu düşünüyor ve gayrimüslimleri hedef aldıklarını varsayıyorlardı. Ancak saldırılar sadece Rumları hedef almıyor, her yeri yıkıyorlardı. Saldırganlardan biri elinde sopayla geldi ve mikrofonu elimden almaya çalıştı. Ona yumruk attım ve “Onuncu Yıl marşını’ söylemeye başladım. Bu hareketin ardından saldırganlar marş söyleyerek bana katılarak kulüpten ayrıldılar. O gece müzik sadece beni değil, o mekandaki herkesi kurtardı.”
Böylece birkaç kaynaktan İlham Gencer’in söz konusu tarihlerde İzmir Fuarı’nda çalıştığını öğrendik. Ancak dikkat edilirse İlham Gencer sadece 2009’da Sami Coşkun tarafından yayımlanan hatıralarında Müzeyyen Senar’dan söz ediyor, 2003, 2010 ve 2014 tarihli röportajlarında ise yağmacılara karşı duruşunu ve “milli teze” destek verme “şerefini” tek başına omuzluyor.
Acaba İlham Gencer’in çalıştığı Mogambo, 6-7 Eylül 1955 pogromunda saldırıya uğramış mıydı? Önce İzmir Fuarı’nın 1955 yılına dair planını bir sahaftan satın aldım. Fransızca basılmış planda Yunan Pavyonu 15 numara ile Mogambo 71 numara ile gösteriliyordu.
İkisi ne yakın ne uzaktı ancak Yassıada tutanaklarındaki bazı ifadelerden yağmacıların fuar alanına Lozan ve Montrö kapılarından girdikleri doğru ise saldırganların Yunan Pavyonu’na giderken Mogambo’nun hemen yakınından geçmesi ve kulüp eğer bazı sözlü kaynakların iddia ettiği gibi NATO askerlerinin buluşma mekânı olarak ünlendiyse, yağmacıların hedefi olmasının gayet mümkündü. (Bu arada Lozan Kapısı’ndan hemen girişte sağda bulunan Alman Pavyonu’nun saldırıya uğramaması saldırganların kontrollü olduklarını düşündürüyor, malum II. Abdülhamid ve İttihatçılıktan miras Almanperestlik, milliyetçilerimizin genlerine işlemiştir.)
Sanatta ve Siyasette İlham Gencer kitabına göre, Gencer, 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasındaki Yassıada Yargılamaları sırasında bir gün İstanbul’daki Çatı Kulüp’teki programını, Yassıada Yargıcı Salim Başol’un meşhur celse açılış cümlesinden (“Sanıklar getirildiler, bağlı olmayarak yerlerini aldılar. Müdafiler hazır. Açık olarak duruşmaya başlandı!”) ilhamla “Seyirciler geldiler. Müzisyenler hazır, açık olarak programa başlıyoruz!” diye açınca olanlar olur.
İddiasına göre “On dakika içinde askeri bir ekip gelir ve Gencer’i Harbiye Örfi İdare Komutanlığı’na sorguya çekmek üzere götürürler. Orada üç dört general, birkaç albay ve yarbayın yanında bir binbaşı, birkaç subay ve astsubaylar da bulunmaktadır. Gencer’i çatık kaşlı bir general sorgular. O da daha önceleri İlham Gencer ismini radyodan ve Çatı Kulüp’ten bildiği için, böyle vatansever bir insanın maksatlı bir konuşma yapmayacağı kanaatiyle, bir daha tekrarlanmaması şartıyla Gencer’i salıverir.”
Görüldüğü gibi İlham Gencer 27 Mayıs sonrasında ifadeye çağrılmıştır ama bu İzmir’deki 6-7 Eylül 1955 olaylarıyla ilgili değildir. İlham Gencer’in yargılanmadığı bir davada Müzeyyen Senar’ın yargılanması daha da az ihtimal olunca, acaba Yassıada Tutanaklarında gözümden kaçan bir şey oldu mu endişesi biraz daha azaldı.
Gelelim, bugün bu iddiayı sorgulamaya kalkanlara “Peki anlatılanlar doğru değilse Müzeyyen Senar niye itiraz etmedi?” diyenler haklı mı sorusuna.
Bence haklı değiller, çünkü: Yervant Gobelyan 2001 yılında AGOS’ta “Daha sonra, o kadının bugün hâlâ hayatta olan M.S. adlı Türk Sanat Müziği şarkıcısı olduğunu sokağın Türk esnafından öğrendik” ifadesini okumuş veya duymuş da olsa üstüne alınmasına gerek yoktu.
Radi Dikici 2005’te Cumhuriyet’in Divası Müzeyyen Senar kitabını yazdığında bu iddialar henüz yaygınlaşmadığı için açıklama yapma ihtiyacı duymamıştı muhtemelen. Radi Dikici 2017’de bu kitabı geliştirerek Müzeyyen Senar Efsanesi adıyla yayımladığında yine konuya değinmedi. Halbuki artık sosyal medyada konu çok konuşulur olmuştu. Radi Dikici artık yaşamadığı için bunun nedenini öğrenme şansına sahip değiliz elbette.
Hülya Gedikler Gölgesiz 2006 yılında doktora tezini yayımladığında Müzeyyen Senar 88 yaşındaydı, dahası 25 Eylül 2006 günü felç geçirmiş ve hastaneye kaldırılmıştı. Sağlığı iyi bile olsa Ulusal Tez Merkezi’ne girip bu tezi okuyacağını düşünmüyorum. Yakınları arasında da böyle konularla ilgilenen var mı bilmiyorum.
Müzeyyen Senar, İlham Gencer 2009’da hatıratını yayımladığında 91 yaşındaydı ve hala yarım felçliydi. Yakınlarında bu iddialarla ilgilenecek kimsesi var mıydı, bilmiyorum.
Müzeyyen Senar, Hülya Gedikler Gölgesiz 2012 yılında doktora tezi kitaplaştığında 94 yaşındaydı ve Alzheimer hastasıydı. Dolayısıyla ne onun kendi hakkında söylenenleri duyacak, ne kendisine sorulanları cevaplayacak durumda değildi
Şubat 2015’de sosyal medyada ünlü ünsüz, alaylı akademili tarihçiler, kanaat önderleri, gazeteciler “o görmemiş ama ona anlatanlar Türk Sanat müziği şarkıcısı demiş, o tarihte adı MS ile başlayan başka şarkıcı olmadığı için olsa olsa odur, rahmetli dayımın gözleri önünde olmuş ama yazmamış…” diyerek; Müzeyyen Senar’ı kah İstanbul’da, kah İzmir’de, kah bir kahvehanedekilere “Erkek olan dışarı çıksın!” diye bağırtarak, kah Dağ Başını Duman Almış Marşı söyleterek kah Türküz Türküz Türküz! diye haykırtarak, kah dükkanlardan çaldığı beyaz kürkleri üst üste giydirerek kamusal arenaya attığında, Müzeyyen Senar vefat edeli birkaç gün olmuştu.
Nihayet Pınar Kılınç, Ayda Erbal’la 13 Eylül 2016’da röportaj yaptığında ise vefat edeli 19 ay olmuştu.
Sonuçta özensiz bir şekilde bir araya getirilen ve bilimsel anlamda “bilgi” değil en fazla “rivayet” ama daha çok “dedikodu” denilecek türden unsurlardan oluşturulan “6-7 Eylül 1955 pogromuna katılan ya da kolaylaştırıcılık veya provokatörlük yapan Müzeyyen Senar” imgesi, Türklük Sözleşmesi’ni doğrulayan en popüler unsur (adeta “Tacın İncisi”) haline gelivermişti artık.
Bu hikâyede bir diğer ilginçlik, olayın “erkek kahraman”ın bu “inşa sürecinde” dikkatleri hiç çekmemesiydi. Halbuki hayatı boyunca milliyetçi, hatta ırkçı siyasalara verdiği destekle, göğsünü gere gere 6 Eylül 1955 günü Mogambo adlı ırkçı temalı kulüpte “çapulcuları marş söyleyerek” nasıl kaçırttığıyla övünmesiyle, bu role en uygun aktör İlham Gencer’di.
Anlaşılan Ortaçağ’dan beri tüm kötülükler için kadınları suçlama eğilimi (cadı avcılığı) bu olayda da belirleyici olmuştu. Belki de o tamamen temelsiz “üst üste giyilen kürkler”in cazibesine kapılmıştı hikâyeyi kurgulayanlar…
Bu olay benim “resmi tarihçilik eleştirisi” kavramının kod adı olarak kullandığım “öteki tarih” anlatısı kurmanın da çok dikkat istediğini, eğer yansız ve zahmetli bir çaba gösterilmezse kolaylıkla “öteki tarihin resmi anlatısını” imal etmenin işten bile olmadığını gösterdi bana. Kimbilir kaç kere olayda gerekli özeni göstermediğim için klişeleri tekrarladım…
Kendi kulağıma küpe yaptım bu vak’ayı. Umarım adını andığım anmadığım kişiler de gücenmeden, kırılmadan kendi kulaklarına küpe yaparlar. Çünkü bu ülkenin en çok ihtiyacı olan şey mitlerden, rivayetlerden, yalanlardan, saptırmalardan arındırılmış GERÇEK.
_____
Bu yazı, AvrupaDemokrat sitesinden kısaltılarak aktarıldı.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.