Ülkede muhalif sorunu yok, muhalefet sorunu var. Toplumun beşte üçü gidişattan şikayetçi ve endişeli. Ama güvendiği, gidişatı değiştireceğine ve sorunları çözeceğine inandığı muhalefet aktörü yok.
Muhalefetteki aktörlerin ve partilerin sorunu sistem içi muhalefet yapmaya çalışmaları. Halbuki ihtiyacımız denge denetleme mekanizmaları kalmamış, şeffaflığın olmadığı, hukuktan daha çok keyfi, kuralsız, öngörülemez karar süreçlerine, güce ve güvenliğe yaslanan merkeziyetçi sistemin değiştirilmesi.
Muhalefet ise meselelere değil kişilere yaslanan, popülizmi daha kaba popülizmle yenebileceğini düşünen politikalarla meşgul.
Ülkenin siyasi kültürünün temel alışkanlığının “makam rekabeti” üzerinden geliştiğinin, değerler, meseleler ve çözümler üzerinden rekabetin çok zayıf kaldığının farkındayım elbette. Ana unsur makam rekabeti olduğu için de siyasetçilerin, partilerin odağı, arzu ve gayreti kişiler üzerinden gelişiyor.
“Yeni” iddiasındaki her hamle ve söylem de kişiler ve o an üzerine oturuyor. Ülkenin temel hiçbir meselesinde fikri ve gayreti görülmemiş insanlar makam üzerinden bir “yeni” söylemi geliştiriyor. Giderek “yeni” kavramı bile anlamını yitiriyor.
Muhalif veya değil tüm siyasi aktörler de bugünkü iktidarı oluşturan zihni koalisyonun çizdiği, belirlediği zihni sınırlar içinden düşünüyor ve hareket ediyor. O nedenle her bir sınır ötesi harekata koşarak onay veriyorlar, Kürt meselesinden konuşamıyorlar bile, sosyal devlet yerine yardım vaatlerine yaslanıyorlar, ekonomide farklı bir söylem geliştiremiyorlar.
Çünkü sistemin bizatihi tıkandığını ve krizler sarmalına girdiğimizi görmüyorlar. Makamlarda oturan yetkililerin isimleri değişince sorunların çözüleceğine inanıyorlar. Hatta meselenin küresel olduğunun da farkında değiller.
Zihni kopuşun önemli unsurlarından birisi de siyaseti yeniden tanımlamak. Siyaseti partilerin ve parti esnafının yürüttüğü faaliyetten daha çok her bir aktif yurttaşın, örgütlenmenin meselelere ve hayata dahil ve müdahil olmasının yolu olarak görmek gerekiyor.
İlhan Tekeli’nin tanımıyla, “bir ülkede (yerellikte) siyaset o topluluğun iç dinamiğini harekete geçirerek o toplumda değişmeyi gerçekleştirebilmek amacıyla yapılmalı”.
Temsili demokrasinin ve geleneksel siyasetin krizini aşmanın yolu “siyasetsizleşmek”, siyasi alanı daraltmak ya da terk etmek değil, aksine siyasete katılımı sağlayacak yolları, yöntemleri, örgütleri, yani siyasi alanı inadına genişletmek. Yani temsili demokrasinin krizini otoriterlik, tek seslilik, tek tiplilik ve disiplinle değil katılımcı demokrasiyle aşmak. İnadına siyaset, inadına çok seslilik demek.
Kurulu düzen ve geleneksel siyasetten zihni kopuştan sonraki ikinci önemli mesele temsili demokrasinin ve ulus devlet modelinin parti yapısının ve anlayışının tıkanmış olması. Dünyada da “parti siyaseti bitti” tartışmaları gündemdeyse de hala siyasetin ana unsuru parti. Ama nasıl bir parti?
Geleneksel siyasette partinin bir ideolojisi ve pozisyonu baştan belli ve genellikle de pozisyon seçimleri ikilikler içinden gelişiyor. Sol-sağ, cumhuriyetçi-demokrat, ilerici-muhafazakar gibi ikilemler içinde yerleşilen pozisyonun her şeyi açıkladığı varsayılıyor. Partinin bu temel tercihine göre yukarıdan ve bilenlerin yazdığı programı oluyor, programı temsil ettiği kabul edilen kadrolar seçimlere giriyor, oy alarak iktidar kazanıldıysa programa uygun politikaların hayata geçirileceği varsayılıyor. Ya da bir dahaki seçim bekleniyor.
Bizim partilerimizin de bu ikilemlerin içinden pozisyon almışlar gibi bir görüntü olsa da bir başka yerleşim daha var. Baktığımızda geleneksel ikilikler içinde her birini bir pozisyona yerleştirebiliriz.
Bize özgü olan kısmı ise Cumhuriyet’in devlete biçtiği role göre konumlanmaları. Cumhuriyet’le beraber hem ekonomik kalkınmanın hem de toplumsal dönüşüm ve modernleşmenin öncüsü, sahibi olarak devlet tanımlanmış. Kalkınma ve modernleşme ikiliği bir bakıma çok partili hayatın başlamasıyla birlikte partilerin pozisyonlarına da öncülük etmiş. Partilerin bir kısmı kalkınmayı diğer kısmı modernleşmeyi sahiplenmiş.
Bu yerleşim sağ-sol ikiliğine de paralel gibi görünse de bugün karmaşıklaşmış ülke meselelerine cevap ve çözüme yetmiyor.
Kaldı ki kalkınma hedefinin içeriği değişmiş, büyüme sayıları fetişizmine indirgenmiş kalkınma anlayışı refah-bölüşüm-çevre gibi değişen ihtiyaç ve duyarlılıklara yetmiyor. Modernleşme meselesinin laiklik, hukukun üstünlüğü ve eğitim katmanlarındaki farklı siyasi tercihler tüm toplumsal davranışları etkiliyor.
Bugün var olan partilerden hiçbirisi refah ile bölüşümü, kalkınma ile çevreyi, cumhuriyetle demokrasiyi bir arada düşünen yeni bir açılım yapabilmiş değiller.
Yine İlhan Tekeli’nin tanımıyla, “Siyaset en kısa sürede iktidara gelmek için ve partiler eliyle yapılan ve temel başarısı aldığı oyla ölçülen bir faaliyettir.”
Bugünün dünyasının ana karakteri ise hız. Adeta yerçekimsizmiş gibi hızlanan bir gündelik hayat ritmi ve meseleleri her gün çeşitlenen yerkürenin ritmindeki, teknolojideki ve insandaki toplumdaki değişimlerle yaşıyoruz. Her bir mesele kendi dinamikleriyle de sürekli bir hareket ve değişim içinde. Ne iklim değişikliğinde ne ekonomide ne de Kürt meselesinde ya da laiklik meselesinde bir yıl önceki yerde değiliz.
Öte yandan hala laiklik, hukukun üstünlüğü ve eğitim meselelerinde sanayi toplumu olabilmenin bile gereklerini, kurumlarını ve kurallarını oluşturabilmiş değiliz. Hatta bu meselelerin içeriği konusunda genel bir toplumsal ve siyasal uzlaşmadan da hayli uzaktayız. Benzer biçimde Kürt meselesi, toplumsal cinsiyet eşitliği meselesi gibi konularda kimlik meselelerimiz de hala yakıcı biçimde sürüyor.
Bu nedenle siyaset ve parti zihniyetinde kaçınılmaz olarak geleneksel olanla yeni hayat ritminin yol ve yöntemlerinin bir arada olması gerekiyor. Belki de yeni ama kalıcı olmayan, ara bir form olarak yeniden siyaset ve parti tanımı yapmalıyız.
Bunun yolu da hedef durum ile o hedef durumdaki pozisyonları, tercihleri, yapıları birbirinden ayıran bir zihni berraklığa ihtiyaç var.
Hedef durum onurlu yaşam hakkı ve demokrasi. Herkesin eğitimde, istihdamda, sağlık-konut-sosyal güvenlik ihtiyaçlarında fırsat eşitliğinin tam ve eksiksiz sahip olabildiği, sosyal devletin alanını genişleterek ve güçlendirerek yeniden tanımlandığı, herkesin kendine dair kararlara katılabildiği bir hayatı ve toplumsal esenliği hedefleyen yeni bir siyasete ve parti zihniyetine ihtiyaç var.
Önümüzdeki yerel seçimler süreci bu tartışmayı var olan partilerle ve yanı sıra onların dışında da bu tartışmaları yapabilmenin fırsatı, zemini ve zamanı olabilir. Toplumda ve gündelik hayattaki kutuplaşmanın, sığlaşmanın, hamasi söylemlerin, ötekileştirmelerin ve lümpenleşmenin panzehiri de bu süreç ve tartışmalar olabilir.
Bu noktadan bakınca var olan aktörlere, partilere, adaylıklara sıkışmış siyasi gündemi değiştirebilmek için yurttaşlara, akademisyenlere ve sivil topluma çok iş düşüyor.
Yoksa kısır tartışmalar, makama adaylıklar ve var olan aktörler, zihniyetler içinden yürüyen bir yerel seçim süreci bugünden de geride ve ağırlaşmış sorunlarla baş başa kalacağımız günlerin başlangıcı olabilir.
____
Gazete Oksijen’de yayınlanan bu yazı, kısaltılarak aktarıldı.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.