Otoriter liderler demokrasiye zarar vermede başarılı olabilirler, ancak saf diktatör değillerse, seçimleri kazanma konusunda genellikle endişelenmeleri gerekir.
Son birkaç yıl içinde Avrupa, sadece seçim hilesiile yetinmek yerine, sıradan insanlar arasında kitlesel destek kazanmaya yaslanan bir dizi “otoriter popülist”in yükselişini gördü. Bu liderler bazı durumlarda başarılı icraatın veya popüler politikaların yardımıyla kazanırlar. Örneğin Macaristan’da – Nisan 2022’deki seçimlerde bazı oy hilesi iddialarına rağmen – Viktor Orbán’ın zaferi, önemli ölçüde, hükümetinin popüler ekonomik ve sosyal programına olan seçmen desteğine bağlanabilir.
Yine de sağcı popülist otoriterler, iktidarda sicilleri daha az olumlu olsa bile seçimleri kazanıyor. Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan, %50’den fazla rekor enflasyona ve %20’ye yakın bir genç işsizlik oranına rağmen, Mayıs 2023 seçimlerinde oyların %52’sini elde etti.
Otoriter popülistlerin başkanlık ettiği birçok ülkede benzer bir durum var. Bunların iktidara tutunabilmelerinin önemli bir nedeni, medya üzerindeki hesaplanmış etkileri: Bir yandan kamusal siyasi tartışmayı şekillendirirken, diğer yanda “özgür ve demokratik basının varlığı” imajını korumaya özen gösteriyorlar.
Macaristan ve Türkiye gibi popülist liderlerin hakimiyeti altındaki ülkelerde son yirmi yılda haber medyası sahipliği değişikliklerine kağıt üzerinde bir genel bakış, bir kısım muhalefet medyasının ortadan kalkmış olabileceğini, ancak diğer bir kısım muhalefet medyasının da “yönetim borazanı medya” ile rekabet içinde yayınlarına devam ettiği, güven verici bir tablonun varlığını gösteriyor.
Ancak, daha yakından bakıldığında, otoriter popülist ülkelerdeki medya mülkiyet/sahiplik ağlarının ilginç yapısal özelliği ortaya çıkıyor. Otoriter popülist eğilimlerde hükümetler tarafından yönetilen Avusturya, Macaristan, Türkiye ve Slovenya’da medya durumu ile ilgili son araştırmamız, medya mülkiyet/sahiplik yapısının, hükümete bağlı/yandaş haber kuruluşlarının kamusal haber söylemine hakim olmasını sağladığını gösteriyor.
Örneğin, Macaristan’da, Orta Avrupa Basın ve Medya Vakfı (Kesma), 500’den fazla ulusal ve yerel medya kuruluşunu kontrol eden devasa bir sağcı medya holdingi. Kesma, hükümet yanlısı özel medya sahiplerinin çoğunun mülkiyet haklarını iktidar partisiyle yakından ilişkili Orbán dalkavuklarıyla dolu bir mütevelli heyeti tarafından yönetilen vakfa devrettiği, 2018 yılında kuruldu.
Macaristan’da özellikle online alanda “muhalif medya”nın sesleri hala duyuluyor. Ancak, gerçekte, kamu finansmanının ve reklamların büyük kısmı hükümet yanlısı medya kuruluşlarına akıyor. Bu da bağımsız medyayı finansal olarak güvencesiz bir konuma sürüklüyor. Devlet yayın kurumu (Macaristan TRT’si, ed.) ve Macaristan’ın ana haber ajansı yoğun bir şekilde kontrol ediliyor; doğrudan doğruya hükümet yanlısı bir gündeme odaklanıyor.
Aralık 2019’da birkaç gazetecilik kuruluşu tarafından Macaristan’da düzenlenen bir araştırma misyonu, hükümetin “yandaş medya imparatorluğu bünyesinde içerik koordinasyonu” için Kesma‘nın çok önemli bir araç haline geldiğini tespit etti.
Benzer bir şekilde, Türkiye’de yaygın olarak okunan gazeteler Hürriyet, Milliyet, popüler magazin gazetesi Posta ve TV kanalı CNNTürk de dahil olmak üzere Türkiye’nin en büyük yayın organlarından bazılarının sahibi olan Doğan Medya Grubu, Demirören Grubu’na parça parça satıldı. Demirören ailesi, Erdoğan ve iktidardaki AKP’nin sadık müttefikleri.
Sezgilere aykırı görünebilir: Ancak bazı otoriter ülkelerde medyanın kurgusu, bir tür “muhalif medya”ya bir şekilde sahip olmasına bağlıdır.
Otoriter popülist hükümetlerin muhalif sesleri susturmak için her şeyi yapan eski totaliter rejimlere daha çok benzemesini bekleyebilirsiniz. Bu, esasen hem Nazi Almanyası’nın, hem de Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’nin stratejisiydi.
Ancak, muhalif seslerin, baskın yandaş medya kuruluşlarının yanında onunla bir arada var olmasına izin vermek, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) gibi uluslararası basın özgürlüğü gözlem kuruluşlarının veya Uluslararası Af Örgütü (Amnesty) gibi hak savunucularının bir rejimi “çoğulculuk eksikliği”ni gerekçe göstererek eleştirmesini zorlaştırıyor.
Ayrıca “muhalif medya”nın, “yandaş medya” tarafından saldırılara maruz bırakılmasına ve aşağılanmasına imkan veren bir nevi “Biz ve Onlar” durumunun kurgulanması, otoriter rejimin işine gelmektedir.,
Örneğin Macaristan’da hükümet yandaşı medya kuruluşları, —bağımsız medya haberciliğini itibarsızlaştırmak için kurgulanan geniş bir strateji içerisinde— uluslararası hibelerle finanse edilen bağımsız medya kuruluşlarına karşı karalama kampanyaları başlattı. Yabancı çıkarlara hizmet etmekle suçlanarak “dolar medyası” olarak etiketleniyorlar.
“Rekabetçi otoriterlik” olarak bilinen bu sistem, gerçekte yoğun şekilde hileli olan seçimlerin ve piyasa rekabeti üzerinden bir demokrasi görüntüsü üretiyor.
Otoriter popülistler, kendilerine itiraz edenleri veya muhalif aktörleri tamamen dışlamaya çalışmazlar. Aksine, günah keçisi olmalarına ve kötülenmelerine izin veren varlıklarına güvenir, yaslanırlar. Ancak iktidarın, rejim yandaşı anlatıyı rejim lehine yoğun bir şekilde manipüle ettiği bir ortamda, muhalefete ait bakış açıları da etkili bir şekilde boğulur.
Popülist liderler genellikle “solcu” veya “liberal” medyanın tarafgirliğinden şikayet ederler. Bu da destekçileri için “iç düşmanları” bir hedef olarak kurgulamalarını sağlar.
Örneğin, 2019’da (hükümetini desteklemeyen çoğu medya kuruluşunu dışladığı) bir basın toplantısında, Orbán, medya kuruluşlarının çoğunun “sol liberal” olduğundan şikayet etti ve şunları ekledi: “Her sabah kalkar kalkmaz, rüzgara karşı çalışacağımı biliyorum.”
Parti çizgisine ayak uyduran haber kaynaklarının hakimiyeti göz önüne alındığında, bu elbette gülünç. Ama Macaristan’ın artık muhalefet fikirlerinin duyulması için az sayıda, güçlü muhalif sesleri de yok değil. İşte bu nedenle, otoriter popülistler, hükümetin kamusal söylemdeki hakimiyetini tehdit etmediği sürece, belli bir düzeyde çoğulculuğu sürdürmeyi çıkarlarına uygun buluyorlar.
Bunun demokrasi ve onu savunanlar için anlamı, insanların yalnızca medya mülkiyet temerküzünün ölçümlerine dayanan, medya çoğulculuğu hakkında çok hızlı şekilde üretilmiş sonuçlara atlamak konusunda dikkatli olmaları gerektiği.
Medya mülkiyet ağının yapısına bağlı olarak, popülist otoriter bir hükümetin medya sahipliğini devlete bağlı tek bir medya grubunun elinde yoğunlaştırmasına hiç gerek yok.
Muhalif seslerin kenarlarda, sağdan soldan bağırıp çağırmasına izin vermek de sorun değil —çünkü Orbán ve Erdoğan gibi liderlerin çok iyi bildiği gibi— onları çok az insan dinliyor.
_______
The Conversation’da yayınlanan bu makale FTP tarafından çevrilerek yayınlandı.
Yukarıda ifade edilen görüş ve görüşler yazarlarındır ve Özgür Türk Basını’nın görüş ve görüşlerini yansıtmamaktadır.