‘Erdoğan’ın hedefi, Türkiye’yi çok kutuplu bir dünyada bölgesel bir güç haline getirerek ABD, Avrupa Birliği, Çin, Hindistan ve Rusya ile aynı masada rekabet edebilecek bir konuma taşımak. Bu da, Türkiye’nin boyundan büyük işlere kalkışması ve güçlü devletleri birbirine karşı oynaması anlamına geliyor.’
Ekonomi konusundaki tuhaf fikirleriyle ülkesini felaketin eşiğine getiren diktatör Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın pragmatist olduğunu düşünmek zor. Ancak dış politikadaki savrulmalarını ve Rusya ve NATO ile neden “sevgisiz bir üçgende” sıkışıp kaldığını anlamak için bu gerekli.
Erdoğan, Pazartesi günü Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le görüşmek üzere hükümetinin büyük bir kısmıyla birlikte Karadeniz kıyısındaki Soçi’ye gitti. İçeri girerken de malumu ilan etti: “Herkes izliyor” dedi. Ona göe gözler, Ukrayna’nın deniz yoluyla bir yıl içinde 33 milyon ton buğday ve diğer tahıl ürünlerini ihraç etmesini sağlayan, küresel gıda fiyatlarını istikrara kavuşturan ve dünya sahnesindeki statüsünü büyük ölçüde yükselten tahıl anlaşmasını Türkiye’ nin yeniden canlandırıp canlandıramayacağı üzerindeydi.
Anlaşmaya geçen yaz Erdoğan aracılık etmiş, ama 17 Temmuz’da Putin tarafından sona erdirilmişti.
Pazartesi günü 90 dakika süren görüşmenin ardından herhangi bir hayat belirtisi görülmedi. İki lider bunun yerine, Putin’in küresel güneydeki imajını kurtarmak için, Türkiye’de işlenmek ve belirli Afrika ülkelerine dağıtılmak üzere Katar’ın 1 milyon ton Rus tahılı satın almasını öngören farklı, son derece “sinik” bir planı öne sürdüler.
Erdoğan’ın Soçi ziyareti sadece tahılla ilgili değildi. Bu bir hasar kontrol girişimiydi, çünkü Türk lider bu yılın başlarında yeniden seçilmek için Putin’i kullandıktan sonra Kremlin’in ABD ve Avrupa’daki baş düşmanlarıyla iyi geçinmeye başladı. Moskova’dan bakıldığında bu bir ihanetti.
Erdoğan, 28 Mayıs’taki seçimi kazanana kadar, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyesi Türkiye’nin vetosunu kullandı, İsveç’i Kürt “teröristleri” barındırmakla suçlayarak bloğa katılmasını engelledi. Kremlin için bundan daha iyisi olamazdı; Türkiye’nin NATO müttefikleri için ise daha rahatsız edici olamazdı. Erdoğan, ayrıca Batı karşıtı söylemlerinin ortasında, siyasi rakiplerini Washington’dan emir almakla da suçladı.
Putin de bu iyiliğe karşılık verdi; Türkiye’deki ilk tur seçim arifesinde Rusya’nın Ukrayna tahıl anlaşmasını iki ay uzatmayı kabul ettiğini Erdoğan’ın açıklamasını sağladı. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı yarışındaki en büyük rakibi ise Rusya’yı, derin (deep fake) ve sahte bir karalama kampanyası da dahil olmak üzere seçimlere müdahale etmekle suçladı.
Ancak, seçimleri geride bıraktıktan sonfra Erdoğan, Batı’ya doğru sert bir viraj aldı; sadece İsveç’in NATO üyeliğine yeşil ışık yakmakla kalmadı, aynı zamanda Ukrayna için de aynı şeyi yapacağını ima etti, ki bu boğaya kırmızı bez göstermekten farksızdı.
Temmuz ayında tahıl anlaşmasını iptal eden Rusya, daha sonra bir Türk kargo gemisine askerlerini çıkararak ve silah zoruyla diz çöktürülen mürettebatın görüntülerini yayınlayarak hoşnutsuzluğunu ortaya koydu.
Tüm bunları Erdoğan’ın Batı’ya sırtını dönmesi olarak anlamak pek de faydalı değil. Erdoğan’ın hedefi, Türkiye’yi çok kutuplu bir dünyada bölgesel bir güç haline getirerek ABD, Avrupa Birliği, Çin, Hindistan ve Rusya ile aynı masada rekabet edebilecek bir konuma taşımak. Bu da, Türkiye’nin boyundan büyük işlere kalkışması ve güçlü devletleri birbirine karşı oynaması anlamına geliyor.
Erdoğan, Türkiye’nin demokrasisine çok pahalıya mal olması pahasına bunu büyük ölçüde başardı. Ancak, birkaç ay önce yeniden seçildiğinde, Türkiye’nin Batı pazarlarına olan bağımlılığının hakikatleri ortaya çıktıkça, kurduğu denge oyunu çökme tehlikesiyle karşı karşıya geldi.
Aralık ayına gelindiğinde liranın değeri yarıdan fazla düşmüş ve enflasyon yüzde 65’e ulaşmıştı; çünkü Erdoğan artan fiyatlar karşısında Merkez Bankası’nın faiz oranlarını düşürmesinde ısrar ediyordu. Yabancı alacaklılar kaçtıkça, Erdoğan deliği kapatmak için dubaracılığa (shell games) ve zengin Körfez ülkelerinden gelen kredilere bel bağladı. Ancak, bu da yeterli olmadı.
Ankara’daki Dış Politika Enstitüsü’nün başında bulunan Rusya uzmanı Hüseyin Bağcı, Erdoğan’ın enflasyonu kontrol altına almak için faiz oranlarını düşürerek yaptığı ekonomik deneyin başarısız olduğunu ve Türklerin azalan para birimlerini Rusya ya da Çin para kurlarıyla değil ABD dolarıyla takas etmek için sıraya girdiğinin farkında olduğunu söylüyor. “Türkiye’nin Batı’ya ihtiyacı var, çünkü para hala Batı’da” diyor.
Türkiye’nin yaşlanmış hava kuvvetlerini güçlendirmek için ihtiyaç duyduğu F-16 güncelleme kitleri ve jetleri de o durumda — ta ki kendi ileri teknoloji savaş uçaklarını inşa edene kadar.
Erdoğan NATO’yu ne kadar kızdırırsa kızdırsın, Türkiye’nin coğrafi konumu ve Karadeniz’e erişimi kontrol eder durumu, ittifak için önemini vurgularken, öte yandan Rusya’nın Ukrayna’yı işgali de NATO’nun Türkiye’nin güvenliği için ne kadar değerli olduğunu kanıtladı.
Türkiye’nin NATO’ya, ABD F-16’larına, Avrupa pazarlarına ve Ukrayna savaşının Karadeniz’i bir Rus gölüne çevirmeyecek şekilde sona ermesine ihtiyacı varsa, Erdoğan’ın da Rusya ticaretine (Türkiye Batı’nın yaptırımlarına katılmaktan vazgeçtiği için geçen yıl yüzde 80’den fazla artış gösterdi), ucuz Rus gazına, Rus turizmine (bu yıl yaklaşık yüzde 150 arttı), öte yandan da ABD egemenliğine ve Avrupa’nın liberal değerlerine karşı savaşan güçlü adam Putin’in kendisine ihtiyacı var.
Erdoğan için bu mutsuz üçgenin herhangi bir tarafından boşanmak acımasız sonuçlara yol açacaktır.
Bloomberg’de yayınlanan bu analiz, FTP tarafından çevrildi.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.