Türkiye’de her seçimin bir ağırlık noktası vardır. İki ay sonra gideceğimiz seçimin bu anlamda ağırlık noktası nedir? Türkiye neyi oylayacak bu seçimde?
Türkiye, 14 Mayıs’ta bir sistem seçecek. Ya mevcut sistemle devam edecek veya ona alternatif olarak muhalefetin uzun süre gündemde tuttuğu güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüşü kararlaştıracak.
Kişilerden, kişilerin politikadaki ağırlığından, geçici faktörlerden ayırıp Türkiye’yi kalıcı siyasi ana akım gözüyle analiz edersek bunu söylemek çok önemli: Kişilerden tamamen bağımsız kuralları ve kurumlarıyla Türkiye bir sistemi geride bırakacak.
Bütün kişiler gibi iktidarlar da ölümlü. Bu sefer Türkiye, 2017’de geçtiği, resmi olarak “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” denilen sistemi sandığa sokacak. Sandığa girecek bu sistem ve karşılığında muhalefet topyekün parlamenter sisteme geçişi koyacak. Bu bir tür referandum olacak.
Siyasi kimlikler, ideolojiler, politik tercihler çok önemli değil. Çünkü AK Parti geleneğinden gelen üç parti de karşı tarafta. Bu ideolojik tercihlerin, muhafazakar tercihlerin sandığa girmediğini gösteriyor. Çok farklı bir siyasi kutuplaşma var, ve bu kutuplaşma sistem üzerinden yürüyor.
Türkiye’de, 2017’de kabul edilen ve bugüne kadar yürürlükte olan sistemi aslında gerçek haliyle bir tür “bürokratik otokrasi” olarak görmek gerekir. Otokrasi dediğimiz bu tarz tabirler kullanınca yabancı geliyor: “Kendi kurallarını kendi koyan”, “kendi keyfine göre yöneten” demek otokrasi. Türkiye, 2017’de tam anlamıyla kamil bir otokrasiye geçti. Bu otokrasi, seçmeni ve seçilmişleri siyasal sisteme dahil eden parlamentonun devre dışı kaldığı, bunun yerine bürokrasinin ikame edildiği bir düzen ortaya çıkardı.
Prof Ersin Kalaycıoğlu bunu “Sultanizm” olarak nitelendiriyor…
Otokraside ne zaman karşınıza neyin çıkacağını kestiremezsiniz. Diktatörlük tabiri çok denk düşmüyor, çünkü diktatörlüğün bir iç tutarlılığı vardır. Otokrasi öyle değil. Dikkat ederseniz Türkiye’de güç, parlamentodan, siyasi partilerden doğrudan doğruya bürokrasiye geçti. Tek kişinin altında, ona sadakatle bağlı bir bürokrasi.
Eskiden parlamenter sistemde bakanlar halkın karşısına çıktığında tebessüm ederlerdi. Şimdi tebessüm eden bir bakan yok. İnanılmaz bir duygudan, sempatiden ve empatiden yoksun görünen bir bürokrat tipi var. Mevcut bakanların hiçbiri siyasetçi değil. Bunlar atanmış memur. Sekreter bunlar.
Sovyet dönemindeki bakanlar gibi asık suratlı; tedirginlik de var…
Bunların varlık sebebi, doğrudan doğruya yukarıdan onayını almak istedikleri kişiden kaynaklanıyor. Bu şu anlama geliyor: Alttan, aşağıdan gelen hiçbir talebe açık değiller. Bu da tam anlamıyla parlamenter sistemlerin denetlediği kurumlar dışında, tamamıyla keyfi, kendi çıkarına odaklanmış bir bürokrasi ortaya çıkarıyor.
2017’ye kadar birden fazla maaş alan bürokrat duymazdık. Bu bürokrasinin gücünün bir göstergesi. Bütün devlet kurumları bir arpalık sistemine dönüşüyor. Bu arpalıklar bürokrasi tarafından paylaşılıyor.
Bir bürokratın kafasının içine ülkeye, millete hizmeti yerleştiremezsiniz. Bürokratın önceliği yaptığı mesainin yüzde 70, 80’ini kendi koltuğunu, çıkarını korumaya odaklıdır. Bütün bürokrasiyi alıp tek kişiye bağladığınız zaman fiilen o kişinin bu bürokrasiyi denetlemesi imkansız bir şey. O zaman denetim boşluğu ortaya çıkıyor. O zaman bu bürokrasi kendisini istihdam eden gücün de aleyhine çalışmaya başlıyor.
Türkiye’de deprem oldu ama mevcut iktidar depremden önce kendi oluşturduğu bürokrasinin enkazı altında kaldı. Bunun çok önemli ve kalıcı etkileri olacak.
Kızılay gibi bir kurum neden aciz kaldı? Tam tersine adına yakışmayacak çadır satmak gibi işlerle anıldı. Bunun sebebi çok basit. Maksatları asli görevleri değil, orayı bir arpalığa dönüştürmek. Oraya çadır üretecek bir şirket kurduğunuz zaman, orası bu kez arpalık olarak daha verimli bir hale geliyor.
Arpalık artık bu kurumların varlık sebebine dönüştü. Türkiye bu sisteme geçtikten sonra siyasetin belirlediği özel alan azaldı.
Peki, muhalefet iktidara gelirse bu boşaltılan kurumları nasıl tamir edecek? Vaat edebildiklerini yerine getirebilecek mi?
Mevcut sistemde yetki temerküzüne, tekelleşmesine yol açan bir güç var. Muhalefet iktidara geldiği zaman hemen bu güçten nasıl vazgeçecek? Bir de böyle bir sorun var.
Şu andaki iktidarın ana gövdesini oluşturan Siyasal İslam ölüm döşeğinde mi? Bir daha geri dönmemek üzere gidici mi? Ana gövdenin bu parçası bitiş halinde mi?
Siyasal İslam 2012’de bitti. Çoktan öldü. Tabuta da koyduk, çivisini de çaktık, defnettik. İslamcılık Türkiye’de de muhalif bir ideoloji. İktidara geldiği zaman buharlaşıyor. “Devlet benim” iddiası Siyasal İslamcılığı bitirebilecek bir şeydi. Bunun yerine tek millet, tek devlet, tek bayrak, bunlar milliyetçi söylemler islamcı söylemler geldi.
İktidar medyasında üretilen ideoloji milliyetçi bir ideoloji, islamcı bir ideoloji değil. Türkiye’de, devlet ve vatandaşları bütünleştirmeye yönelik bir milliyetçi ideolojinin çarkları işliyor.
İslamcılık kendi içerisinde evrilerek ideolojisiz bir devletçilik, ideolojisiz bir otokrasiye dönüştü. Milliyetçi birikimi de MHP’ye, İYİ Parti’ye devretti.
İslamcılık gerilerken milliyetçilik yükseldi. 2002 yılından sonra İslamcı bir parti kitle partisine dönüşerek 20 yıl iktidarda kaldı.
Sol ideoloji de kendisini geliştirmeye başladı. Solun ideolojik yeniden doğuş yaşadığını gözlüyorum. Aynı şekilde bu seçimden sonra milliyetçiliğin de kitle ideolojisine dönüşerek siyasi yelpazede sağ muhafazakar kesimi tamamen işgal etme ihtimali olduğunu düşünüyorum.