Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Daire’nin ByLock kullandığı ve Bank Asya’da hesabı bulunduğu iddiasıyla tutuklanan KHK’lı öğretmen Yüksel Yalçınkaya davasında Türkiye’nin hak ihlallerinde bulunduğu yönünde verdiği kararın Gezi davası için de emsal olacağı belirtiliyor.
Gazeteci Yavuz Baydar’ın YouTube yayınına katılan avukat Seda Alçınar, Yargıtay’ın Gezi davasında araalrınd Osman Kavala’nın da bulunduğu 5 isme verilen cezaları onamasının ardından Silivri’de Osman Kavala, Can Atalay ve Tayfun Kahraman’ı ziyaret ettiğini belirterek, AİHM’den çıkan karar için dikkat çekici değerlendirmelerde bulundu.
Programda Baydar’ın soruları ve Alçınar’ın cevapları şöyle:
Strazburg kararıyla başlayalım. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararıyla. Her iki kararla ilgili olarak aslında ortaklaşa bir yorum da yapılabilir. Şimdi bu karar ne anlama geliyor? Strazburg kararı. Bunların gelmesiyle birlikte Yargıtay ve AHİM’nin kararlarının gelmesiyle birlikte çok büyük bir soru işareti ortaya çıktı. Yani ne yapacak bu durumda Ankara hükümeti?
Çok kısa bir şekilde açıklamak gerekirse, Strazburg şunu söyledi: Elinizdeki delillerle, saydığınız kriterlerle silahlı terör örgütü üyeliği arasında bağ kurulamaz. Suçun manevi unsuru yönünden bir inceleme yapıyor. Kişilerin bilerek ve isteyerek hukuka aykırı biçimde bir sürecin de devam edeceğini ön görmeyerek, öngörmediği halde herhangi sıradan bir vatandaşın yaptığı bir derneğe üye olmak, bir okula gitmek, bir Digitürk’ün abone olmak ya da olmamak gibi durumlarla silahlı terör örgütü üyeliği arasında bağ kurulamaz. Bu nedenle bütün bu yargılamalar doğrudan hepsini etkileyecek biçimde ben bunu sivil yargılamalar olarak ayırıyorum. Bütün bunların aslında bu kriterler ışığında verilmiş kararların tamamı boşa çıktı.
AHİM’in aslında söylemek istediği şey bu anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs. Özellikle silahlı eylem, yani 15 Temmuz gecesi. Şeye katılan, doğrudan o gece bulunan ve görevde olan askerler hariç diğer sadece ihraç edilen polisler ve askerleri de katarak silahlı eyleme katılmayan, katılmadığı bile tescil olunan herkes için aslında beraat kararı verilmesi gerektiğini söyledi. Bu karar bu bakımdan çok önemlidir. Bütün sivil dosyaları çökertmiştir bana göre. Karar bu anlama geliyor. Uygulanması bakımından da. Hala devam eden dosyalarda bu karar. Son olarak avukatlar tarafından beraat kararını talep edilmesi gerekiyor. İlk derece mahkemesinde olanlar için beraat kararı verilmesi gerekir.
İstinaf ya da Yargıtay aşamasında olanlar için de dosyanın bu karar nedeniyle bozulması gerekir. Mahkûmiyet kararı verilmişse beraat gerekçesiyle bozulması gerekir ve o tekrar ilk derece veya istinafa döndüğü zaman da bunların beraat ile sonuçlanması gerekir. İnfaz aşamasında olan ya da infazını tamamlamış dosyalar için de yeniden yargılama süreci başlar ve kişilerin aslında beraat etmesi gerektiği belirtilerek infazları durdurularak halen devam eden şey sanıklar açısından beraat kararına gidecek şekilde prosedürün başlatılması gerekir. Normal şartlarda bunun olması gerekiyor.
Yani savcıların yeniden bu davaların görülmesi süreci başlarken beraat talebiyle mi yeniden bu davaların görülmesini istemesi gerekiyor?
Takipsizlik kararı verecekler. Eğer soruşturma aşaması başlamış veya başlatılacak ise mesela birkaç gün evvel Türkiye çapında 6-7 ili kapsayan karakollara ya da cezaevindekilere yardım eden yani maddi yardımda bulunan kişiler için de operasyon başlatıldı. O zaman bu başlatılan operasyonların savcılıklar tarafından yine bu listeler üzerinden eğer bir yargılama yapılacaksa ya da bu soruşturma böyle başlatıldı ise bunların beraat istemiyle dava açılmayacağı için takipsizlikle yani burada bir suç yoktur ve İnsan Hakları Mahkemesi kararı da bu yöndedir diye atıfta bulunarak aslında atıfta bulunmasına dahi gerek yok, kast yoktur diyerek söylemesi gerekir. Ama ba ka bu karara da atıfta bulunabilir. Bunlar takipsizlikle sonuçlanır. O yüzden bundan sonra artık bir iddianame hazırlamaması gerekir normal şartlar altında.
Peki kaç kişiden söz ediyoruz? Aşağı yukarı bu kararın ilgilendirdiği kaç kişi var?
Yalçınkaya bir pilot davadır. Bu pilot dava emsal teşkil edecek şekilde 8 bin 500 dosyayı temsil eder. Yani bu karar aslında 8 bin 500 dosya için geçerlidir. AHİM’in önünde bu şekilde bizim kriter yargılaması liste yargılaması olarak nitelendirdiğimiz 8 bin 500 dosya bulunuyor. Bunları bir paket dosya gibi düşünün. Bir blok halinde bir kenara ayırıyorlar. Birbirinin neredeyse aynı sebepler değişebilir. Kimisinde Digitürk vardır, kimisinde ankesörlü var vardır, kimisinde dernek üyeliği vardır.
Bunlar silahlı terör örgütü üyeliği için delil teşkil etmez diye bildikleri 8 bin 500 dosya için kati olarak geçerli. Tartışmasız biçimde geçerli. Hepsi için aynı şekilde belki miktar değişebilir. Kişilerin mağduriyet biçimine göre 15 bin Euro’luk bir tazminat miktarı değişebilir ama ortalama bu civarda çıkacağını anlıyoruz. Daha fazla çıkabilecek olanlar da var daha. Mesela Yalçınkaya’dan daha uzun süre cezaevinde kalanlar için daha fazla mağduriyet söz konusu olmuştur, daha fazla olabilir veya bir ay gözaltında veya tutuklu kalmıştır.
Onlar için daha az şey olabilir belki tazminat ama onun dışında bu karar, bu ihlal, altı, yedi, on bir gibi maddelerin geçerli olacağı biçimde en az 8 bin 500 dosya için verilecek. Sonrası için ise en az yüz bin dosyanın beklendiği söyleniyor. Bunlar. Büyük ihtimalle bu hesaplamalar Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi önündeki dosyalardır diye tahmin ediyorum. Çünkü yüz binden çok daha fazla dosya var. Yaklaşık bir buçuk milyon soruşturma açıldı. Beraat ile bitenler de var. Soruşturmayı, kovuşturmayı açmadan takipsizlikle sonuçlanan dosyalar da var. Ama bunun sadece yarısının bile bir şekilde yargılamasının sürdüğünü, sürdürüldüğünü düşünürsek, 750 bin, dosyaya da 500 bin diyelim. Önümüzde çok uzun bir süre şey olacağı görünüyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin önüne gidebileceği ihtimali olan dosyalar var. Bunu önlemek adına Anayasa Mahkemesi’nin önünde bir fırsat var. Veya Yargıtay’ın ilk derece mahkemelerini. Bunların dediğim gibi bu karar ışığında aslında AİHM’e gönderilmeyecek şekilde sonlandırılması gerekir.
Çok yüksek bir rakamdan söz ediyorsunuz. Yani ilk elde şöyle sosyal medyada dönen şeyler var. Gülen hareketi kimliği üzerinden ona buna teşmil edilerek yapılan bazı yorumlar var. Ama bu rakam yüz binin 120 bininin üzerindeyse o zaman birtakım karma kimliklerden söz ediyoruz herhalde değil. Bunlar arasında solcular var, Kürtler var değil mi?
Kesinlikle öyle. Cemaat yargılamaları bunun bir kısmını oluşturuyor. Çünkü KHK’lılar. Çok büyük bir kesim solcular var, içlerinde Aleviler var, hiçbir kimliği olmayan. Yani Türk Sünniliği tırnak içinde makbul vatandaşlar var ama bir sebeple KHK mağduru olmuş kişiler var. Bunların tamamı için geçerli bu.
Yani hala mesela bu bir Kanun Hükmü Filmindeki iki özne, iki kişi onlar. Onlar solcu kimlikli yani onu anlıyoruz.
Evet. Zaten o yüzden de biraz sahiplenildi gibi geliyor bana. Ben bunu açıkça söylemek istiyorum. Sadece cemaat olsaydı bana öyle geliyor ki bu kadar sahiplenilmeyebilirdi. Ben bu konuda biraz da birtakım çevrelerin ikiyüzlü davrandığını düşünüyorum. Yani çok özür dilerim. Konu sadece cemaati ilgilendiriyorsa ya da cemaati bilgilendirme ihtimali varsa insanlar sessiz kalmayı tercih ediyor. Oysa ki kimi ilgilendirir? Dinin kimliğinin hiçbir önemi yok. Burada ciddi bir mağduriyet var.
Zaten hepsi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Dolayısıyla yani prensip olarak hepsinin kanun önünde, adalet önünde eşit olması, eşit görülmesi gerekiyor değil mi? Bu temel bir prensip herhalde.
Hukukçu gözü artık Türkiye’de çok önemli değil. Çünkü hukuk o kadar geniş bir kitleye sirayet etti ki, yasa dışılık o kadar geniş bir kitleye hitap etti ki, biz artık hukukçular olarak özel bilgiler taşımıyoruz. Herkes yaşayarak öğrendi aslında Türkiye hukukunu. Sadece bu bir filme, bir belgesele tahammül edilememesi bile aslında insanlara şunu öğretmeli, şunu göstermeli. Bu insanlar sanat yaparken bile böyle bir zulme uğruyor sa gözaltında, cezaevinde ya da idari olarak verilen yaptırımlar, işten atılma, sivil ölüm anlamında neler yaşamışlardır bir düşünsün tüm insanlar. Yani aslında bu bir musibet ama belki de bir şeyleri anlatmak yönünden hayırlı da olur. O film, o belgesel Antalya Film Festivali’ne girmesin, orada ödül almasın. Çok önemli mi? Değil. Biz zaten biliyoruz neler yaşandığını ama girememesi koskoca bir festivalin iptaline sebep olduysa bence bu bize çok iyi bir ders oldu, insanlara bir ders oldu. Ben buradan olumlu bir sonuç çıktığını düşünüyorum. Biz bir şeyleri anlatabilmek adına en büyük reklamı yaptılar bence teşekkür etmek lazım.
Bu durumda mesela Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un tepkilerine bakılırsa, Ankara’nın sesine kulak verilirse. Eğer bu içtihat kararıyla ilgili ya bir oyalama süreci söz konusu olacak gibi ya da tamamen yani ret süreci söz konusu olacak gibi. Ama bir taraftan da Anayasa’nın 90’ıncı maddesi var. Anayasa’nın 90’ıncı maddesi her ne kadar biraz bulanık formüle edilmiş olsa da, net bir şekilde bir yükümlülüğü hükümete açıkça söylüyor. Ne bekliyoruz?
Ben bir oyalama sürecinin olacağını, en iyi ihtimalle oyalama sürecinin olacağını öngörüyorum. Çünkü bu bir çıkan karar. Doğrudan bir mevzuatın değişikliğine yönelik bir tavsiye ya da böyle bir ihlal içermiyor. Bir içtihat gerekecek Türkiye’de. Bunlar da yavaş yavaş olacak. Eğer en hızlı biçimde Anayasa Mahkemesi önündeki dosyalar açısından yine böyle bir pilot ya da emsal bir karar verilirse, çok hızlı bir şekilde yukarıdan aşağıya Yargıtay istinaf ve ilk derece mahkemeleri çok hızlı bir şekilde aslında bu dosyaları karara bağlar. Dosyanın müştekisi de kamu olduğu için itiraz vesaire gibi şeyler yaşanmaz ve hızlıca bu süreçler biter. Normal şartlarda bunun olması gerekir. Ama süreci uzatmak için hukukta çok yol vardır. Yani her iki taraf için de geçerlidir.
Bu davalı, davacı ya da kamu adına dosya yürütenler için. Eğer bir dosyayı sürüncemede bırakmak istiyorlarsa bu 5 sene de sürebilir, 10 sene de sürebilir. Örneğin ilk derece mahkemeleri ya da istinaf. Böyle usuli gerekçelerle ret kararları verebilir. Bunların tebligat süreçleri vesaire derken bunları itiraz, üst mahkeme, posta gibi süreçler 2 seneyi bile bulabilir. En nihayetinde hep herkesin bildiği şekilde eğer iş, dava, sanık önünden en lehe gidecek şeye ulaşsa bile bu en az iki sene alabilir. Türkiye şu örneği veriyim ne yaptı şimdiye kadar böyle durumlarda? Son beş yılda yani özellikle 15 Temmuz sonrasında ilk derece mahkemeleri, bırakın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarını, Anayasa Mahkemesi kararını bile umursamadı. Böyle bir tablo karşısında Anayasa Mahkemesi İHAM kararına göre bir içtihat uygular ama ilk derece mahkemesi benim dosyamı ilgilendirmiyor deyip bambaşka bir karar da verebilir.
Ben açık söyleyeyim, bir hukukçu olarak Türkiye’de 15 Temmuz sonrası yargılamaları çok iyi takip etmiş birisi olarak şunu söyleyeyim. Bütün mahkemeler talimat bekliyor, ne yapacağız konusunda? Tıpkı 15 Temmuz darbe gecesinin girişim gecesinin ertesi gününde. Gerek hakim savcıları, gerek emniyeti, gerek askerleri yargılama açısından ne yapılacağına dair Adalet Bakanlığı’ndan, saraydan ya da başka bir yerden açıkça söylediler. Bunu ben tahmin etmiyorum, haber bekliyoruz dediler. Tıpkı onun gibi.
Siyasi yürütmeden doğrudan doğruya talimat, direktif bekliyorlar.
Tabii ki bekleyecekler. Şimdi şu yanlış değildir, Biz bu uygulamayı nasıl yapalım diye hukukçular kendi aralarında konuşurken üst dereceden aşağıya doğru uygulamayı bu şekilde yapacağız denmesi. Hukukidir, burada bir sorun yoktur. Ama karar siyasal bir yargılamaya ilişkin. Dolayısıyla burada siyasal bir emir komuta zinciri olacaktır diye tahmin ediyorum, bekleyecekler. Bu süreç. Örneğin şeyde tercüme dediler, itiraz süreci dediler, kesinleşme dediler. Selahattin Demirtaş kararında Burada öyle bir şansları yok. Büyük Daire kararı ve kesin itiraz süreci yok. Ne diyebilirler en fazla ben avukatları tavsiyemdir.
Biraz bekleyin, tercüme ve şey aşamaları tamamlansın, tebligat vesaire aşamaları tamamlansın. Ondan sonrasında zaten yedi yıl beklenmiş ve bir ay daha beklenebilir ki bu tür şeyleri fırsat verilmesin. Çünkü bir kere ona ondan ret kararı çıktığı zaman tekrar mahkeme süreci başlatmak vesaire birkaç ay alabilir. O yüzden bir ay kaybedildi. Ama bu karar kesinleştikten ve artık kesinleşmesi konusunda zaten kesin ama şeklen kesinleşmesi sonucunda bütün prosedürler başlatılabilir. Bu aşamada. Bunu biz zamanla anlayacağız. Yani ne yapacaklarını zamanla anlayıp göreceğiz. Bence sürece yayın gibi bir talimat gelecektir. Bunun için de ellerinde çok imkan var CMK’ya göre en azından evet.
Aslında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile Ankara arasında giderek artan, yoğunlaşan bir sıkışma var, o kesin. Yani bunu görebiliyoruz. Gelelim Yargıtay’ın Gezi dosyasıyla ilgili olarak verdiği onama kısmen de tahliye kararlarına. Şimdi Osman Kavala tabii burada ağırlaştırılmış müebbet ile yargılanmakta idi ve bu onandı Yargıtay tarafından. Yanlış bir şey söylüyorsam düzeltin lütfen. Tamamen yani tecritte konulacak yirmi metrekarelik bir yer. Bilmiyorum. Penceresi, camı var mı? Ve kısıtlı bir iletişim söz konusu olacak. Ziyaretlerin kısıtlanması söz konusu olacak ve günde 1 ila 2 saat belki havalandırmaya çıkacak. Bir de tahliye edilenler var. Osman Kavala’nın yaptığı kısa bir açıklama var, “Yargıtay’ın onama kararı hukuk ilkelerine ve insan hayatına değer vermeyen bir anlayışın ürünüdür. Bu karar delili olmadan insanları mahkûm etmenin yargıda norm haline geldiğinin en çarpıcı göstergesi olmuştur” diyor. Siz dün cezaevinde idiniz, ziyaret ettiniz Osman Kavala’yı. Can Atalay’ı, Tayfun Kahraman’ı da. Başka kimi ziyaret ettiniz bilmiyorum Gezi dosyasıyla ilgili olarak.
Selçuk Kozağaçlı’yı da.
O da başka bir dosyada. Nasıl onlarda hava, yani Osman Kavala’da, Can Atalay’da, Tayfun Kahraman’da neler söylüyorlar?
Şaşkınlar, çok şaşkınlar. Bu kadar hızlı olmasını aslında beklemiyorlarmış. Yani buradan hukuki bir karar beklemedikleri kesin.
Siz bekliyor muydunuz bu kadar hızlı olmasını?
Can Atalay’ın TİP’in milletvekili olması sebebiyle. Osman Kavala’yla ilgili olarak da Avrupa Konseyi’nin Bakanlar Komitesinin Türkiye’ye Eylül ayına kadar serbest bırakın gibi bir talimatı var. Aslında bunlar ikisi bir arada düşünüldüğü zaman Eylül ayında bu kararın çıkma olasılığı vardı. Yani şu olabilirdi ama serbest bırakılabilir veya bırakılmayabilirlerdi. Bozma kararı çıkabilirdi. Usuli bir sebeple ki dosyada yüzbinlerce sebep bulunabilir. Yani her sayfada birkaç sebep bulunabilir. Dosyanın bozulma ihtimali ama tutukluluğun devamı gibi bir süreç olabilirdi. Mesela Yargıtay serbest bırakmayabilirdi. Öyle bir zorunluluğu yok zaten kimi dosyalarda. Yani çok esaslı bir nedenle eğer bozuyorsa dosyayı tahliye kararı veriyor Yargıtay. İlk derece mahkemesine gönderirdi. Biz tutukluluğu o zaman burada tartışabilirdik. O zaman belki pozisyon da değişirdi. Bakın kararı bozduk, mahkumiyet hükmü yok hakkında denilebilirdi. Belki o zaman Bakanlar Komitesi ile İHAM’la başka bir şey tartışılmaya başlanabilir di. Ama bu tercih edilmedi. Hızlıca onanarak artık kişi açısından infazın başlaması aşaması herhangi bir iç hukuk yolunun kalmadığı bir aşamaya getirildi dosya. Dolayısıyla Eylül ayı normal kabul edilebilir, Bu bakımdan kabul edilebilir. Tabii ki yani AKP yargısı açısından söylüyorum, yanlış anlaşılmasın, öngörülebilir diyeyim daha doğrusu. Can Atalay şaşkın. Çok da şey olduğunu söyleyemem. Yani açık konuşmak lazım.
Can Atalay çok iyi değil. Çünkü haklı olarak bir avukat hükümle beraber tutuklanmış. Aslında dün ben onu ziyarete gittiğimde adliyelerde olması gereken bir insan. Cezaevinde çok iyi olduğunu söyleyemem. Bekliyor muydu, beklemiyor muydu, insanların cezaevinde ruh halleri çok değişir. Bir sabah çok mutlu uyanırlar. Evet her şey güzel olacak derler. Bir sabah bir an evvel ölsem de aslında şu hayattan kurtulup gitsem derler. Bu ikisi arasında gider gelir oradaki ruh hali. O yüzden benim dün gördüğüm şaşkındı. Bir de karar çok yeni neler olacağına dair insanlar hala tam olarak karar vermiş değiller. Yani nereye başvursam da bir an evvel buradan hızlıca bir olumlu netice alsak şeyi var tartışması var.
Osman Kavala için şunu söyleyeyim. Osman Kavala da şaşkın, hiç beklemiyor değil, o sadece hızlı oldu diyor ama aslında Bakanlar Komitesinin verdiği süre düşünüldüğü zaman Eylül ayı yine beklenebilir gibi görünüyordu. O şey diyemem. Çok mutsuz, kahr olmuş diyemem. Ben onu daha evvel ziyaret ettiğimde ki ruh halinden çok daha farklı görmedim, normal bakıyordu, sanki sıradan bir haber almış gibi bekleniyordu. Zaten böyle olabilirdi bakış açısıyla rejimin değişeceğine ilişkin, içerdeki infaz rejiminin değişeceğine ilişkin biraz konuştuk. Şunu söyledi Böyle ya kahretsin gibi değil ama hep dedi. Yani iki haftaya bir telefon görüşmesi yapacağım, görüşlerimi iki haftaya bir olacak.
Normalde avlu hatları çok daha fazlayken normal şartlarda bu rejim bir saat öngörür belki cezaevi yönetimi. Kişinin de iyi hali olması çok da böyle etrafına zarar veren sakin bir mahkum olması sebebiyle bunu biraz genişletebiliryorlar ama bakın kural bir saat aslında. Yani günde 1 saat güneşi göreceksiniz. Pencere varsa bile küçücük bir pencereden ve demirli olduğunu düşünün. Her tarafın kapalı, minicik bir yerde olduğunuzu düşünün. Spor hakkı mesela. Diğer mahkumlar ile birlikte spora çıkarlar düzenli olarak. Şimdi artık spora çıktığında onlarla birlikte olamayacak. Yani sivil ölümün bir başka boyutuna geçtiler. Biraz daha adı üstünde ağırlaştırılmış halini yaşayacak. Diğerleri için bu rejim değişmeyecek. Ama Osman Bey için bu rejim çok ağır. Diğerlerinden yaş olarak daha yaşlı. Sağlık sorunları evet şu an yok ve dün onu söyledi. En azından sağlık sorunum yok dedi. Bu bile bir şeydir çünkü burada sağlık hakkına erişim imkansız neredeyse. Koşullar altında en azından şu an bir sağlık sorunumun olmamasına şükrediyorum dedi. Ama bu olmayacak anlamına gelmiyor. O hücre koşulları, mental küçücük bir moral bozukluğu bile insanda. Yani kalp ki bir başka yani hani Allah muhafaza deyip ama çok şeye sebep olabilir. Rejimin bu ağır biçimde seyretmesi ve seyredecek olması en geç 1 ayı bulacak. Yani başlamadı henüz. Evet hücreye girmedi ama.
En fazla 1 ayı bulacak.
Maksimum 1 ay. Yani önümüzdeki hafta tebligat yapılabilir. Cezaevine yapıldığı andan itibaren de rejim başlar. Dolayısıyla bu süreçler bugüne kadar Silivri Cezaevi’nde 1 ayı geçmedi. O yüzden ilk yani o önümüzdeki ilk 15 gün içerisinde de gerçekleşebilir. Çünkü bu dosyalarla ilgili biliyorsunuz tebligatlarları, postaları vesaire çok hızlı şekilde yapıyorlar. Uyap’tan aslında bir dakikalık bir mail. O dosyanın oraya fiziki olarak gitmesine gerek yok. Elektronik imzalı gittiği anda rejim başlayabilir. Ama bu bütün bunlar onu kahr etmiyordu, onu söyleyebilirim.
Hazırlıklıydı ve bir başka kaynaktan da duydum. Gardiyanlar bile üzgünmüş.
Yani Evet, evet orada ben size şunu söyleyeyim. Bunca cezaevi gezdim, bunca blok gezdim. Yani aynı cezaevi kampüsü içerisinde farklı bloklarda mesela 8 nolu, 7 nolu, 3 nolu gibi farklı bloklarda bile uygulama hep çok farklıdır, insan tipi çok farklıdır, gardiyan tipi çok farklıdır ve bir blok diğer blokun uygulamasını dahi bilmez. Öyle çok enteresan bir şey vardır. Ekranları çok farklıdır mesela asla o sekizinci bloktaki kişinin kim olduğunu bilemezler. Bunca yer gezdim, bunca farklı yer gördüm. Oradaki havayı size şöyle anlatabilirim.
Gardiyanlar yani infaz koruma memurları. Kimseyi zan altında bırakmak açısından söylemiyorum bunu. Yanlış anlaşılmasın. Şunu gördüm orada aile olmuşlar yani. Neden biliyor musunuz? Herkes her şeyin çok farkında. Orada adli suçlu diye ayıracağınız hiçkimse yok. Oradaki herkes fikirleri nedeniyle orada. Eline silah almamış, bıçak almamış. Kimseye saldırmamış. Sakin sakin hayatını sürerken bir anda oraya girmiş gibiler. Ve aslında bu ortamı yaratan da biraz yani giden.
Avukat Selçuk Kozağaçlı, Tayfun Kahraman, Can Atalay, Hidayet Karaca. Birçok insan var orada farklı kesimlerden.
Evet herkes orada meşhur. Yani onu söyleyeyim. Avukat görüş yerinde bakıyorsunuz sağlı sollu ortada infaz korumalar var. Giden avukatlar da bir kişiyi ziyaret etmiyor zaten. Öyle bir hal olmuş ki gelen avukatları çok iyi tanıyorlar. Hocam derler artık ismiyle Seda Hocam gibi ya da Çiğdem hocam gibi yaklaşıyorlar. Giren kapı kapı, blok, oda oda gezdiği için artık şeyler oturmuş durumda. Mahkumlar maalesef oturmuş durumda. Biz avukatlar geziyoruz. Aslında tam tersi olurdu. Biz avukatlara otururduk. Normal adli suçlarda mesela mahkumlar gider gelirdi. Öyle bir durum var artık herkes birbirini ismen öğreniyor işte. Acaba şurada mı denmiyor? Evet bir milletvekili görüşünde şu anda yarım saatte biter diyor. Çünkü az çok her şeyi öğrenmişler. Bu beni aslında biraz da mutlu etti.
Orada bir cezaevi havasından ziyade kapı kilitli bir yerde bir yaşam sürüyor. Öyle söyleyebilirim. Yani bunu biraz insanlara da moral vermek için söylüyorum. Özellikle Selçuk Kozağaçlı oda ÇHD davasından biliyorsunuz uzun süredir cezaevinde ve onun çok benzer şekilde aslında yani devam etti. Onun da süreci hukuksuzluk anlamında çok fark yaşamadı. Onu çok moralli gördüm. O diğerlerine moral veriyor. Diğerleri onlara moral için karşılaşıyorlar, bir araya geliyorlar. Evet söyleyebilirim orası ile ilgili olarak.
Mücella Yapıcı tahliye edildiğinde ‘Hala neyin ne olduğunu anlamış değilim’ diyor aslında. Yani Mücella Hanım neden anlamadığını anlatmaya çalışıyor. Şimdi Hakan Altınay, Mücella Yapıcı tahliye edildi. Onlar neden tahliye edildi, diğerlerinin cezaları niye onandı? Karmakarışık bir durum var ortada değil mi? Yani hangi gerekçeyle? Yani ben de çözemiyorum.
Yani baktığımda çözülebilecek bir şey yok zaten burada. Bence biz hukukçular hep şey deriz. Böyle durumlarda dosya incelemiş görünmek için dosyada birtakım ihlalleri tespit edip onama yaparlar mesela. Bazen her ne kadar şöyle şöyle olmuşsa bakın biz inceledik dosyayı demek için. Mücella Hanım’ın sağlık sorunları var. Yaşı itibariyle de aslında cezaevinde zaten kalmaması gerekiyordu. Ama dosyayı inceledik. Bakın herkes yönünden o kadar hukuki değerlendirme yaptık ki bazıları için dosyayı bozduk ve tahliye ettik demek. Hakan Altınay için yorum yapmayacağım. Yani çok bilmiyorum açıkçası onun durumunu hiç de ziyaret etmedim içerideyken. O yüzden çok da konuşmaya hakkım olduğunu düşünmüyorum. Ama mutludur herhalde. Yani sonuçta o da isterdi ki bütün arkadaşları çıksın. Onu çok tanımadığım için bilmiyorum.
Mücella Hanım’ın dosyasının bomboş olduğunu biliyoruz. Gezi dosyasının genel olarak bomboş olduğunu, hatta Yalçınkaya kararının aslında doğrudan gezi dosyasını da etkilediğini düşünüyorum ben. Çünkü bu iddianameyi hazırlayanlara bu kararı onaylayan, onlara Soros kimdir diye sorsanız, Soros nedir diye sorsanız anlayamazlar. Yani Soros ile bağlantılı olmanın Türkiye Cumhuriyeti devletini yıkmaya nasıl bir yol açacağını sorsanız, size palavradan bile olsa bir şey atamadılar. Gezi de şöyle iddialar var Aynı insanlarla, aynı mekanlarda bulunabilmek, aynı yerden baz alabilmek, birilerinin gittiği bir ülkede sizin de bulunmuş olmanız filan gibi. Aslında daha da tuhaf, gerekçeler var. Daha da tuhaf deliller var. Yani birisi Mısır’a gidiyor. Siz de o sıralarda Mısır’da olsanız, asla aynı şehirde olmasanız bile bu bir eğer silahlı terör örgütüne üyelik, anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs suçuna sebep olabiliyorsa, Yalçınkaya kararında bunu söylüyor zaten.
Niyetle kasıtla delil arasında doğrudan bağlantı kurabilmeniz lazım. Yani kişinin yaptığı eylemin öngörülemez bir biçimde birkaç sene sonra bir suç olabileceği ihtimalini doğurmak. Anayasal olarak ve yasal olarak yani dünya bunu evrensel hukuk anlamında da kanunsuz suç olmaz ilkesine aykırıdır. Yani ortada bir suç yokken bir eylem yaparsanız, sıradan bir insanın yaşadığı hayatı yaşamaya devam edersiniz. Aradan altı sene geçer ki 2019’a hazırlandı o iddianame. Aradan 6 sene geçer ve aslında sizin o hareketiniz sıradan bir gündelik yaşam ritüeli, anayasal suç haline gelmiş olur. O yüzden ben Yalçın Kaya kararının Gezi davasını da etkileyeceğini düşünüyorum. Çok emsal, çok açık bir karar. Bütün Türkiye’deki sivil siyasi ceza davalarını çökertecek nitelikte bir karar olduğunu düşünüyorum. Çünkü kasta vurgu yapıyor.
En son merak ettiğim şey şu: Avrupa Birliği’nden Nacho Sanchez Amor’dan İnsan Hakları komiserinden net bir şey geldi. Hani Birleşmiş Zirvesi’nde Avrupa Birliği’ne giriş hamlesi gelmişti Erdoğan’dan. Ama bir taraftan da bunlar oluyor. Yani Nacho Sanchez Amor da yani bu artık tabuta çivi çakmak manasında bir açıklama yaptı. Hem Konsey ile hem Avrupa Birliği’yle artık iplerin iyice kopma noktasına geldiğini söylemek mümkün mü?
Mümkün. Şimdi Türkiye’nin karşısında aslında bu gerilimi yaratacak iki dosya var. Şu an son raddeye yaklaşan bir tanesi gelen Kavala kararıyla Selahattin Demirtaş kararı. Kavala kararı. Bakanlar Komitesi’nin konuyu AHİM’e sevk ettiği, yani doğrudan artık bu infaz ile ilgili süreci başlattığı aşamada. Demirtaş kararı için henüz o aşamalar geçmedi. Çünkü Bakanlar Konseyi Komite şey yapar, bu konuyu denetler. Yalçınkaya kararında zaten henüz bu süreç başlamadı. Avrupa Birliği’yle Avrupa Konseyi’ni birbirinden ayıralım. Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Konseyi’nin üyesidir zaten çekilmek dışında. Bu ihlalleri eğer gidermiyecekse çekilmek dışında bir seçeneği yok veya ihraç edilir.
Kimi durumlarda Avrupa Birliği açısından da mesela Avrupa Parlamentosu’nda bir bir buçuk yıl kadar önce bir toplantı yapılmıştı. Orada bir takım üyeler, parlamenterler şunu söylemişti. Türkiye’yle bütün bağları koparmakmalıyız artık tamamen Avrupa Birliği’ni dışarısında bırakmalıyız. Bir kısmı da dedi ki Hayır, koparma olayı tam tersi. Yaptırımlar uygulayarak aslında oradaki insan hakları mücadelesini güçlendirmeliyiz dedi. Bu konuda aslında bir görüş ayrılığı var. O yüzden zamanla göreceğiz, göreceğiz.