Türkiye’de güçlü devlet geleneği, memleketin yani mülkün teminatı olarak tecelli eder. Teminatın yapı taşları Adliye, Askeriye, Hariciye, İlmiye, Maliye ve Mülkiye’dir. Epeydir bu kurumların hızla itibarsızlaştırıldığı, kurumsal hafızalarının boşaltıldığı ve kurum olmaktan çıkarıldığı bir evredeyiz. Kurumlar mevcut iktidar tarafından lağvediliyorlar ya da vasallaştırılıyorlar. Kurumkırımı ilk kez Şubat 2014’te “Devletin çöküşü” başlıklı bir yazıyla anlatmıştım.
Ve kurumkırım sade bu altı temel kurumla sınırlı değil, meslekler de kırımdan payını alıyor. Özel üniversite furyasıyla vasıfsızlaşmış pek çok temel bilim fiiliyatta sapır sapır dökülüyor. Tıp herhalde bunların en göz önünde olanı.
Keza, liyâkatın yerini sadâkatın aldığı bir sistemde hiçbir uzmanlık kurumsuzlaşma, vasıfsızlaşma ve işlevsizleşmeden muaf değil.
En az on yıldır memleketin kafa yapısı, DNA’sı değiştiriliyor. Kadrolar artık eski kadrolar değil; fıtratları, dünya görüşleri çok farklı. Türkiye planlı, programlı ve esas, gönüllü şekilde batısızlaşıyor, irrasyonelleşiyor.
Uzmanlar arasında gidebilenler yurtdışına gidiyor.
Bir kısmı rejime biat ediyor, bunlar umumiyetle vasat ve çapsız olanlar. Saraydaki hakikî hükümetten gelen talimatları uygulamaktan başka bir görevleri yok. Günlerini gün ediyorlar ama bu esnada vasıfsızlaşıyorlar.
Bir kısmı da hiçbir anormallik yokmuş gibi rejimin her kural dışı, hukuk dışı, mantık dışı icraatına anlam yükleyerek işlevini yerine getirdiğini sanıyor. Ama inanmak istedikleri sanal normallik onları aynı zamanda işlevsizleştiriyor. Zira çabalarından rejimin keyfî icraatının dışında bir sonuç elde etmeleri olanaksız.
Bu sonuncu gruptakiler en çok hukuk ve iktisat alanlarında faaliyet gösteriyorlar.
Hukuk alanından sıcak bir örnekle anlatalım. AİHM Büyük Daire, Sözleşmenin ilgili maddelerini gayet yerinde yorumlayarak, âdeta ders verircesine Türkiye’yi Yalçınkaya davasında mahkûm etti. Hukuk camiasından hatırı sayılır sayıda uzman hukukçu hükmün emsal oluşturduğu, onbinlerce benzer mağduriyete teşmil edilebileceği hatta Gezi Davasına olumlu etkisi olacağı iddiasıyla ortalıkta boy gösteriyor.
Bu yorumlar, mütalaalar elbette doğru, ama hukuk devletlerinde doğru.
AİHM’in misyonu da zaten bu: hukuk devletlerindeki küçük sapmaları düzelttirmek, yoksa totaliter bir rejimi hukuk devleti hâline getirmek değil. Türkiye en az on senedir hukuk devleti vasfını hızla kaybeder oldu ve bugün geriye hiçbir şey kalmadı.
Nitekim memleketteki her konunun yegâne uzmanı ve meselelerin tek kararvericisi Cumhurbaşkanı Pazar günü meclis açılışında AİHM hükmüyle ilgili şunları emretmiş. DW’den alıntılayalım:
“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği son kararları ‘adeta bardağı taşıran damla’ diye niteleyen Erdoğan, son günlerde ‘Türkiye aleyhinde çıkan kararlardan cesaret alan terör örgütü mensupları ve yandaşları varsa, beyhude yere hevesleneceklerini’ savundu. Gülen yapılanması üyesi olduğu iddiasıyla mahkûm olan kişilerin AİHM’ye taşıdığı davalara atfen, ‘Türkiye, bu ihanet çetesiyle mücadelesinden milim geri adım atmayacak, herhangi bir tavize, eskiye dönüşe müsaade etmeyecektir’ diye vurguladı. Erdoğan, kararları ‘Avrupa’daki muhataplarımızın Türkiye’nin istiklali ve istikbali uğrunda ödediği bedellere en küçük bir saygılarının kalmadığının işareti’ diye yorumladı.
AİHM’nin bazı ülkelerin etkisi altında kalarak yetkilerini aştığını da ileri süren Erdoğan, ‘Bizim de terör örgütleriyle aynı hizada sıralanan kurumların kararlarına ne saygı duymamız ne de onların dediklerine kulak asmamız mümkün değildir’ diyerek tepki gösterdi.
Bu su götürmez gerçeği bile bile bu çeşit yorum yapmanın anlamı ne olabilir?
Sanırım “uzman yorumcuların” endişesi tam da bu, yani işlevsizleşme. Yorum yapmayıp, sorumluluğu Erdoğan’a yükleyerek sinik bir tavırla kararların hiçbir şeye yaramadığını vurgulasalar bir türlü, olumlu olmaya çalışarak mesnetsiz umut dağıtsalar bir türlü. Ama her iki konumda da işlevsizler zira normal bir hukuk devletinde yapmak durumunda oldukları işlerden mahrumlar.
İşlevsizleşme süreci meslekî ölüm demek. Pas tutmak da diyebiliriz. Dolayısıyla uzmanların yaptıkları yorumlar memleketin totaliter gerçeğiyle uzaktan yakından alakasız olsa da sırf meslekî varlık nedenleri ortadan kalkmasın diye hüküm vermeye devam ediyorlar.
Ne ki bu meslekî cesaret ve mesuliyetin bedeli ağır, zira boş umut yaratarak adalet hissine istemeyerek de olsa darbe vurmaktalar…
Yani mesleklerinin içini boşaltmaktalar.
Totaliter idareler ve icraatlarıyla sadece hukukî yol ve yordamlarla mücadele edilemez, ne yazık ki.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.