Hamas’ın şaşırtıcı saldırısının üstünden bir hafta geçerken bu hafta sonu İsrail’in bir “kara harekatını” başlatıp başlatmayacağını merak ediyorduk. Böyle bir harekat başlamadı ve başlamamasının gerekçesi olarak “hava koşulları” öne sürüldü. Gerçekten öyle midir, kesin bir şey söylemek zor. Öte yandan, böyle bir harekat başlamasa da Gazze’de varolma koşulları yeterince korkunç.
İsrail’in şimdiki yönetiminin Gazze’yi ortadan kaldırma kararlılığından vazgeçeceğini düşünmemiz için bir neden yok. Netanyahu’yu durduracak tek etken onun kendi gücünü aşan bir başka güç olabilir ve eldeki koşullarda böyle bir şey görünmüyor.
Çatışan iki taraf arasında çok büyük bir “güç dengesizliği” var. Bugün olanlar uzun vadede ne gibi gelişmelere yol açar, bilinmez ama, bugün İsrail yönetiminin istediğini yapmasını engelleyecek bir şey yok. Bu koşullarda Hamas bu eylemiyle ne yapmak, hangi hedefe varmak istedi, anlayamıyorum. Şimdi, İsrail’in Gazze’yi boşaltma kararına karşılık Hamas halka evlerini bırakıp gitmemelerini söylüyor. Yani ne olacak? Halk direnecek. Direnince İsrail ne yapacak? “Halk direniyor. O halde vazgeçelim” mi diyecek? Yani Hamas şu durumda yaşamaya devam etme mücadelesi veren halka “ölün” diyor. Yani birkaç bin kişi de sürecin “Gitmiyoruz” aşamasında hayatını kaybedecek.
Bu, İsrail’in nasıl bir “canavar” olduğunu dünyaya göstermek için düşünülmüş bir strateji mi? Yani böyle çok sayıda kurban vermeyi göze alarak uluslararası kamuoyunu Filistin halkından yana tavır alma yönünde etkilemek üzere mi hareket ediyor Hamas? Sanmıyorum. Öyle bir gelişme gözetiliyor olsa onca İsrailli sivilin öldürülmesi düşünülmez, planlanmazdı.
Hamas eylemi, Filistinliler’e sempati duyan kişilerde de, “Demek bunların elinde güç olsa böyle davranacak, bunları yapacaklar” dedirtecek (dedirten) bir eylem. Böyle olduğu için de Biden uçak gemisi göndermek gibi bir tavır takınarak duruma müdahale edebiliyor. Böyle olduğu için Amerika’nın Dışişleri Bakanı “Ben bir Yahudi olarak…” diye konuşmaya başlayabiliyor. Bu dava süresince İsrail’den yana tutum belirlemiş olanlar, şimdiye kadar bundan vicdani bir sıkıntı duyuyor idiyseler, şimdi “haklı çıkmış” olarak ferahlamışlardır.
Bu, şüphesiz, doğru bir tavır değil. Dünyanın Yahudi ırkına çektirdiği acıları elbette görüp anlayacak ve paylaşacağız; ama bunlar olduğu için şimdi Yahudiler’in bir yoksul halkı böyle ezmesini alkışlayacak değiliz. Böyle davranmayı hak bilen (“Netanyahu Okulu”ndan) Yahudiler’e bunun kabul edilmez olduğunu söylemek de anti-Semitizm gibi bir düşünceye destek olmak demek değildir.
Hamas saldırısını yaptığı zaman Netanyahu “Bu bir savaştır” dedi. O zamandan beri de sürekli aynı sözü tekrarlıyor. Böyle mi, bu eylemle bir “savaş” mı başlamış oldu? Bence, hayır. Başlayan bu şeye “savaş” denemez. Savaş, iyi kötü denk kuvvete sahip, hiç değilse kurumsal olarak benzeşen güçler arasında meydana gelen bir çatışmadır. Burada olayı başlatan, Hamas, bir “ordu” değil, gerisinde bir “devlet” yapısı yok. Bildiğimiz koşullarda, evet, Hamas’ın İsrail’e karşı bir “savaş” (“gerilla savaşı” diyelim) sürdürdüğünü söyleyebiliriz.
Hamas’ın Gazze’de üslendiğini ve bura ahalisi tarafından belirli ölçüde benimsendiğini de söyleyebiliriz. Ama bütün bunlar, İsrail’in Gazze halkına yaptığı ve yapmayı planladığı şeylerin “savaş” olduğu anlamına gelmiyor. Netanyahu “savaş” demeyi tercih etti, çünkü olayın öcünü “olağan” değil, “olağanüstü” ya da “olağandışı” bir sertlikle almaya karar vermiş durumda. Bakanı da zaten Filistinliler’in insana benzediğini ama insan olmadığını söyledi. Bu, “cezalandırma”nın ne gibi ögeler içereceğine dair bir ipucu veriyor.
Gerçi İsrail adına konuşan “resmi” ağızlardan, İsrail ordusunun savaş hukukuna uymasının beklendiğini duyuyoruz. Ama “resmi” ağızlardan duyulan şeyler her zaman olay yerindeki gerçekliği yansıtmaz. Şu koşullarda İsrail ordusundaki bireylerden birçoğunun bir “görevi” yerine getiren büyük ölçüde duygusuz makinalar gibi davranamayacak kadar öfkeli olduğu, sanırım tahmin etmesi güç bir şey değil. Kaldı ki, Gazze’yi boşaltmak, iki milyon insanın üstüste yaşadığı bir bölgeyi boşaltmak demek. Halkın birçoğu kendi iradesiyle canını dışarı atmaya çalışıyor olsa da (ayrıca, tek çıkış kapısını tutan Mısır’ın da böyle masif bir Filistinli göçmen akımına iyi gözle bakmadığı anlaşılıyor) son derece zor bir iş yapılması gerekiyor demek.
Yani, bu yeni episodun başladığı anda hissettiğimiz gibi, sürecin nereye varacağını önceden görmek mümkün değil. Hep söylendiği gibi, bu saldırı bundan önceki saldırılara benzemiyor, demek ki verilecek cevap da öncekilere benzemeyecek (Niteliksel değil, niceliksel farklılıklar olacak diyebiliriz). Dolayısıyla, tahminde bulunmak da zorlaşıyor. Kesin görünen bir şey var: insanın yüzünü güldürecek gelişmeler beklemiyoruz. Sahnede gördüğümüz aktörler kararlı görünen jestler yaparak dolaşıyorlar, ama onların da kendi yaptıkları işlerin sonuçlarının nereye varacağı üstüne düşündüğünü, yani akılcı çıkarımlara göre davrandıklarını sanmıyorum.
Bu yazı Birikim Dergisi‘nden alınmıştır.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.