Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Atina’dan Yunanistan ile ilişkilerde normalleşme için olumlu bir sinyal göndermeye karar vermiş bulunuyor. Böyle bir gelişmenin, Ankara’nın Batı’ya karşı dikenlerini keskinleştirdiği ve ABD’nin bölgedeki en stratejik müttefiki İsrail’e ateş püskürdüğü bir dönemde, pazarlar kadar Batı tarafından da memnuniyetle karşılanacağını biliyor.
Türkiye’nin gerilimin anahtarıyla oynayan aktör olduğu elbette açıktır: Yunanistan pozisyonlarında sağlam kalırken, ilk etapta tırmanışa neden olduktan sonra geri adım atan de odur (Türkiye).
Her iki tarafın da eğilimi, son sürtüşmeyi geride bırakmak ve şimdilik iki tarafı ayıran temel farklılıkları bir kenara atmak. Bu, dostluk ve iyi komşuluk ilişkilerini (önümüzdeki aylar için kilometre taşlarını belirleyen) bir yol haritası şeklinde kapsayan mantıklı bir yaklaşım.
Ancak, görülmesi gereken şey, yakınlaşmanın pekiştirilmesinin, son on yıllarda ilişkileri sarsan sorunları çözmek için görünüşte değil, görünür bir tartışma için koşullar yaratıp yaratmayacağı. Bununla birlikte, Atina Deklarasyonu’nun, bağlayıcı olmasa da, iki tarafın —ve özellikle çatışmacı durumlardan ve tırmandırmalardan kaçınmayı kabul eden Türkiye’nin — niyetlerini kağıda dökmesi önemli.
Yunanistan, özellikle Türkiye için çok önemli bir konu olan seyahat vizelerinin serbestleştirilmesi konusunda Türkiye ile Avrupa Birliği arasında bir yakınlaşmaya açık ve somut desteğini gösterdi: Türklere 10 Yunan adasına seyahat etmeleri için geçici vize vermeyi kabul ederek —bu anlaşmanın AB’den yeşil ışık yakması gerektiğini göz önüne almak şartıyla— kendi şartlarında yolu açıyor. Ancak Türk tarafından da anlaşma, adaların Yunanlılığının değil, başbakanın dediği gibi diğer tarafla “dostluk köprüleri” oluşturabilecekleri gerçeğinin zımni olarak tanınmasını içeriyor. Kapsayıcı amaç, iki toplum arasında daha da fazla alışverişi teşvik etmek.
İki liderin ortak açıklamaları sırasında dile getirilen Yunanistan’daki Müslüman azınlık konusundaki anlaşmazlık, belki de ziyaretin havası bozacak tek unsurdu. Türkiye cumhurbaşkanının topluluk temsilcileriyle bir araya geldiğinde ve genellikle önemli duyurular yaptığı eve dönüş uçuşuyla ilgili geleneksel yorumlarını yaptığında bu çizgisinde ısrar edip etmeyeceğini görmek önemlidir.
Göç konusunda bir anlaşma imzalanmamasına rağmen, son birkaç hafta içinde Türkiye kıyılarından göçe dair sayıların önemli ölçüde düştüğünü gösteren resmi rakamlara bakılıyor (ziyaret nedeniyle mi düştü, kimbilir?). Ancak, Mart 2016 AB-Türkiye göçle ilgili ortak bildirisini de gözden geçirme zamanı gelmiştir. İhtiyaç ortaya çıktığında, Yunanistan’ın bu sürece katkıda bulunup bulunmayacağını ve hangi şartlarda bunu yapacağını görmek ilginç olacaktır.
Özetle, Mitsotakis-Erdoğan toplantısı gerginliği azaltma, işbirliği alanını genişletme ve genel ruh halini değiştirme konularında gerçekçi hedefini tam olarak ulaşarak, başarı ile taçlandırdı. Cuma günü itibariyle bir Türk yetkilinin Yunanistan’a karşı saldırması daha zor olacak; ancak sahada Yunan egemenliğine meydan okuyan herhangi bir resmi eylem olası değil. Türk-Libya anlaşmasının —yakın gelecekte devreye girmesinin beklenmemesi anlamında— buzun üzerine yatırıldığı da anlaşılıyor.
Bununla birlikte zorluk, ikili ilişkilerde yeni bir fasıl açmak için bu olumlu iklimin her iki tarafça da uygun şekilde kullanılmasını sağlamak, ve diğer yandan Ankara’nın Kıbrıs’ın enerji programını baltalamasından veya meydan okumasını engelleyerek, Kıbrıs sorunu üzerinde olumlu bir etki yaratabilmektir.
Constantinos Filis, Küresel İlişkiler Enstitüsü (IGA) Direktörü ve Yunanistan Amerikan Koleji’nde (ACG) öğretim üyesi.
Kathimerini English sitesinde yayınlanan bu makale, FTP tarafından çevrildi.
Makalede ifade edilen görüş ve düşünceler yazar(lar)a aittir ve FTP’nin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır.